Son Güncelleme:
Bize rüyası olan insanlar lazım
Güven Borça'yı ‘‘Bu Topraklardan Dünya Markası Çıkar Mı?’’ adlı kitabında Türkiye'nin iki prestij projesinden biri olarak Türk restoranı konseptini'' öne sürüyor. ‘‘Türk mutfağının döner dışında ciddi başarısı yok’’ diyor. ‘‘Türk yemekleri sunan üst düzey restoranlar az. Genelde kebabçı veya küçük işletmeler.’’ Yalan mı?Düş, ruhun en içsel bölümünde saklananların, ego bilinci oluşmadan da var olan ve her zaman var olacak olan ruha, yani karanlık kozmik geceye açtıkları küçük ve gizli bir kapıdır. Düşlerde bilinç kendini ayırır ve biz asıl gecenin içindeki gerçeğe daha yakın olan evrensel sonsuz insana daha çok benzeriz. Asıl insan orada hálá bir bütündür. Egosu yoktur ve doğadan ayrıştırılamaz. Her şeyin bütünleştiği derinlerden düş yükselir ve hiçbir zaman çocukça, garip ya da ahlaksız diye nitelendirilemez.Carl Gustav JungHayal kurmanın kimseye bir zararı olduğunu sanmam. Her hayal mutlaka gerçekleşecek diye bir kural yok. Bazen böyle bir beklenti bile oluşmaz. Mesela Son Havadis'te çalışırken Mehmet Tezkan'la, Hürgün'de çalışırken de Mehmet Yılmaz'la hayal kurardım. Öyle sıradan bir iş sanmayın yapılanı. Bir kenara çekilir, dünyadan kopar, kendimizi çevreden soyutlayarak bambaşka bir aleme, düşler dünyasına dalar ve karşılıklı olarak ortak bir düşü bir dantela gibi örerdik.Buna sadece bir kere Kurthan Fişek karşı çıkmıştı. Zaten başkalarıyla bu saatleri paylaştığımızı hiç hatırlamıyorum. Bizim düşlerimiz genellikle Pasifik'in bir köşesinde muhallebici dükkanı açmak gibi abuk projelerden oluşurdu. Ne gam! Başkalarının daha ciddi düşlerinin geleceğin gerçekler alemini yaratmadığını kim söyleyebilir? Gelecek, daima geçmişteki hayallerin üzerine kurulur. Çevrenize bakın ve gerçek olanların hangisinin geçmişe ait bir başka zaman dilimi içinde düş olmadığını söyleyin bakalım.Türkiye'nin bence gerçek sorunu burada yatıyor. Bizde yeterince düş kuran adam yok. Başkaları buna ‘‘girişimci’’ diyor. Bence girişmek doğru tanımlama değil. Bize bir rüyası olan insanlar lazım. Asıl eksiklik burada.PİZZA VE PİDE ÖRNEĞİYukarıdaki satırları kaleme almama neden olan bir kitabı okumuş olmam. Güven Borça'yı ‘‘Bu Topraklardan Dünya Markası Çıkar Mı?’’ adlı MediaCat yayını bir kitabın yazarı olarak tanıdım. İyi ki de bu kitabı yazmış. Çünkü marka üzerine neleri bilirim zannedip de bilmediğimi böylece öğrenmiş oldum.İşin daha ilginci ise, kitabın içinde benim gibi yemek içmek meraklılarını ilgilendiren bazı ayrıntıların olmasıydı. Pizza ve pide meselesi güzel bir örnek. Bırakalım yazar konuşsun: ‘‘Bu yaratıcılık konusuna benim verdiğim örneklerin başında pide-pizza karşılaştırması yer alır. Temeli ve tarihsel kökeni aynı iki ürün. Pizza bugün yüzlerce çeşidiyle bir dünya yemeği. Şekil itibarıyla fast-food'a daha uygun olmasına rağmen yerel kalan pidede ise çeşitlerimiz kıymalı-peynirli-kuşbaşılı. Toplamda onu geçmez.Pizzanın dünya yemeği olmasında Amerika'ya göç eden İtalyanlar önemli bir rol oynasa da, basit bir üründe bu kadar varyete yapan İtalyan yaratıcılığının hiç payı yok mu?Ya bildiğimiz makarnayı değişik şekil ve soslarla bütün dünya restoranlarının klasik yemekleri arasına sokan nedir?’’Bir marka uzmanı olarak Güven Borça bu soruları soruyor, ama kitabında cevabı da hemen vermekte: ‘‘Farklı düşünebilmek, özgün olabilmek, marka yaratabilmenin ön koşullarından biri.’’TÜRK RESTORANI KONSEPTİGüven Borça'nın Türkiye'ye ilişkin yiyecek-içecek alanında başka özgün görüşleri de var. Mesela bunlardan bir tanesi, yazarın Türkiye'nin iki prestij projesinden biri olarak önerdiği ‘‘Türk restoranı konsepti.’’ Başarılı başka milli projeleri saydıktan sonra, ‘‘Türk mutfağının ise, döner dışında, ciddi başarısı yok’’ diyor. ‘‘Türk yemekleri sunan üst düzey restoranlar az. Genelde kebabçı veya küçük işletmeler.’’ Yalan mı? Bence de bu Türkiye adına utanılacak bir durum. Madem dünyanın en iyi üç mutfağı arasında sayıyoruz kendimizinkini, öyleyse bu tablodan utanç duymalıyız.Yazar bu konudaki önerisini birkaç sayfa içinde dile getirmiş. Ayrıca benzer başka görüşleri de mevcut. Ancak onların hepsini bu yazının içine sokuşturmak istemem. Bir gün elbette, yazarla bunları da tartışırız. Bu vesileyle farklı görüşleri de dile getirme imkanı bulunur.Şu kadarı ise tartışma götürmeyecek kadar açık görünüyor: Her alanda olduğu gibi, yiyecek-içecek alanında da, ne kadar uçuk olursa olsun, düşleri olan ve hayatının belki de tümünü bir düşe harcayabilecek kadar cesur insanlara her toplumun her zaman ihtiyacı var. Aksi doğru olsaydı, inanın, dünya üzerinde kısa bir ömrü süresince bile yaşanamayacak kadar tekdüze ve sıkıcı bir yer olurdu.Avşa Adası'nda bir lezzetSöz düşlerden açılmışken, en yaygın olanlardan birinin bir adaya kaçış olduğunu hatırlatayım. Ada, çevresindeki denizle, gündelik hayattan soyutlanmayı sembolize ediyor olmalı. Belki de bunun için tarihte bir çok filozof, idealler ülkesini böyle bir adada düşlemiş. Campanelli, Sir Thomas More, Francis Bacon ve daha birçok Aydınlanma filozofunun hayal dünyasının ortak bir teması bu düş. İşi böylesine bir felsefe meselesine getirip dayamadan söyleyeyim. İstanbul'dan kaçmak istenirse öyle çok uzaklara gitmeye gerek yok. Burnumuzun dibinde, Doğu Romalı’ların deyimiyle, Prens Adaları mevcut. Burgaz, Heybeli, Büyük Ada haftasonlarında çok kalabalık görünüyorsa tercihinizi Avşa'dan yana kullanabilirsiniz.Mehmet Yaşin'in alanından kendi alanıma bir yatay geçiş yapayım. Avşa'ya giderseniz, mutlaka, ama mutlaka Kiraz Restaurant'a uğramanızı öneririm. Burada yiyeceğiniz ister bir tabak börek, ister bir tabak mantı olsun, her şeyin büyük bir özenle hazırlandığını göreceksiniz.Avşa küçük bir yer ama, yine de Kiraz'ın adresini vereyim: Yarar Otel yanı, Kelebek Sokak No.1.