Son Güncelleme:
Bin pencereli Berat
Arnavutluk’un sarp tepeleri arasındaki vadilerden usul usul akan Osumi Nehri’nin üzerine kurulmuş Berat. Görkemli Osmanlı dönemi evlerinin zengin mimarisini kucaklayıp bugünlere taşıyor. Beyaz badanalı, kiremit çatılı evlerinin bahçelerinde üzüm bağları yer alıyor. Taş duvarlı, Osmanlı dönemi mirası bu evler Berat’ın “bin pencereli müze şehir” olarak anılmasının ana sebebi. Kerem Odabaşı, geçen ay gitti, fotoğrafladı.
Kısa bir bahar yolculuğu için Google’ın haritasını açıp batı Balkan ülkelerini ve özellikle Türk vatandaşlarından vize istemenleri sırayla ve alıcı gözle taradım. İnternet üzerinden kısa bir araştırma yaptıktan ve bölgelerin görsellerini biraz taradıktan sonra hedefimi, rotamı belirlemiştim. Bu coğrafyayı yakından tanımak ve küçük bütçeli bir gezi yapmak için karayolunu seçtim. İstanbul’dan akşam otobüsüne bindim. Bulgaristan üstünden Üsküp ve Makedonya’ya geçip, oradan Ohrid’e uğrayacak, Arnavutluk’un gözlerden saklı kalmış müze şehri Berat’ı ziyaret edecektim. Yunanistan üzerinden dönecektim. Nisanın son haftasıydı. Çiçekler, yeşillenen doğa yolculuğumda bana eşlik etti. Makedonya’ya girişimle beraber çatısı ağarmış dağlar ufuk çizgimi takip ederek beni hiç yanlız bırakmadı. Sınırı geçip Berat’a ulaşmak için bu coğrafyanın dağlık ve tepelik arazisinde, kıvrımlı sarp yollarında beş farklı araç değiştirmem gerekti. Halbuki Google’ın haritasından pek yakın gözüküyordu mesafeler. Gelecek yolculuğumda, haftada üç kez İstanbul’dan Arnavutluk’un başkenti Tiran’a uçan Arnavutluk Havayolları’nı tercih edeceğim. Tiran’dan Berat’a üç saatte otobüsle ulaşılıyor.
Arnavutlar geleneklerine bağlı bir ulus. Nesilden nesile, kulaktan kulağa aktarılan sosyal yaşam kuralları 19. Yüzyıl’da ilk kez kağıda dökülmüş. Bugün günlük yaşam üç farklı metindeki kurallarla yönetiliyor. Bir Arnavut için hayattaki en önemli değer kişisel ve aile onuru. Misafirperverlik ikinci önemli kavram. Yüzlerindeki derin ve sert çizgilerde yoksulluk, zorlu coğrafi koşullar yansıyor. Buna karşın kardeş ülke Türkiye’den gelen bir gezginle karşılaşınca yüzlerinde hemen tebessüm ve dostça bir ifade beliriyor.
Anavutluk, son 10 yılda önemli bir ekonomik gelişme yaşamış. Avrupa’nın en fakir ülkesi olmaktan kurtulmuş. Yabancı yatırımcıların girişimiyle zenginleşme yolunda. Bozuk yollarındaki Mercedes bolluğu insanı şaşırtıyor. Bu kadarı Stutgart’ta bile yok, diye düşünüyorsunuz. Yeni araçların önemli bölümü Avrupa ülkelerinden çalınıp, yasadışı yollardan ülkeye sokuluyor.
OSMANLI İZLERİ SİLİNMEMİŞ
Şehre girişimle beraber Osumi Nehri’nin iki yakasındaki tepelerine doğru tırmanan cumbalı evler dikkatimi çekti. Kollarını iki yana açıp da beni kucaklayacakmış gibi bir halleri vardı. 50 bin nüfuslu şehrin çarşı merkezindeki Hotel Mangalemi’ye yerleştim. Geleneksel mimarinin izlerini taşıyan otel ekonomik odalarının yanı sıra, bir Osmanlı paşasının restore edilmiş evinde lüks oda seçenekleri sunuyordu. Sırtçantalı gezginler için başka bir alternatif nehrin öbür tarafındaki ranzalı odalarıyla Berat’s Backpackers Hostel.
Berat’ın tarihi camileri, Ortodoks kiliseleri 1944 - 1992 arasındaki Enver Hoca rejimi sırasında bile korunmuş, günümüzde de UNESCO’nun koruması altına girmiş. Şehrin Müslüman ve Hıristiyan nüfusunun oranları birbirine eşit. Arnavut kaldırımı taşlı dar sokaklarında yürürken çan sesleriyle minarelerden yükselen ezanın düet yaptığını duymak pek muhtemel. Çeşitli kültürlere tarih boyunca ev sahipliği yapan şehir üç eski yerleşim alanına bölünmüş: Merkez çarşı civarındaki Mangelem, sarp tepenin üstündeki kalenin surları arasında kalan Kalasa, Osumi Nehri’nin karşı yakasındaki tepenin yamacına yayılmış Gorica.
Berat’ın yüksek tepesindeki surları İlliryalılar MÖ 3. yüzyılda inşa etmiş. Şehre Antipatra adını vermişler. 5’inci yüzyılda şehri ele geçiren Bizanslılar surları takviye etmiş. 10. Yüzyıl’da Bulgarlar, 14’üncü Yüzyıl’da Sırplar gelmiş. 1450’de Osmanlı sınırları içine girmiş. Şehir Berat adını almış. 1944’te kısa süreliğine de olsa, bağımsız Arnavutluk’un başkenti olmuş.
Şehirdeki turuma tepedeki 24 kuleli görkemli kaleden (Kalasa) başladım. Otelimin önündeki beyaz taşlı arnavut kaldırımı yol yukarı tırmanıyordu. Zorlu bir yürüyüşle kale kapısına kadar çıkardı beni. Kale surlarının çevrelediği alan, şirin, tarihi evlerin, daracık dolambaçlı yolların olduğu kaybolunası bir Hiristiyan mahallesi. Surların içinde günümüzde yaklaşık 10 kadar kilise kalmış. En büyüğü müze haline getirilmiş. Büyük usta Onufri başta olmak üzere pek çok ustanın metal ve tahta üzerine işlenmiş gözalıcı ikon grafikleri sergileniyor müzede. Ahşap duvarlar dantel misali oymalarla süslü. Karşılıklı oturma düzenindeki sıraların, vitrinlerde sergilenen görkemli İncil kapaklarının arasında gezinirken, insan kendini ayrıcalıklı hissediyor. Surlar arasında kalan bölgede gezinirken, elde harita bile olsa, Aziz Theodore ve Aziz Nicholas kilisesini, Konstantin’in büstünü bulmak maharet gerektiriyor. Sur içinin en yüksek noktasında ve iç kalede manzarayı seyretmek için mola vermeye değer.
DUVARI RESİMLİ CAMİ
Kaleden dönerken solda, yolun içersinde 18’inci yüzyıldan kalma iki katlı Etnoğrafya Müzesi’ni bulabilirsiniz. Dış mimari yapısı kadar içersinde sergilenen giysiler, araç gereçler ve geleneksel hayatın yansıtıldığı bölümler ilginizi çekecektir. Aşağıya, Müslüman çoğunluğun bulunuğu Mangelem bölgesine geri indiğimde 14. Yüzyıl mirası Arnavutluk’un en eski camilerinden Sultan Camisi ve hemen yanı başında 1782’de Ahmet Kurt Paşa’nın yenilettiği Halveti Tekkesi hemen gözüme ilişti. Osumi Nehri kıyısındaki dış duvarları resimli, özenle boyanmış Bekarlar Camisi ve çarşı merkezinin Kurşunlu Camisi yüzyıllara meydan okuyordu.
Ağırlıklı olarak Hıristiyanların yaşadığı Gorica Mahallesi’ne ister Osumi Nehri üzerindeki yeni asma köprüden, isterseniz de 1780’de Osmanlıların yaptırdığı dokuz kemerli taş köprüden geçebilirsiniz. Çamlı tepenin eteğine yayılmış evlerle bağları çevreleyen taş duvarların arasına sıkışıp kıvrılarak uzanan şu meşhur taş kaldırımı yollarında yürürken, asma yaprakları altında süzülen bir zaman tünelinden geçip buraların geleneksel atmosferin içinde kaybolduğum hissine kapıldım bir süre. Ortodoks Hıristiyan kültürünün diğer örneklerini görmek ya da bir dilek mumu yakmak isterseniz Berat’ın bu yakasında Spyridon Manastırı’na ve Aziz Tomi’nin Kilisesi’ne uğrayabilirsiniz.
Arnavutlar geleneklerine bağlı bir ulus. Nesilden nesile, kulaktan kulağa aktarılan sosyal yaşam kuralları 19. Yüzyıl’da ilk kez kağıda dökülmüş. Bugün günlük yaşam üç farklı metindeki kurallarla yönetiliyor. Bir Arnavut için hayattaki en önemli değer kişisel ve aile onuru. Misafirperverlik ikinci önemli kavram. Yüzlerindeki derin ve sert çizgilerde yoksulluk, zorlu coğrafi koşullar yansıyor. Buna karşın kardeş ülke Türkiye’den gelen bir gezginle karşılaşınca yüzlerinde hemen tebessüm ve dostça bir ifade beliriyor.
Anavutluk, son 10 yılda önemli bir ekonomik gelişme yaşamış. Avrupa’nın en fakir ülkesi olmaktan kurtulmuş. Yabancı yatırımcıların girişimiyle zenginleşme yolunda. Bozuk yollarındaki Mercedes bolluğu insanı şaşırtıyor. Bu kadarı Stutgart’ta bile yok, diye düşünüyorsunuz. Yeni araçların önemli bölümü Avrupa ülkelerinden çalınıp, yasadışı yollardan ülkeye sokuluyor.
OSMANLI İZLERİ SİLİNMEMİŞ
Şehre girişimle beraber Osumi Nehri’nin iki yakasındaki tepelerine doğru tırmanan cumbalı evler dikkatimi çekti. Kollarını iki yana açıp da beni kucaklayacakmış gibi bir halleri vardı. 50 bin nüfuslu şehrin çarşı merkezindeki Hotel Mangalemi’ye yerleştim. Geleneksel mimarinin izlerini taşıyan otel ekonomik odalarının yanı sıra, bir Osmanlı paşasının restore edilmiş evinde lüks oda seçenekleri sunuyordu. Sırtçantalı gezginler için başka bir alternatif nehrin öbür tarafındaki ranzalı odalarıyla Berat’s Backpackers Hostel.
Berat’ın tarihi camileri, Ortodoks kiliseleri 1944 - 1992 arasındaki Enver Hoca rejimi sırasında bile korunmuş, günümüzde de UNESCO’nun koruması altına girmiş. Şehrin Müslüman ve Hıristiyan nüfusunun oranları birbirine eşit. Arnavut kaldırımı taşlı dar sokaklarında yürürken çan sesleriyle minarelerden yükselen ezanın düet yaptığını duymak pek muhtemel. Çeşitli kültürlere tarih boyunca ev sahipliği yapan şehir üç eski yerleşim alanına bölünmüş: Merkez çarşı civarındaki Mangelem, sarp tepenin üstündeki kalenin surları arasında kalan Kalasa, Osumi Nehri’nin karşı yakasındaki tepenin yamacına yayılmış Gorica.
Berat’ın yüksek tepesindeki surları İlliryalılar MÖ 3. yüzyılda inşa etmiş. Şehre Antipatra adını vermişler. 5’inci yüzyılda şehri ele geçiren Bizanslılar surları takviye etmiş. 10. Yüzyıl’da Bulgarlar, 14’üncü Yüzyıl’da Sırplar gelmiş. 1450’de Osmanlı sınırları içine girmiş. Şehir Berat adını almış. 1944’te kısa süreliğine de olsa, bağımsız Arnavutluk’un başkenti olmuş.
Şehirdeki turuma tepedeki 24 kuleli görkemli kaleden (Kalasa) başladım. Otelimin önündeki beyaz taşlı arnavut kaldırımı yol yukarı tırmanıyordu. Zorlu bir yürüyüşle kale kapısına kadar çıkardı beni. Kale surlarının çevrelediği alan, şirin, tarihi evlerin, daracık dolambaçlı yolların olduğu kaybolunası bir Hiristiyan mahallesi. Surların içinde günümüzde yaklaşık 10 kadar kilise kalmış. En büyüğü müze haline getirilmiş. Büyük usta Onufri başta olmak üzere pek çok ustanın metal ve tahta üzerine işlenmiş gözalıcı ikon grafikleri sergileniyor müzede. Ahşap duvarlar dantel misali oymalarla süslü. Karşılıklı oturma düzenindeki sıraların, vitrinlerde sergilenen görkemli İncil kapaklarının arasında gezinirken, insan kendini ayrıcalıklı hissediyor. Surlar arasında kalan bölgede gezinirken, elde harita bile olsa, Aziz Theodore ve Aziz Nicholas kilisesini, Konstantin’in büstünü bulmak maharet gerektiriyor. Sur içinin en yüksek noktasında ve iç kalede manzarayı seyretmek için mola vermeye değer.
DUVARI RESİMLİ CAMİ
Kaleden dönerken solda, yolun içersinde 18’inci yüzyıldan kalma iki katlı Etnoğrafya Müzesi’ni bulabilirsiniz. Dış mimari yapısı kadar içersinde sergilenen giysiler, araç gereçler ve geleneksel hayatın yansıtıldığı bölümler ilginizi çekecektir. Aşağıya, Müslüman çoğunluğun bulunuğu Mangelem bölgesine geri indiğimde 14. Yüzyıl mirası Arnavutluk’un en eski camilerinden Sultan Camisi ve hemen yanı başında 1782’de Ahmet Kurt Paşa’nın yenilettiği Halveti Tekkesi hemen gözüme ilişti. Osumi Nehri kıyısındaki dış duvarları resimli, özenle boyanmış Bekarlar Camisi ve çarşı merkezinin Kurşunlu Camisi yüzyıllara meydan okuyordu.
Ağırlıklı olarak Hıristiyanların yaşadığı Gorica Mahallesi’ne ister Osumi Nehri üzerindeki yeni asma köprüden, isterseniz de 1780’de Osmanlıların yaptırdığı dokuz kemerli taş köprüden geçebilirsiniz. Çamlı tepenin eteğine yayılmış evlerle bağları çevreleyen taş duvarların arasına sıkışıp kıvrılarak uzanan şu meşhur taş kaldırımı yollarında yürürken, asma yaprakları altında süzülen bir zaman tünelinden geçip buraların geleneksel atmosferin içinde kaybolduğum hissine kapıldım bir süre. Ortodoks Hıristiyan kültürünün diğer örneklerini görmek ya da bir dilek mumu yakmak isterseniz Berat’ın bu yakasında Spyridon Manastırı’na ve Aziz Tomi’nin Kilisesi’ne uğrayabilirsiniz.