Beş günde saçlarımız ağardı
Son sözü vahşi denizin söylediği sularda, 14 metrelik tekneleri Uzaklar II ile 8 bin 500 mil kateden Kaptan Osman Atasoy ve Sibel Karasu için artık kara göründü! Antarktika’ya ulaşan ilk Türk yelkencileri Atasoy ve Karasu dönüş yolunda da Atlas Okyanusu’nu hiç durmadan 53 günde aştılar.
Soğuk ve beyaz. Beyaz ve soğuk. Uçsuz bucaksız Güney Okyanusu’nun ortasındaki Antarktika kıtasını en iyi özetleyen iki kelime. Osman Atasoy ve Sibel Karasu, tekneleri Uzaklar II’yle çıktıkları dünya turunun belki de en maceralı bölümlerinden birini işte bu Antarktika’ya ulaşırken yaşadılar.
Atasoy ve Karasu, ‘Uzaklar Antarktika’da’ projesi için geçen ocak ayı başında Güney Amerika kıtasının en güneyindeki Ateş Toprakları’na vardılar. Puerto Williams’tan yola çıkarak dümeni Antarktika’ya çevirdiler. Şubat ayının ilk haftasında Antarktika ana karasına ulaştılar. Antarktika’nın bu ilk Türk yelkencileri, yanlarında getirdikleri Türk bayrağını Şili üssünün komutanına teslim ettiler.
Ardından, buzullar arasında ilerleyip ıssız limanlarda demirleyerek tam altı hafta geçirdiler. Yol arkadaşları sadece penguenler, balinalar ve albatroslardı... Bu beyaz, soğuk ama son derece etkileyici dünyayı tekneye özel yerleştirilmiş tam donanımlı 3HD kamerayla kayda aldılar. Uzaklar II’nin dünyanın bu en tehlikeli sularındaki yolculuğu 23 Mart 2012’de, Arjantin’in en güney ucundaki Ushuaia Limanı’nda sona erdi.
Ama macera bitmedi. Çünkü güney yarıkürede hızlı başlayan kış, Uzaklar II’nin dönüş yoluna çıkışını geciktirdi. Ancak temmuz başında, “Vira bismillah” diyen Kaptan Osman Atasoy dümeni Atlas Okyanusu’na çevirdi. Bu kez de onları, fırtınalar ve dev dalgalar bekliyordu. Boralar ve sağanaklarla boğuştular. Zordu ama aştılar. Okyanustaki 53’üncü günlerinin sonunda kara göründü: Madeira Adası!
Şimdi önlerinde, Akdeniz’in ‘ev’ sayılabilecek suları var onlar için. Kasım başında, üç buçuk yılda toplam 22 bin deniz milini dümen sularında bırakmış bir şekilde Türkiye’ye varmayı planlıyorlar.
Tanrım teknem öyle küçük ki!
OSMAN ATASOY’UN SEYİR DEFTERİ
53 gün boyunca gece gündüz durmadan gittik. Madeira Adası’na vardığımızda 6 bin 500 okyanus milini geride bırakmıştık. “Tanrım, deniz o kadar büyük ve teknem o kadar küçük ki!” dedim. Okyanusa çıkan her denizci, altındaki tekne ne kadar büyük ve güçlü olursa olsun böyle düşünür.
Tanrı, inananlar için tabii ki her yerde ama Güney Okyanusu’nun uluyan fırtınalarında Tanrı’ya ses duyurmak o kadar zordur ki! Uzaklar II’nin seyri 65’inci güney paralelinden başladı, 50’nci paraleli geçip ‘Kükreyen Kırklar’a girdiğimizde deniz azmıştı. Peş peşe gelen iki fırtına günlerce tekneyi dövdü. Deniz bir teknenin ve mürettebatının ne kadar hazırlanmış olsalar da zayıf yanının bulup ortaya çıkarır.
Geceleri kamarada uzanıp fırtınanın uğultusunu dinlerken, zayıf yerimizin neresi olduğunu düşünüyor, her an endişe ve korkuyla bir şeylerin kırılmasını, devrilmesini bekliyorduk. Deniz zayıf yanımızı bulmakta gecikmedi, fırtınanın sonunda içme suyu depolarımıza tuzlu su girmişti. Neticede iki fırtınayı da atlattık. Güney Okyanusu bizi sıkı bir sınavdan geçirmiş ve anlaşılan bu hayatta kalmamızı uygun görmüştü. Vücudumuzdaki yara izleri ve morluklar birkaç gün içinde kapandı. Ancak fırtınanın bazı izleri daha uzun ömürlü olacağa benziyor. Beş günde beyazlayan saçlarımız eski haline dönmeyecek. Hafızamızdaki anılar yıllarca bizimle yaşayacak. Denizin ve tabiatın büyüklüğüne duyduğumuz hürmetse sonsuza kadar ruhumuzda yaşayacak.
BİNLERCE PENGUENİN ARASINA DEMİRLEDİK
Antarktika’nın ilk Türk yelkencileri oldunuz. Bu size ne hissettiriyor?
- Güney Okyanusu’nun derinliklerine doğru giderken kat ettiğimiz her mille hava biraz daha soğuyor, rüzgâr sertleşiyor, dalgalar büyüyordu. Günler sonra pruvamızda beyaz dağlar göründü. Kocaman buz dağlarının arasından geçip binlerce penguenin bekleştiği bir sahilin önüne demirledik. Küçük botumuzla karaya kürek çekerken dönüp Uzaklar II’ye baktım. Her yeri kaplayan beyazlığın içindeki tek farklı renk oydu. Kırmızı bordasıyla, gönderindeki kırmızı-beyaz bayrağıyla Antarktika’ya ne de çok yakışıyordu.
Antarktika’da sizi en çok ne etkiledi?
- Her yeni limana girerken Uzaklar II’nin direğine o ülkenin bayrağını çekeriz. Sonra formaliteler için gerekli kâğıtları toparlar, kendimizi bu yeni ortama hazırlamaya çalışırız. Antarktika’ya vardığımızda bunların hiçbirine gerek kalmadı. Direğimiz temiz, gönlümüz rahattı... Ne karada bekleyen şüpheli gümrükçüleri, ne anlayışsız pasaport polislerini ne de karaya ait bütün o diğer keşmekeşi dert etmeye gerek kaldı. Etrafımızda sadece balinalar, penguenler, denizaslanları ve albatroslar vardı. Antarktika’nın sakinleri bizi sessizce karşılayıp altı hafta boyunca misafir etti. Dönüşe geçerken, dünyanın uğruna savaşılmamış, kan dökülmemiş bu yegâne topraklarının hep böyle temiz kalması en büyük dileğimiz olmuştu.
Antarktika’da son 50 yılın en soğuk mevsimine denk geldiniz. Neler gözlemlediniz?
- Antarktika’da buzulların eridiği söyleniyordu. Her zamankinden daha soğuk bir mevsime denk geldiğimizden olacak, bu yönde bir gözlemimiz olmadı. Aksine her yerin donduğuna şahit olduk. Bazı koylarda sabah kalktığımızda deniz donmuş, çıkış yolu kapanmış oluyordu. Soğuk günlük yaşamımızın baş köşesindeydi… Ondan korunmak için hiç denemediğimiz yöntemler bulduk. Mesela, Sibel deniz suyuyla bulaşık yıkarken plastik eldivenlerin içine yün eldivenler giydi.