Beş gezgin beş öneri (KASIM)
Havaların iyice soğuyup kışa sayılı haftalar kalan şu günlerde, internet sitemizde yazan beş gezgin yazarımıza ‘Kasım’ ayında nereye gitmeli, neler yapmalı?’ diye sorduk. Beşinden de oldukça güzel, eğlenceli ve bütçeyi pek sarsmayacak öneriler geldi. Kasım ayının gelmesiyle birlikte soğuyan havalarda tatil planı hazırlığındaysanız bu listemiz tam sizlik…
Kasım ayında yazın sıcağı, kalabalığı ve kışın o buz gibi soğuğu yoktur. ‘Kasım’da çay vardır, kahve vardır, ıhlamur vardır, kitap vardır, film vardır ve bol sohbetli uzun pazar kahvaltıları vardır. Peki böylesi özel bir ayda nerelere gitmeli, neler yapmalı? Mutlaka kasım ayında gidilmesi gereken, sakinliği ve güzelliğiyle ruhunuzu dinlendirecek olan yerleri gezgin yazarlarımız sizler için kaleme aldılar. İşte beş gezginimizden beş harika öneri…
Nurgül BÜYÜKKALAY / Instagram: @nurgulbuyukkalay
Biraz doğa biraz tarih: Karacaören Baraj Gölü ve Sagalassos Antik Kenti
Eylül ve Ekim aylarında yazdan kalma günler yaşama isteğiyle deniz ve güneşin keyfini çıkaracağımız yerlere gitmek isteriz hâlâ ama Kasım ayında işler değişir. Havanın değişmesi ruh halimizde de bir değişim yaratıyor sanıyorum. Yazın koşuşturmasının verdiği yorgunluğu hem ruhen hem de bedenen dinlenerek atmak isteriz artık. Daha çok içimizi ısıtacak yerlere gitme isteği gelir.
Antalya’nın neredeyse yanı başında bulunan Karacaören Baraj Gölü ve çevresini keşfetmek için ailemle beraber düşüyoruz yollara… Burası çok fazla keşfedilmemiş, gizli bir cennet. Karacaören Baraj Gölü, Antalya’ya 60 km, Isparta’ya ise 68 km uzaklıkta Isparta-Burdur sınırları içerisinde yer alıyor. Bir baraj gölü olsa da manzarasıyla doğal bir gölü aratmıyor.
Gölün etrafı kızılçam ağaçlarıyla çevrili. Çevrede birçok alabalık çiftliği var ve salaş balık restoranlarında lezzetli yemekler yiyebiliyorsunuz. Gölde sportif balıkçılık, kano gezisi, doğa yürüyüşü, tekne gezintisi, bisiklet turu gibi keyifli birçok aktivite yapılabiliyor. Bölgenin en güzel manzarasını görmek için burada yaşayanların da önerdiği üzere Bayraktepe’ye çıkıyorum. Manzara eşsiz; sislerin kapladığı dumanlı dağlar, göl ve sonbaharın bin bir tonu karşımda.
Konaklama seçenekleri kısıtlı ancak Saklı Göl Evlerini gördükten sonra konaklamak için başka bir seçenek düşünmüyorsunuz. Çam ağaçlarının arasında göle karşı kurulmuş muhteşem bir yer. Burası tüm yıl boyunca açık ancak benim tercihim Kasım ayı oldu. Neden mi? Kasım ayında yazın sıcağı ve kalabalığı, kışın o buz gibi soğuğu yoktur henüz, tam da mevsimidir burası gibi ruhumuza iyi gelecek yerlere gitmenin.
Ateş ile ısınmanın zamanı gelmiştir artık. Bir şömine başı, ya da bir soba kenarında oturma hayalleri kurmaya başlarız. Kasım’da çay vardır, kahve vardır, ıhlamur vardır, kitap vardır, film vardır, bol sohbetli uzun pazar kahvaltıları vardır. Burada tüm bunları deneyimleme fırsatını bulacaksınız.
Göl ve çevresinde dinlenip doğanın keyfini çıkardıktan sonra Karacaören Baraj Gölüne bir saat uzaklıkta Türkiye’nin en güzel antik kentlerinden biri Sagalassos Antik Kenti’ne gidiyoruz. Buraya gitmek için bir plan yapın pişman olmazsınız. Sagalassos, Antalya'ya yaklaşık 100 km, Isparta’ya ise 41 km uzaklıkta, Burdur'a bağlı Ağlasun ilçesine 7 km mesafede yer alıyor. Hellenistik-Roma-Bizans dönemlerine ait mimari kalıntılar içeriyor kent, taşların işlemeleri, imparator heykelleri çok güzel.
Gürhan KARA / Instagram: @gurhankaracom
En güzeli burası: PLİTVİCE GÖLLER BÖLGESİ
Kasım ayı sonbahar renklerinin en belirgin olduğu aylardan biri olduğu için bu ay gidilecek en iyi yurt dışı rotalarından biri Hırvatistan’ın cennet bölgesi olan Plitvice Göller Bölgesidir. Plitvice Göller Bölgesi bir milli park ve UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınmış bir doğa harikası. Merdiven şeklinde birbirine şelalelerle bağlanmış 16 gölden ve çevresindeki ormanlık alandan oluşan dev bir milli park. 11 göl yukarı göller olarak tanımlanırken, 5 tanesi de aşağı göller olarak biliniyor.
En yüksekteki göl ile en aşağıdaki göl arasında tam 146 metre fark bulunuyor. Bölgedeki en uzun şelale ise tam 78 metre yüksekliğinde... Zagreb’ten Plitvice arabayla iki saate yakın sürüyor. Yol üzerinde bir başka doğal güzelliğe sahip bir köy bulunuyor; Rastoke...
Burası da yemyeşil ağaçlar, şırıl şırıl akan şelaleler ve nefis evlerden oluşan bir yer. Slunjcica Nehri burada Korana Nehri’ne karışıyor. Hafif yağan yağmur, sararmış ağaçlar, sonbahar kasveti bu köye inanılmaz yakışmış. Rastoke’ye uğramadan Plitvice’ye gitmeyin derim!
25 km uzaklıktaki Plitvice'ye ilerlerken iyice bastıran yağmur bizi endişelendirmedi değil. Üzerimizde ne yağmurluk vardı ne de altına girebileceğimiz şemsiyemiz mevcuttu. Hatta parkı gezemeyeceğiz diye de hayıflandık epey. Neyseki milli park girişindeki mağazada satılan yağmurluk ve şemsiyelerden alıp tura başladık. Rehberimiz bize yağmur sebebiyle 45 dakikalık olan kısa turu yaptıracağınız söyledi. Normalde 2 saatlik ve 5-6 saatlik farklı turlar da mevcutmuş.
Parka girdikten sonra ilk önce karşınıza tüm göl ve şelaleleri tepeden gören bir manzara karşılıyor. İşte benim nefesim ilk orada kesildi. Burası cennet mi acaba diye düşündüm. Manzara inanılmazdı. Koyu yeşil sulara sahip göller, yemyeşil ve sonbahar renklerine bürünmüş ağaçlar ve bir yandan akan şelaleler.
Şansımıza yağmurun da kesilmesiyle bu güzelliğe şahit olabildik. Aşağılara doğru inip göllerin kenarından şelalelerin döküldüğü yere kadar gittik. Sonra alt gölleri bitirip geri döndük. Yaklaşık 2 saatte alt göller turu yapmış olduk yağmur kesildiği için. Göllerin çevresinde dolaşabilmek için yapılmış olan platformlar kestane ağacından üretilmiş el yapımıymış. Toplam uzunluğu tam 8 km imiş!
Parkın hemen yanı başında bir restoran var. Licka Kuca adlı bu restoranda yöreye özel geleneksel yemekler servis ediliyor. Oldukça da sevilen bir restoran olduğu ve civardaki az sayıda restorandan biri olduğu için tıka basa doluydu gittiğimizde. Ama yağmur yüzünden ıslanan bedenlerimizi kurutabileceğimiz bir yere geldiğimiz için çok memnunduk. Bir de üzerine kuzu etli sebze çorbası, under iron diye tabir ettikleri yani demir bir kapağın altında pişirdikleri kuzu ve dana etleri ile patates kavurması ile apple strudel (peynirlisini mutlaka deneyin çünkü yöreye özel) harika gitti. Yanına da ev yapımı beyaz şarapları...
DENİZ TARHAN / Instagram: @hohhoyyt
Mezopotamya’nın incisi: MARDİN
Tarihi dokusu ve harika coğrafyasıyla Mardin, hem ilkbahar hem de sonbahar aylarının en güzel yurt içi rotalarından biri. Tarih boyunca Sümerler, Hititler, Asurlar, Urartular, Persler, Romalılar, Selçuklular, Bizanslılar, Araplar, Osmanlılar gibi birçok halka ev sahipliği yapmış bu şehir, Kasım ayında bir hafta sonu kaçamağı yapmak isteyenlere hem kültürel hem gastronomik açıdan dopdolu bir gezi vaat ediyor.
Mardin’e, İstanbul’dan iki saat süren bir uçak yolculuğu ile ulaşabiliyorsunuz. Havaalanından şehir merkezine minibüslerle 20 dakikalık bir yolculuk sonrası varıyorsunuz. Yalnızca Eski Mardin olarak geçen şehir merkezini gezmeyi düşünüyorsanız ve otelinizi de bu bölgede seçerseniz araç kiralamanıza gerek yok. Ancak gelmişken Mardin’in çevresini de gezelim derseniz araç kiralamanızı öneririm. Mardin’de görülecek çoğu yer Eski Mardin’de bulunuyor ve birbirilerine yakın mesafede yer aldıkları için yürüyerek gezebiliyorsunuz.
Mardin’in simgesi ve en eski camisi olan Ulu Cami, 14. yüzyılda Artuklular tarafından yapıldığı bilinen Zinciriye Medresesi, Mardin hakkında faydalı bilgiler edinebileceğiniz Sabancı Kent Müzesi ve Pazar günleri hariç oldukça hareketli olan, alışverişin en güzel adresi Revaklı Çarşı, gezmenizi tavsiye edeceğim yerler arasında. Mardin’de konaklama için de bölge olarak Eski Mardin’i tercih edebilirsiniz.
Otantik mimarili otelleri ve şehrin en görülesi yerlerine yürüyerek gidebilme avantajıyla bu bölge beklentilerinizi karşılayacaktır. Vakti olanlar Mardin’e 1.5 saat uzaklıktaki Midyat ve 2 saat uzaklıktaki Hasankeyf’i de ziyaret edebilirler. Ilısu Barajı çalışmaları nedeniyle eski halinden eser kalmasa, sular altına gömülmeden önce Hasankeyf’i görmenizi tavsiye ederim.
BANU GÜNDOĞDU/ Instagram: @heryolculukbirmasal
Kasımda yaz başkadır: MALTA ADASI
Kış gelmeden içimizi ısıtan güneşi hissedebileceğiniz, havayollarının düzenlediği kampanyalar sayesinde uçak biletine bir servet harcamadan gidebileceğiniz, üstelik çok uzak olmayan bir yer var. Dünyanın en küçük ülkelerinden, Akdeniz’in güzel adalarından Malta. Her ne kadar ada olarak bilinse de aslında bir takımada olan Malta, Kasım’da bile ziyaretçilerine tatlı bir ilkbahar havası sunuyor. Şansınız yaver gider de yağmura denk gelmezseniz keyifli bir hafta sonu geçirmeniz mümkün.
Malta, Gozo, Comino ve Malta olmak üzere üç adadan oluşuyor ve Malta adası bunların en büyüğü. Mevsim nedeniyle gezinizi Malta adasına ayırmanızı öneririm. Gezmeye nereden başlamalıyım derseniz Malta’nın başkenti Valletta en doğru yer olacaktır.
Valletta: Şövalyeleri ile ünlü Valletta sokaklarında yürürken kendinizi bazen Avrupa’da bazen de Orta Doğu’da hissediyorsunuz. Yokuşlu caddeleri, binaların rengârenk kapıları ve özellikle renkli cumbalı evler bana biraz Balat’ı, biraz Marsilya’yı anımsattı. Şehirdeki tüm caddeleri mutlaka keşfetmelisiniz. Zaten binaların güzelliğini görünce hiçbir sokağı kaçırmak istemeyeceğinizden eminim. Merchants caddesinde yer alan dükkanlardan bizdeki telkâriye benzeyen el yapımı gümüş takılar alabilir, Republic caddesindeki renkli cumbalı binaları görebilirsiniz. Şehrin en güzel yeri Upper Barrakka Garden’dan manzarayı izlemeden sakın Valletta’dan ayrılmayın.
Marsaxlokk: Malta’nın renkli, sevimli balıkçı kasabası Marsaxlokk listenizde mutlaka olmalı. Sahilini süsleyen Luzzu ismindeki renkli tekneler kasabanın sembolü ve manzaraya güzellik katıyor. Bu küçük kasabada kurulan açık hava pazarında Malta’ya özgü domates kurusu, kaktüs meyvesinden yapılmış Bajtra likörü, ünlü Gozo ketçabı dışında dantel, şövalye bibloları da alabilirsiniz. Sahilde yer alan restoranlarda balık yemeyi de unutmayın sakın.
Filiz GÜLTEN / Instagram: @filizgulten
Avrupa'nın kalbi: STRASBOURG
Öncelikle neden Strasbourg’u önerdiğimi açıklamak istiyorum. Kasım ayının son haftasına denk gelen hafta sonundan başlayıp Aralık sonuna kadar Avrupa'nın en büyük Noel Pazarı kuruluyor burada… Bu dönemde Strasbourg özellikle tüm Avrupalıların uğrak yeri oluyor, otel rezervasyonu yaptırmak için erken davranmak gerekiyor.
Şimdi gelelim Strasbourg’da neler yapabileceğimize… Birçok nehrin kesiştiği noktada bulunan konumu sayesinde Avrupa'nın kalbi olma niteliğini alan Strasbourg Tunç Çağı’ndan bu yana yerleşim yeri olarak kullanılmış. 1874'e kadar dünyanın en eski Gotik katedrali olan Strasburg Katedrali'ni şimdiki haline getirebilmek için 300 yıl çalışılmış. Katedralde bulunan, Rönesans döneminden kalma ‘Astrolojik Saat’ tek başına parça olarak 1987 bu yana Dünya Tarihi Anıt Listesi’ne girmiş.
Katedralin hemen yakınında ‘La Maison Kammerzell’ Strasbourg'un sembolü olmuş bir restoran… Mutlaka içeriyi gezin ve öncesinde rezervasyonunuzu yaptırmayı unutmayın. Strasbourg’un tarihi merkezinde bulunan ada ve nehirlerin arasında kalan bölüm ‘Grand Île’ olarak adlandırılıyor. Hatta UNESCO tarafından Dünya Miras Kenti olarak sınıflandırılmış.
Ayrıca Madame Tussaud’nun kurucusu, Marie Tussaud bu adada doğmuş. Strasbourg'da en sevdiğim yer Petite France. Oraya gittiğinizde Strasburg'un romantik ruhunu anlayacaksınız.
Petite France'da; Jacques Chirac'ın favori restoranı Chez Yvonne'a mutlaka uğrayın. Ayrıca, Au pont Saint Martin, L'oignon Les Trois Brasseurs Corde à linge 1592'den bu yana hizmet veren tarihi Maison des Tanneurs Alsace mutfağı sunan diğer popüler restoranlar… Strasbourg aynı zamanda bisikletle gezilebilir bir şehir. Hatta dünyada en çok bisiklet yolu olan dördüncü şehir… Mini bir bisiklet turu yapmayı ihmal etmeyin.
Son olarak, Kasım ayının son haftasına denk gelen hafta sonundan başlayıp Aralık sonuna kadar Avrupa'nın en büyük Noel Pazarı kuruluyor. Bu dönemde Strasbourg özellikle tüm Avrupalıların uğrak yeri oluyor, otel rezervasyonu yaptırmak için erken davranmak gerekiyor. Acele edin!
Fotoğraflar: Nurgül Büyükkalay, Gürhan Kara, Deniz Tarhan, Banu Gündoğdu, Filiz Gülten
Sonbaharın en güzel aşk rotaları