Gülgun TEREK
Son Güncelleme:
Bavyera Alpleri’nde sonbahar gezisi
Yeşilin sararan tonlarına, kırmızı yapraklı ağaçların katılmasıyla oluşan pastoral manzaranın en güzel örneklerine Bavyera Alpleri’nde rastlarsınız. Bölgeyi tanımak için en güzel seçenekler, Münih’ten başlayarak otomobille Salzburg veya Insbruck rotaları. Her iki güzergahta da gezginleri pek çok sürpriz bekler. Bu yollardan defalarca bile geçseniz her seferinde yeni güzellikler keşfedersiniz.
Alplerin güzelliği, ormanları, gölleri, yüksek dağları, nehirleri, binbir çiçekli kırları ve ağaçtan yapılmış biblo gibi evleri bir arada barındırmasından kaynaklanır. Gezmek için en akılcı yol otobandan ayrılarak ara yollara girmektir. Bu yollarda büyüleyici güzellikteki manzaralar, birbiri ardına patlayan flaşlar gibi, gözünüzün önünden geçer.
İlk durağımız, Tegernsee Gölü’nün kıyısındaki Bad Wiessee. Münih - Salzburg otobanından Holzkirchen’den ayrılıp Gmund’a varıyoruz. Otoyol işaretlerini takip ederek ulaştığımız göl kenarında, eşsiz manzaralarla dolu bir yolda ilerliyoruz. Bad Wiessee, göl çevresinde sıralanmış minik kasabalardan biri. Nüfusu 4560, otellerdeki toplam yatak sayısı 5700, yıllık geceleme 1 milyon 100 bin! Almanya’nın en güçlü iyot ve kükürt banyoları bu kasabada. Bu nedenle ismine 1922’de bad (kaplıca) sözcüğü eklenmiş. Tabiattan hoşlananlara burada bir gün konaklayıp çevreyi gezmeyi öneririm. Göl kenarında ve dağlara doğru yapılan yürüyüşlerde beni mutlu eden pek çok detay vardı: Gölde süzülen motorlar, tahtadan yapılmış evlerin balkonlarını, teraslarını süsleyen rengarenk çiçekler, gölün dağlarla, ormanlarla kucaklaşması... Evler, oteller, pansiyonların hemen hepsi ya ahşap yapılmış, ya da ağaç detaylarla süslenmiş. Balkonlar, parklar bahçeler, sokaklar birer çiçek demeti. Bu manzaraya, ellerinde yürüyüş bastonları, yerel giysileri, dize kadar yükselen yün çoraplarıyla çevrede dolaşan Bad Wiessee’lileri ekleyince tablo tamamlanıyor. Göl kenarındaki Seepromenade yolu yat kulübü, casino gibi yapıların yanından geçiyor. Ormanın içine doğru yürüdüğünüzde ise, tilkilerle ilgili uyarı levhaları dikkatimizi çekti. Aşılandıkları için saldırgan olabilirlermiş. Freihausadındaki 824 metrelik tepeye doğru yürüdüğünüzde, zirvesinde bir restoranla karşılaşıyorsunuz. Aşağılara doğru baktığınızda gölün manzarası, karşıdaki tepelerde sarı ve kırmızıya bürünen ağaçların görünümü çok etkileyici. Ancak en güzel manzarayı 1722 metrelik Wahlberg Dağı’ndan görebilirsiniz. Burada da bir restoran var.
Kasaba merkezindeki otelimizde, camı açınca ormanın kokusu odamıza doluyor. Kahvaltı salonu, misafir odası gibi. Kolalı, işli beyaz masa örtüsü üzerine sarı, kırmızı, sonbahar yaprakları serpiştirilmiş. Gümüş çatal, bıçaklarla kahvaltı servisi açılmış...
GALERİ 100 BİN TAŞLA SÜSLENMİŞ
Kahvaltıdan sonra hedefimiz Bad Reichenhall. Sınırın ötesindeki Salzburg’a 20 kilometre mesafedeki kasabanın geçmişi dört bin yıl öncesine uzanıyor. Geçmişte altın kadar değerli olan tuz madenlerine sahip kasaba, bu nedenle tarih boyunca savaşlara sahne olmuş. Surlar, kaleler, şatolar inşa edilmiş. Şimdilerde kaplıcaları, tuz madenleri ve çikolatasıyla meşhur. 18 bin nüfuslu, ancak her zaman nüfusun birkaç katı turist var. Emekliler kaplıca tedavisine geliyor. Açık havadaki tesisler, nefes açacak özelliklere sahip. Eski tuzhane (Salzmuseum) bugün tuz müzesi. 1834’de yapılan binası zamanının en büyük endüstriyel tesislerinden biriymiş. Yerin 14 metre altındaki havuzları 1507’de Erasmus Grasser inşa etmiş. Bu havuzdan tuzlar 19 yüzyılda yapılan sistemle yukarı pompalanıyor. Sistem bugün de çalışır durumda.
1870’den itibaren doğal su kaynaklarının çevresine parklar yapılmaya başlanmış. Yeni barok üslubuyla kentin engüzel kaplıca binası Kurhaus, 1900 yılında inşa edilmiş. 10 yıl sonra ise kaplıca çevresinde yağmurdan korunarak yürümeyi sağlayan ilginç galeri yapılmış. 160 metre uzunluğunda, 13 metre yüksekliğindeki galerinin süslenmesi için 100 bin civarında küçük siyah taş kullanılmış. Kaplıcanın suları sindirim sistemini düzenliyor.
Şehrin en güzel yapıları trafiğe kapalı bölümündeki iki cadde boyunca dizilmiş. Eşimle birlikte Ludwigstrasse ve Poststrasse’de kiliseler, çeşmeler, meydanlardan geçerek yürüyoruz. Belediye Sarayı geride kalıyor. Çevredeki her toprak parçasından çiçekler fışkırmış. Sokaklar ağaçlarla dolu. İyi düzenlenmiş parkların arasındaki şık ve kaliteli dükkanlar dikkat çekiyor. Arada serpiştiren yağmur etrafa nefis bir çimen kokusu yayıyor. Birdenbire müzik sesiyle irkiliyoruz. Şehir bandosu günlük gösterisi için meydanda yerini almış.
Çevrede birbirinden güzel üç göl var. Thumsee 2,5 kilometrelik kıyısında nefis yürüyüş alanları sunan bir tabiat koruma alanı. Saalachsee’nin doğası da çok güzel. Listsee ise bölgenin en önemli gölü. Şehrin tüm su ihtiyacını karşılıyor, yürüyüş ve spor merkezi.
Akşam yemeğinde yerel lezzetler sunan Gasthaus Staufenbrücke’yi tercih ettik. Masif ağaçtan, nefis süslemeli tahta sandalyeleri, minderli tahta köşe sedirleri, yerel giysili garsonlarıyla tipik bir Bavyera restoranı. Bölgede çok sevilen geyik etini tattım. Salça, soğan, karabiberle pişirilmişti. Son derece yağsız ve lezzetliydi. Yanına garnitür olarak dilimlenmiş limon ve ahududu reçeli konulmuştu. Ünlü biralarını da tatmayı ihmal etmedik. Gecenin ilerleyen saatlerinde şehir merkezindeki casinoya gittik. Şık müşterileri, zengin dekoruyla ilgi çekiciydi. Kıyafet zorunluluğu bulunan casinonun girişinde, ceket ve kravat kiralanıyordu.
HİTLER’İN KARTAL YUVASINI SAVAŞTA VURAMADILAR
Bad Reichenhall’a 19 kilometre uzaklıktaki Berchtesgaden, 16. yüzyılda güçlü bir şehir devletiymiş. 1910’da Bavyera krallığına bağlanmış. 1600 metreye kadar yükselen pek çok kayak pisti bulunan kent, kış sporları merkezi. Yerin 180 metre altındaki tuz madenleri artık turistik etkinliklere açık.
Küçük şehrin en güzel bölümü, eski yerleşimlerin bulunduğu tepeki Marktplatz. 1677’de yapılan çeşme, birbirinden güzel yapılarla çevrelenmiş. Meydandan bir kemerle Königschloss Sarayı’na geçiliyor. Pembe renkli yapı 13. yüzyıldayapılmış. Yakınındaki çift kuleli Stiftskirche, kentin en büyük kilisesi. Bölgeyi gezdikten sonra, 10 dakikalık yürüyüş mesafesindeki Grassl Cafe’de soluklandık. Bölgenin medarıiftiharı, sıcak vanilya soslu Appelstrudel’i tattık. Yürüyüşü sürdürdüğümüzde, 2714 metrelik ulu Watzmann Dağı’nın karlı zirvesi çıktı karşımıza. Otomobile dönüp, teleferik istasyonuna gittik. Dört kişilik teleferikle Obersalzberg Dağı’na tırmandık. Teleferiğin manzarası muhteşemdi. Aşağıda kaçışan ceylanlar, ulu çam ağaçlarından oluşan nefis orman, coşkuyla akan nehir, yeşilliklerin arasına saklanmış bir kasaba, kiliselerin sivri kuleleri... Öğle yemeğimizi Sonneck’te vadiye bakan bir restoranda yedik. Lahana çorbası, galata tozu ile kızartılmış piliç bonfile eşliğinde bölgenin özel içkilerinden siyah birayı ve sıcak şarabı tattık.
Berchtesgaden’in bir bölümü Türk adını taşıyor. Platerhof Tepesi’nde ise Zum Türken adlı bir otelle karşılaştık. Otelin yerinde 17. yy’da bir han varmış. Kurucusu, Viyana Kuşatması sırasında Osmanlılara karşı savaşmış. Zaferle evine dönüp, kurduğu hana bu ismi vermiş. Otelin biraz ilerisinde ise Hitler’in yeraltı sığınaklarından biri yer alıyor. Şehir geçmişte Alman faşizminin yükselişine tanıklık etmiş, önemli kalelerinden biri olmuş. Hitler, yakındaki Kartal Yuvası adlı şatoda kalmış bir süre. Sığınak, Hitler’in saldırı anında saklanması amacıyla yapılmış. Yerin 30 metre altına dev sığınağa dik bir merdivenden iniliyor. Odalar, galeriler, kanallarla havalandırılıyor, ısıtılıyormuş. Sığınağın bir bölümü çökme tehlikesine karşı kapatılmış. Filmlere konu olan, efsanevi Kartal Yuvası, Kehlsteinhaus Dağı’nın zirvesinde. Buraya özel araçların çıkması 1952’den beri yasak. Ziyaretçiler, çok dar ve virajlı yoldan özel otobüslerle 1700 metreye çıkarılıyor. Yürüyerek asansörün bulunduğu noktaya tırmanan ziyaretçileri, 124 metre yüksekteki şato kapısına asansör ulaştırıyor. Şatoyu Hitler’e 50. doğum gününde Nasyonal Sosyalist Parti hediye etmiş. Savaştaki hava saldırılarında bu şato bir türlü vurulamamış. Her zirvede olduğu gibi buranın da manzarası mükemmel.
Jenner Dağı’nın zirvesine güneşli bir günde çıktık. İki kişilik teleferik ilk istasyondan sonra birdenbire yerden çok yükseliyordu. Rüzgarın etkisiyle sallanması korkutucuydu. Zirvedeki manzara bu korkuya değdi. Kuzguna benzer bir kuş türünün ev sahipliği yaptığı zirvedeki manzara harikaydı. Tepeden çevredeki Kehlstein, Göll ve Brett dağlarını bir süre seyrettikten, kahvemizi içtikten sonra dönüşe geçtik. 1874 metrelik dağa yürüyerek inip çıkanları görünce epey şaşırdık.
ALMANYA’NIN EN YÜKSEK ÇAĞLAYANI
Gezimizin son durağı, zirveden gördüğümüz Königsee. Dağın eteğinde yer alan bu göl, Oberbayern bölgesinin irili ufaklı onlarca krater gölü arasında en güzeli. Sekiz kilometre uzunluğunda, en geniş yeri 1250 metre, en derin yeri 192 metre. Kirlenmemesi için 1909’den bu yana sadece elektrikli teknelerle geziliyor. Kasımda güneş erken battığından bot turları çok erken sona eriyor. Almanya’nın en yüksek çağlayanı, göle tam 400 metre yukarıdan dökülüyor. Çevredeki en önemli yerleşimlerden biri 17 yüzyıldan kalma soğan kubbeli kilisesi, eski av köşküyle ilgi çeken St.Bartolomeo. Eski çağlarda soyguncular zor ulaşılan bu bölgeye saklarmış hazinelerini. 18 elektrikli teknenin çalıştığı gölün kıyısındaki en büyük yerleşim, gölün adını taşıyan Königsee. Bu minik yerleşimde turizm sezonunda yer bulmak adeta imkansız.
Mozart’ın çikolatası mahkemelik
Reber Cafe, Bad Reichenhall’da. 1865’te kafenin sahibi Reber, badem, fındık, fıstık ezmelerini karıştırmış, çikolatayla kaplamış, yaldıza sarmış. Geliştirdiği bu leziz tatlıya Mozart Kugeln adını vermiş. Şöhreti tüm dünyaya yayılmış.1970’te aynı isimle Salzburg’da Mirabell firması çikolata üretmeye başlayınca mahkemelik olmuşlar. Yasal mücadele hálá sürüyor.
Reber Cafe tam bir müze. Mozart kıyafetli gençler kapıda duruyor, bahçede Mozart ezgileri çalınıyor. Dev bir salondan oluşan satış bölümü kırmızı ve
beyaz renklerle dekore edilmiş. Ünlü Mozart çikolatası akla gelecek her şekilde sunuluyor. Kafe bölümü her biri bir pastane büyüklüğünde altı ayrı salondan oluşmuş. Piyanoda Mozart’ın eserleri çalınıyor. Havada taze çekilmiş kahve kokusu hakim. Bu kadar küçük bir kasabada böyle büyük bir kafeyle karşılaşmak şaşırtıcı. Ancak günün her saatinde ağzına kadar dolu, oturacak yer bulmak zor. Kestaneli, çikolatalı, çilekli pastaları çok lezzetli. Reber’in çikolatalarını havaalanlarındaki mağazalarda da bulmanız mümkün.
İlk durağımız, Tegernsee Gölü’nün kıyısındaki Bad Wiessee. Münih - Salzburg otobanından Holzkirchen’den ayrılıp Gmund’a varıyoruz. Otoyol işaretlerini takip ederek ulaştığımız göl kenarında, eşsiz manzaralarla dolu bir yolda ilerliyoruz. Bad Wiessee, göl çevresinde sıralanmış minik kasabalardan biri. Nüfusu 4560, otellerdeki toplam yatak sayısı 5700, yıllık geceleme 1 milyon 100 bin! Almanya’nın en güçlü iyot ve kükürt banyoları bu kasabada. Bu nedenle ismine 1922’de bad (kaplıca) sözcüğü eklenmiş. Tabiattan hoşlananlara burada bir gün konaklayıp çevreyi gezmeyi öneririm. Göl kenarında ve dağlara doğru yapılan yürüyüşlerde beni mutlu eden pek çok detay vardı: Gölde süzülen motorlar, tahtadan yapılmış evlerin balkonlarını, teraslarını süsleyen rengarenk çiçekler, gölün dağlarla, ormanlarla kucaklaşması... Evler, oteller, pansiyonların hemen hepsi ya ahşap yapılmış, ya da ağaç detaylarla süslenmiş. Balkonlar, parklar bahçeler, sokaklar birer çiçek demeti. Bu manzaraya, ellerinde yürüyüş bastonları, yerel giysileri, dize kadar yükselen yün çoraplarıyla çevrede dolaşan Bad Wiessee’lileri ekleyince tablo tamamlanıyor. Göl kenarındaki Seepromenade yolu yat kulübü, casino gibi yapıların yanından geçiyor. Ormanın içine doğru yürüdüğünüzde ise, tilkilerle ilgili uyarı levhaları dikkatimizi çekti. Aşılandıkları için saldırgan olabilirlermiş. Freihausadındaki 824 metrelik tepeye doğru yürüdüğünüzde, zirvesinde bir restoranla karşılaşıyorsunuz. Aşağılara doğru baktığınızda gölün manzarası, karşıdaki tepelerde sarı ve kırmızıya bürünen ağaçların görünümü çok etkileyici. Ancak en güzel manzarayı 1722 metrelik Wahlberg Dağı’ndan görebilirsiniz. Burada da bir restoran var.
Kasaba merkezindeki otelimizde, camı açınca ormanın kokusu odamıza doluyor. Kahvaltı salonu, misafir odası gibi. Kolalı, işli beyaz masa örtüsü üzerine sarı, kırmızı, sonbahar yaprakları serpiştirilmiş. Gümüş çatal, bıçaklarla kahvaltı servisi açılmış...
GALERİ 100 BİN TAŞLA SÜSLENMİŞ
Kahvaltıdan sonra hedefimiz Bad Reichenhall. Sınırın ötesindeki Salzburg’a 20 kilometre mesafedeki kasabanın geçmişi dört bin yıl öncesine uzanıyor. Geçmişte altın kadar değerli olan tuz madenlerine sahip kasaba, bu nedenle tarih boyunca savaşlara sahne olmuş. Surlar, kaleler, şatolar inşa edilmiş. Şimdilerde kaplıcaları, tuz madenleri ve çikolatasıyla meşhur. 18 bin nüfuslu, ancak her zaman nüfusun birkaç katı turist var. Emekliler kaplıca tedavisine geliyor. Açık havadaki tesisler, nefes açacak özelliklere sahip. Eski tuzhane (Salzmuseum) bugün tuz müzesi. 1834’de yapılan binası zamanının en büyük endüstriyel tesislerinden biriymiş. Yerin 14 metre altındaki havuzları 1507’de Erasmus Grasser inşa etmiş. Bu havuzdan tuzlar 19 yüzyılda yapılan sistemle yukarı pompalanıyor. Sistem bugün de çalışır durumda.
1870’den itibaren doğal su kaynaklarının çevresine parklar yapılmaya başlanmış. Yeni barok üslubuyla kentin engüzel kaplıca binası Kurhaus, 1900 yılında inşa edilmiş. 10 yıl sonra ise kaplıca çevresinde yağmurdan korunarak yürümeyi sağlayan ilginç galeri yapılmış. 160 metre uzunluğunda, 13 metre yüksekliğindeki galerinin süslenmesi için 100 bin civarında küçük siyah taş kullanılmış. Kaplıcanın suları sindirim sistemini düzenliyor.
Şehrin en güzel yapıları trafiğe kapalı bölümündeki iki cadde boyunca dizilmiş. Eşimle birlikte Ludwigstrasse ve Poststrasse’de kiliseler, çeşmeler, meydanlardan geçerek yürüyoruz. Belediye Sarayı geride kalıyor. Çevredeki her toprak parçasından çiçekler fışkırmış. Sokaklar ağaçlarla dolu. İyi düzenlenmiş parkların arasındaki şık ve kaliteli dükkanlar dikkat çekiyor. Arada serpiştiren yağmur etrafa nefis bir çimen kokusu yayıyor. Birdenbire müzik sesiyle irkiliyoruz. Şehir bandosu günlük gösterisi için meydanda yerini almış.
Çevrede birbirinden güzel üç göl var. Thumsee 2,5 kilometrelik kıyısında nefis yürüyüş alanları sunan bir tabiat koruma alanı. Saalachsee’nin doğası da çok güzel. Listsee ise bölgenin en önemli gölü. Şehrin tüm su ihtiyacını karşılıyor, yürüyüş ve spor merkezi.
Akşam yemeğinde yerel lezzetler sunan Gasthaus Staufenbrücke’yi tercih ettik. Masif ağaçtan, nefis süslemeli tahta sandalyeleri, minderli tahta köşe sedirleri, yerel giysili garsonlarıyla tipik bir Bavyera restoranı. Bölgede çok sevilen geyik etini tattım. Salça, soğan, karabiberle pişirilmişti. Son derece yağsız ve lezzetliydi. Yanına garnitür olarak dilimlenmiş limon ve ahududu reçeli konulmuştu. Ünlü biralarını da tatmayı ihmal etmedik. Gecenin ilerleyen saatlerinde şehir merkezindeki casinoya gittik. Şık müşterileri, zengin dekoruyla ilgi çekiciydi. Kıyafet zorunluluğu bulunan casinonun girişinde, ceket ve kravat kiralanıyordu.
HİTLER’İN KARTAL YUVASINI SAVAŞTA VURAMADILAR
Bad Reichenhall’a 19 kilometre uzaklıktaki Berchtesgaden, 16. yüzyılda güçlü bir şehir devletiymiş. 1910’da Bavyera krallığına bağlanmış. 1600 metreye kadar yükselen pek çok kayak pisti bulunan kent, kış sporları merkezi. Yerin 180 metre altındaki tuz madenleri artık turistik etkinliklere açık.
Küçük şehrin en güzel bölümü, eski yerleşimlerin bulunduğu tepeki Marktplatz. 1677’de yapılan çeşme, birbirinden güzel yapılarla çevrelenmiş. Meydandan bir kemerle Königschloss Sarayı’na geçiliyor. Pembe renkli yapı 13. yüzyıldayapılmış. Yakınındaki çift kuleli Stiftskirche, kentin en büyük kilisesi. Bölgeyi gezdikten sonra, 10 dakikalık yürüyüş mesafesindeki Grassl Cafe’de soluklandık. Bölgenin medarıiftiharı, sıcak vanilya soslu Appelstrudel’i tattık. Yürüyüşü sürdürdüğümüzde, 2714 metrelik ulu Watzmann Dağı’nın karlı zirvesi çıktı karşımıza. Otomobile dönüp, teleferik istasyonuna gittik. Dört kişilik teleferikle Obersalzberg Dağı’na tırmandık. Teleferiğin manzarası muhteşemdi. Aşağıda kaçışan ceylanlar, ulu çam ağaçlarından oluşan nefis orman, coşkuyla akan nehir, yeşilliklerin arasına saklanmış bir kasaba, kiliselerin sivri kuleleri... Öğle yemeğimizi Sonneck’te vadiye bakan bir restoranda yedik. Lahana çorbası, galata tozu ile kızartılmış piliç bonfile eşliğinde bölgenin özel içkilerinden siyah birayı ve sıcak şarabı tattık.
Berchtesgaden’in bir bölümü Türk adını taşıyor. Platerhof Tepesi’nde ise Zum Türken adlı bir otelle karşılaştık. Otelin yerinde 17. yy’da bir han varmış. Kurucusu, Viyana Kuşatması sırasında Osmanlılara karşı savaşmış. Zaferle evine dönüp, kurduğu hana bu ismi vermiş. Otelin biraz ilerisinde ise Hitler’in yeraltı sığınaklarından biri yer alıyor. Şehir geçmişte Alman faşizminin yükselişine tanıklık etmiş, önemli kalelerinden biri olmuş. Hitler, yakındaki Kartal Yuvası adlı şatoda kalmış bir süre. Sığınak, Hitler’in saldırı anında saklanması amacıyla yapılmış. Yerin 30 metre altına dev sığınağa dik bir merdivenden iniliyor. Odalar, galeriler, kanallarla havalandırılıyor, ısıtılıyormuş. Sığınağın bir bölümü çökme tehlikesine karşı kapatılmış. Filmlere konu olan, efsanevi Kartal Yuvası, Kehlsteinhaus Dağı’nın zirvesinde. Buraya özel araçların çıkması 1952’den beri yasak. Ziyaretçiler, çok dar ve virajlı yoldan özel otobüslerle 1700 metreye çıkarılıyor. Yürüyerek asansörün bulunduğu noktaya tırmanan ziyaretçileri, 124 metre yüksekteki şato kapısına asansör ulaştırıyor. Şatoyu Hitler’e 50. doğum gününde Nasyonal Sosyalist Parti hediye etmiş. Savaştaki hava saldırılarında bu şato bir türlü vurulamamış. Her zirvede olduğu gibi buranın da manzarası mükemmel.
Jenner Dağı’nın zirvesine güneşli bir günde çıktık. İki kişilik teleferik ilk istasyondan sonra birdenbire yerden çok yükseliyordu. Rüzgarın etkisiyle sallanması korkutucuydu. Zirvedeki manzara bu korkuya değdi. Kuzguna benzer bir kuş türünün ev sahipliği yaptığı zirvedeki manzara harikaydı. Tepeden çevredeki Kehlstein, Göll ve Brett dağlarını bir süre seyrettikten, kahvemizi içtikten sonra dönüşe geçtik. 1874 metrelik dağa yürüyerek inip çıkanları görünce epey şaşırdık.
ALMANYA’NIN EN YÜKSEK ÇAĞLAYANI
Gezimizin son durağı, zirveden gördüğümüz Königsee. Dağın eteğinde yer alan bu göl, Oberbayern bölgesinin irili ufaklı onlarca krater gölü arasında en güzeli. Sekiz kilometre uzunluğunda, en geniş yeri 1250 metre, en derin yeri 192 metre. Kirlenmemesi için 1909’den bu yana sadece elektrikli teknelerle geziliyor. Kasımda güneş erken battığından bot turları çok erken sona eriyor. Almanya’nın en yüksek çağlayanı, göle tam 400 metre yukarıdan dökülüyor. Çevredeki en önemli yerleşimlerden biri 17 yüzyıldan kalma soğan kubbeli kilisesi, eski av köşküyle ilgi çeken St.Bartolomeo. Eski çağlarda soyguncular zor ulaşılan bu bölgeye saklarmış hazinelerini. 18 elektrikli teknenin çalıştığı gölün kıyısındaki en büyük yerleşim, gölün adını taşıyan Königsee. Bu minik yerleşimde turizm sezonunda yer bulmak adeta imkansız.
Mozart’ın çikolatası mahkemelik
Reber Cafe, Bad Reichenhall’da. 1865’te kafenin sahibi Reber, badem, fındık, fıstık ezmelerini karıştırmış, çikolatayla kaplamış, yaldıza sarmış. Geliştirdiği bu leziz tatlıya Mozart Kugeln adını vermiş. Şöhreti tüm dünyaya yayılmış.1970’te aynı isimle Salzburg’da Mirabell firması çikolata üretmeye başlayınca mahkemelik olmuşlar. Yasal mücadele hálá sürüyor.
Reber Cafe tam bir müze. Mozart kıyafetli gençler kapıda duruyor, bahçede Mozart ezgileri çalınıyor. Dev bir salondan oluşan satış bölümü kırmızı ve
beyaz renklerle dekore edilmiş. Ünlü Mozart çikolatası akla gelecek her şekilde sunuluyor. Kafe bölümü her biri bir pastane büyüklüğünde altı ayrı salondan oluşmuş. Piyanoda Mozart’ın eserleri çalınıyor. Havada taze çekilmiş kahve kokusu hakim. Bu kadar küçük bir kasabada böyle büyük bir kafeyle karşılaşmak şaşırtıcı. Ancak günün her saatinde ağzına kadar dolu, oturacak yer bulmak zor. Kestaneli, çikolatalı, çilekli pastaları çok lezzetli. Reber’in çikolatalarını havaalanlarındaki mağazalarda da bulmanız mümkün.