Balinalar gelince
Cape Town’a karayoluyla 130 kilometre uzaklıktaki Hermanus eylül sonunda hem ilkbaharın hem de balinaların gelişini festivalle kutluyor. Almanından Japonuna pek çok doğasever dünyanın karadan balina gözlemi yapılabilen en ünlü kasabasında buluşuyor. Büyük Antarktika balinalarının aşk ve doğum gösterisi aralık ayına kadar sürüyor.
Üç gündür sesi çıkmayan telefonum tam o sırada çalmıştı. 11 bin kilometre öteden, Türkiye’den arayan kişiyle hiç istemeden giriştiğim uzun bir konuşmayı noktalamaya çalışıyordum. Yol arkadaşım Mustafa Sönmez omzuma dokunup “Şovu kaçırıyorsun” demese fark etmeyecektim… İşaret ettiği noktaya baktığımda tek gördüğüm, sahilden 300 metre açıkta, deniz yüzeyinden yaklaşık 6-7 metre yükselen siyah bir kütlenin çevresine beyaz köpükler püskürterek, dimdik suya gömülmesiydi. Batarken ufuk çizgisine 90 derece açıyla burnunu gökyüzüne diken bir geminin karanlık sularda kaybolması gibi…
HAYRET VEREN SÜKÜNET
Birkaç dakika sonra, aynı yerden ikinci balina, ağzından beyaz sular püskürterek neredeyse kuyruğuna kadar yükseldiğinde beni en çok şaşırtan çevredeki sessizlikti. Walker Körfezi’nin batı ucundaki falezlere yapılmış, denizden yaklaşık 50 metre yüksekteki seyir terasında, dünyanın dört bir yanından gelmiş balina gözlemcileriyle birlikteydik. Dürbünleri, teleobjektifli fotoğraf makineleriyle bu müthiş doğa olayını izliyorlardı. Japonu, İngilizi, Almanı, Amerikalısı… Çevredeki kafelerde, sahildeki banklarda gün boyu oturup bu anı beklemiş, balinalar görülünce seyir terasına koşmuşlardı. Ve sükünet içinde izliyorlardı. Ne bir çığlık ne bir ıslık, hayret nidası…
Ekimin ilk günüydü. Afrika’nın güney ucunda her zamankinden soğuk geçen, şiddetli yağışlarla dolu bir kışın sonunda, baharın ilk günü yaşanıyordu. Sıcaklık 25 dereceyi bulmuştu. Hava pırıl pırıl ve rüzgârsızdı. Yaklaşık 20 kilometrelik Walker Körfezi’nin her noktası, arkasındaki yemyeşil dağlar çok net görülebiliyordu. Atlantik ve Hint okyanuslarının buluştuğu 125 kilometre uzaktaki L’Agulhas’tan geliyorduk. Kesişme noktasını ve ülkenin en eski denizfenerini görmüş, coğrafi işaretin yanı başında buz gibi suya atlamış, sahilden deniz kabukları, mercanlar toplamış, fotoğraf çekmiştik. Cape Town’dan günübirlik 250 dolara kiraladığımız otomobilin Hint asıllı Müslüman şoförü İrşad bize sürpriz yapmış, kaymak gibi asfaltlanmış otobanı bırakıp rengârenk yabani çiçeklerin açtığı çayırlar, lavanta tarlaları, okaliptüs ve karabiber ağacı ormanlarıyla kaplı milli park sahasından geçen stabilize yola girmişti. Yolumuza çıkan makak maymunları, zebra ve antiloplarla selamlaşıp, her biri butik otel olarak hizmet veren uçsuz bucaksız çiftliklerden geçmiştik…
Hermanus’a yaklaşırken İrşad’a YouTube’de izlediğim videoları anlatmıştım. Balinalar kıyıya yaklaşık 30-40 metre kadar yaklaşıyor, gözlemciler büyük bir kayadan fotoğraf çekiyordu. Video tepedeki bir çocuk parkından çekilmişti. “Ben orayı biliyorum” dedi İrşad. Bizi parkın yanı başında indirdiğinde saat 17.00 olmuştu. Ve uyardı: “Günbatımına kadar 1,5 saatiniz var…”
DENİZ KAÇMIŞ!
Otomobilden iner inmez videodaki kayayı gördüm. Ama üstü bomboştu. Sahil denizden başını uzatmış, dalgalarla sallanan karartılarla doluydu. “Hiç bu kadar karabatağı bir arada görmemiştim” diye düşündüm. Dikkatli baktığımda bunların dev yosunlar olduğunu anladım…
İnternette gelgit nedeniyle çekilen suların saat 18.00’den itibaren yükseleceğini okumuştum. Sahil bu kadar sığ olduğuna göre, balinaları dokunabileceğim kadar kıyıda görmek hayaldi. Zaten sahilde de herhangi bir heyecan belirtisi yoktu. Bir grup Japon, Çinli genç, ak saçlı Almanlar falezlerin üstünde yürüyüşe çıkmıştı. Asıl kalabalık tepe boyunca sıralanan otellerin, pansiyonların, kafelerin teraslarındaydı. Herkes balinaların ortaya çıkmasını bekliyordu…
Balinalar ve çevredeki yaban hayvanlarıyla ilgili bilgilendirici panoları, savaş kurbanları anısına dikilen anıtı geçip burnun en ucundaki seyir terasına ulaştık. Okyanusun derinliklerinden gelen ölü dalgalar açıktaki kayalıklara vurup dev köpükler çıkarıyor, genç âşıklar bu köpüklerin önünde fotoğraf çektiriyordu. Bir grup Portekizli öğrencinin neşeli çığlıkları yankılanıyordu kayalıklarda…
Burnun arkasında ise olağanüstü bir manzara bizi bekliyordu. Kayalıklara çarpan dalgalardan püsküren su zerrecikleri havada pus tabakası yaratmıştı. Batı ufkuna doğru inen güneşin sararan ışıkları bu pusu aydınlattığında ortaya esrarengiz bir görüntü çıkıyordu. Üstelik denize kadar inen görkemli kayalıkların üstü bahar nedeniyle yemyeşil bitki örtüsüyle, rengarenk yabani çiçeklerle kaplanmıştı. Güneşin altın rengi huzmeleri, tül perdeyi andıran sis, yeşillikler, yaban çiçekleri, kayalar, okyanus dalgaları… Tüm bunlar bir araya geldiğinde başdöndürücü bir tablo çıkıyordu.
SİSİN ARDINDAKİ BÜYÜLEYİCİ SESLER
Aslında bu bir illüzyondu. Merak edip sise doğru yürüdüğümüzde ışığın açısı değişti, tül perde ortadan kalktı. Fakat aynı anda bir başka sürpriz yaşadık. Aşağılarda, kayaların üstüne yapılmış ahşap yoldan yürüyen bir grup zenci kız şarkı söylemeye başladı. Soprano, alto seslerle solo aryalar, ilahiler söylüyorlardı. Mozart’ın Requem’ini, Beethoven’in 9’uncu Senfoni’sinden temaları duyduğumda kulaklarıma inanamadım. Birkaç dakika sonra yukarı çıktıklarında, yollarımız kesiştiğinde gruptakilerin 15-16 yaşlarında çocuklar olduğunu fark ettim. Öylesine güzeldi ki sesleri peşlerine takılıverdik gayriihtiyari. İçlerinde en geniş sese sahip olanı en tombuluydu. Kimisi yalınayaktı. Giyimlerine, ellerindeki akıllı telefonlara bakılırsa orta halli ailelerden geliyorlardı. Büyük ihtimalle koro üyesiydi hepsi. Bizim dikkatli bakışlarımızı görünce mahcup oldular. Birbirlerine nispet yaparcasına söyledikleri aryaların yerini kahkahalarla bölünen mırıltılar aldı. Aslında çevredeki turistleri şaşırtmak için şov yapıyorlardı. Fakat bizim şaşkınlığımız onları da şaşırtmış, oyun bozulmuştu…
Kızları şarkılarıyla baş başa bırakıp tekrar seyir terasına döndük. İlk balinayı o sırada, denizdeki kayalığın hemen arkasında gördüm. Suyun üstünde bir karartı olarak sırtı belirdi ve kayboldu. Hızla seyir noktasına yürüdük. Sahildeki herkes aynı kıpırtıyı görmüş, uçurumun kıyısına koşmuştu. Bir süre kalabalığın fotoğrafını çektim. Aradan yarım saat geçmesine rağmen bir kez daha ortaya çıkmayınca umudunu kesenler ayrıldı. Bir kısmı kafelere döndü. İşte tam o sırada telefonum çaldı. Ve balinaların ilk atlayışını kaçırdım. Ardından iki kez daha atladı. Boyu 17 metreyi bulan, 50 tonluk balina yüzeydeki balıkları, planktonları ağzına doldurmak için derinlerden hızlanarak geliyor, neredeyse kuyruğuna kadar sudan çıkıyordu.
Anne balinanın işi hiç kolay değildi. Yavrularını doğurmak için Antarktika’dan binlerce kilometre yüzüp Hermanus’a geliyor, altı ayda bebekleri yetiştirip yine kuzeyin soğuk sularına dönüyordu. Yavrularını beslemek, yeterince süt üretmek için tonlarca gıdaya ihtiyacı vardı…
Balinalar yavrularıyla oynarken kimi zaman karaya vuracak kadar kıyıya yaklaşıyor, bu da meraklılara gözlem imkânı sağlıyordu. Çıplak gözle hayvanların vücutlarındaki asalakları görmek bile mümkündü. İşte bu sayede Hermanus, dünyada karadan balina gözlemi yapılabilen üç yer arasında en ünlüsüydü. Her yıl eylül sonunda üç günlüğüne balina festivali yapılıyor, aralık ayına kadar kasabanın otelleri doğa gözlemcileriyle doluyordu. Daha sonra yaz mevsiminin telaşı başlıyor, marta kadar kasaba turistle dolup taşıyordu.
Güneş tepedeki evlerin ardında kaybolduğunda dönüş saati gelmişti. Üç atlayışla yetinecektik. Biz balinaları seyrederken İrşad, stabılize yolda toza batmış Mercedes’ini parlatmış, geri gelmişti. O ana kadar cennet gibi bir doğanın içinde 350 kilometre yol yapmıştık. Kıyıdan dik açıyla yükselen dağların eteğinden, turkuvaz renkli koylardan, rengârenk çiçeklerle kaplı çayırlardan geçip Cape Town’a ulaşan 130 kilometrelik uzun bir yol bizi bekliyordu…
(Bu yolculuk Cape Town Turizm Birliği, Sun International Hotels, THY sponsorluğunda yapılmıştır.)
Cüssesine bakmayın, çok muzip
Zaman zaman dev yüzgecini sudan çıkarıp, yelken gibi kullanan, rüzgârla oynamayı seven muzip bir balık Büyük Antarktika Balinası (Eubalaena australis). Bir zamanlar dünyadaki toplam nüfusları 60 bini buluyordu. Geriye 10 bini kaldı. Doğduğunda boyu 6 metre, ağırlığı bir ton. Ortalama ömrü 50 yıl, 150 yıla kadar yaşıyor. Yetişkin dişiler 47, erkekler 80 tona kadar büyüyor. Erkekleri yeryüzünün en büyük yumurtalığa sahip canlıları. Teki 500 kilo. Dişiler Walker Körfezi’nde çiftleştikten bir yıl sonra, doğurmak için aynı yere geliyor. 3-4 yıl arayla tek yavru doğuruyorlar.
İstasyonu var tren hattı yok
Tam ismiyle Hermanuspietersfontein, nüfusun yüzde 42’si beyazlardan oluşan, Akdeniz sahil kasabalarını andıran bir yerleşim. Çevresi bağlarla kaplı. Geçen yüzyılda balıkçı köyü olarak kurulmuş, tren istasyonu yapıldığı halde halkı hızlı gelişmeye karşı çıkıp, tren hattının döşenmesini engellemiş. Bugün 10 bin nüfuslu bir kasaba. Her yıl eylül sonundaki balina festivalinde 150 bin ziyaretçi ağırlıyor. Bir zamanlar balina avcılığıyla geçinen kasaba şimdilerde balina gözlemcilerinden önemli gelir elde ediyor. 1992’den bu yana, yılın beş ayı Hermanus kıyısında bir resmi balina gözcüsü nöbet tutuyor. Balıklar göründüğünde tüm kasabanın duyacağı şekilde borazan çalıyor. Görevi 2006’da devralan son gözcü Zolile Baleni, The Wale Caller adlı romana konu oldu. Kasabanın kıyılarına kimi zaman bir günde 200’e yakın balina uğruyor. Kasaba çevresinde fok, yunus, büyük beyaz köpek balığı gözlemi de yapılıyor.
Büyük beyaz köpekbalığına meydan okuyorlar
Hermanus’taki en popüler etkinliklerden biri de köpekbalığı turu. Fokları avlamak için bu kıyılara gelen büyük beyazı suyun içinde gözlemlemek isteyenler dalgıç donanımı giyip, çelik kafesin içinde denize sarkıtılıyor. Daha sonra denize kan dökülüyor. Dyer Adası civarında yapılan turların fiyatı kişi başı 125 dolar.