Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik...
Sevgili dostlar, bir koca yılı daha devirdik iyi ve kötü günler ile. Hürriyet Seyahat eki yazılarım çok vaktimi aldı ama çok keyifli olduğunu söylemem lazım. Beraber çok şey yaşadık. Büyülü Sicilya’ya yeniden sırılsıklam âşık oldum. Etna’nın tılsımına kapıldım, Iguazu’da ıslandım, Tayland’da fal baktım. Yeri geldi ağladım, yeri geldi güldüm. Şöyle bir bakalım…
NEDİR ‘ETNA ÂŞIĞI’ OLMAK?
Etna 3329 metre ile Avrupa’nın en yüksek aktif yanardağı. Dağ etekleri, verimli volkanik toprakları ile üzüm bağları, badem ağaçları, turunçgilleri, sebze tarlaları ve süs bitkileri ile Avrupa’nın arka bahçesi. Kıvrımlı yolları antik bağların arasında sizi gezdirirken yüzünüzü bin bir koku okşar. Yol kenarında ürpertici simsiyah donmuş lav kayaları göreceksiniz. Tepelerde üç renk hâkim. Gece siyahı sert şekilli ürkütücü kayalar, katırtırnaklarının sarı çiçekleri ve koyu mavi gökyüzü.
Sabah saatlerinde Etna’nın tepesi devamlı baca gibi beyaz buhar soluyor. Hakikaten tarifi zor, sihirli bir atmosferi var.
BENİ AĞLATAN KALİMNOS
“Ege adaları Tanrı’nın insanlara bağışladığı bir hediyedir” demiş Halikarnaslı Herodot. Ben de çok gezdim adaları bu sene. Yıllardır uğramadığım Kalimnos (Kilimli Adası) beni en çok etkileyen oldu.
Akşamüstü limanda bir lokantada birer kadeh uzo veya reçine şarabı (çok soğuk içilen reçine kokulu beyaz şarap) eşliğinde bir şeyler atıştırmaya oturduk ama gece yarısı anca kalkabildik. Müzisyenler geldiler, genç kızlar horon tepmeye başladılar. Bir süre sonra gözlerimi buğulandıran ‘Michanikos’ dansı başladı. Süngerden vurgun yemiş dansçı elinde baston, horona katılıyor ancak sakat olduğu için yerlere düşüyor ve yerlerde sürünmeye başlıyor. Arkadaşlarının yardımı ile yeniden ayağa kalkıyor ancak tutmayan bacakları ile yeniden yere düşüyor. Sonunda müzik ile öylesine coşuyor ki bastonu fırlatıp yeniden canlanıyor... Bu dansta sakat rolü yapan aynı zamanda Psiris Lokantası’nın sahibi eski süngerci babayiğit Kostas beni ağlattı. Koskoca adamı kucaklayıverdim.
YEGÂNE SERVETİM SEVGİ OLACAK
Bu sene Uzakdoğu seyahatim Tayland’a doğru idi ve doğru bir karardı.
Ülkede ‘Buda’ etrafını saat yelkovanı yönünde dönmeniz gerek. Ölüm merasimlerinde ise yelkovanın ters yönünde... Önüne oturup ellerinizi birleştirip parmak uçlarınızı alnınıza değdirdikten sonra üstünde numaralar yazılı çubukların olduğu bir kutu alıp önce alnınıza dayayıp sonra şiddetle ritmik bir şekilde sallamaya başlıyorsunuz. Kutudan dışarı fırlayan ilk çubuğun üstündeki numara sizin numaranız.
Bana 17 numara çıktı. “Siz hiçbir zaman büyük para sahibi olamayacaksınız ama sevgi alanında büyük bir servet sahibisiniz. Bazı haksızlıklara maruz kalmışsınız ancak derdinizi kimseye anlatamıyorsunuz. Legal problemlerinizi aşamayacaksınız. Kendi içinizde dürüst ve doğru olduğunuzu bilmeniz yeterlidir yaşam mahkemesinde” yazıyordu.
HER DAİM HASTASIYIM
Güney Fransa, “Cote d’Azur”un her daim hastasıyım. Bu sene falımda ‘Antibes’ çıktı.
Cote d’Azur yıllarca en önemli sanatçıları çekmiş almış koynuna. Matisse, Picasso, Chagal, Cocteau ve daha niceleri. Alain Ducasse, Roger Verge, Alain Fougasse gibi efsane şefler de yapışmışlar bu beldeye. Ben de yapıştım. Zahir ki 30 senedir her sene uğramadan edemem. Bu seneki ziyaretimi yeni tamamladım ve çok matrak tipler ile tanıştım.
Christian Cottard: Fransa ve bu anlamda dünyanın pastacı şampiyonu. Fransa’daki ‘Meilleur Ouvrier de France’ (En iyi meslek erbabı) yarışması ve 3 kez de ‘Championnet de France du Dessert Professionel’ birincisi. Babadan kalma pastaneci. Antibes’teki yeni açtığı pastanesinde buluştuk. Birer fincan ‘café ou lait’ (sütlü kahve) ve nefis tereyağlı kruvasan üzerine düşünüyoruz. “Limon toplayalım, gelip limonlu tart yapalım” dedi. Evinin bahçesinde limonlar varmış. Ellerimizde sepetler ağaçtan limon kestik. ‘Champion de France du Dessert’ Fransa’nın tatlı şampiyonu ile ‘Patisserie Cottard’a dönüp bodrum katındaki imalathanesinde bir kuyumcu hassasiyeti ile damaklara bayram ‘Tarte au Citron’ (Limonlu Turta) yaptık. Yakında yeni binasında okulu açılacak. Gönüllü talebesiyim.
YILIN YILDIZI ARJANTİN’İN IGUAZU’SU İDİ
Ufak bir patikadan yokuş aşağı iniyoruz. Yağmur ormanlarının arasından Iguazu Nehri ve ürkütücü şelaleleri var. Hava çok rutubetli ve kalın, soluması zor. Tek sıra ilerliyoruz. Patika kenarına bırakılmış, eskimiş ıslak can yeleklerinden bir tane sırtımıza geçiriyoruz. Daha ilerde su geçirmez torbalar var. Islanacak ne varsa içine koyup katlayıp boynumuza asıyoruz. Son bir ikaz levhası, “Kalp rahatsızlığı olanlar buradan sonra devam etmesinler”. Ters yönden gelen turistler sırılsıklam ve fazla eğlenmişe de benzemiyorlar. Aşağıda azgın nehir kenarına zincirlerle sıkıca bağlanmış sallanan bir sal üzerinde toplanıyoruz. Tek tek can yelekleri bağlantıları kontrol ediliyor. Sağlı sollu 30 kişi biniyor bir bota. Dümenci arkada bir kulede oturuyor. Akıntıya karşı ilerlemeye çalışıyoruz. Serdümen heyecan katmak için olsa gerek, arada bir akıntıya karşı savaştan vazgeçmiş gibi davranıyor, yan yan kayalara sürükleniyoruz, yolculardan korku çığlıkları. İlerde su bulutu içerisinden bizden evvel kalkmış olan botu zorlukla seçiyorum, ağır uğultu ve köpükler ile 60 metreden düşen şelalenin altından çıkıyorlar. Millet iliklerine kadar ıslanmış. Biz de oraya gireceğiz galiba eyvah! O an ‘turist olmanın’ ne kadar zor olduğunu bir kez daha anlıyorum.
2016 yılında renkli maceralar ile yepyeni mekânlar bizleri bekliyor sevgili dostlar.