Ani’nin toprağı, Van’ın suyu, Erivan’ın hasreti
Ermenistan’ın başkenti Erivan dört ay sürecek uzun kış uykusuna hazırlanıyor. Sırtını verdiği dağlar, güneybatı ufkunda tüm heybetiyle yükselen Ağrı çoktan beyaza boyanmış. Kent merkezinde hâlâ sonbahar hüküm sürse de Cumhuriyet Meydanı’nın, parkların havuzları boşaltılıp üstleri kapatılmış. Turist kalabalıkları çekilmiş, yazarların, bestecilerin heykelleriyle süslü caddeler, meydanlar Erivanlılara kalmış. Kültür merkezlerinde, konser salonlarında, caz kulüplerinde, restoranlarda hayat tüm canlılığıyla devam ediyor. Önceki hafta üç gazeteciyle İstanbul’dan uçağa atlayıp, bir gece yarısı Erivan’a indim. Üç günde şehri ve çevresini, gizli renklerini keşfetmeye çalıştım.
Geçen yıl temmuzun ilk sabahında Ağrı’nın zirvesinden bakmıştım Erivan’a. Kuş uçumu 60 kilometre ilerideydi. Siste kaybolmuştu. Çektiğim video görüntülerinde sadece arkasındaki Aragat’ın şapkası görünüyordu. Önceki hafta yola çıkmadan, Google Earth’ten inceledim uzun uzun. Uzaydan bakıldığında şehir Hrazdan Nehri’nin yanıbaşına bırakılmış yeşil bir çemberi andırıyordu. Yaklaşık 150 metre genişliğindeki parklardı bu çember. İçindeki caddelerin yerleştirilme biçimi de tuhaftı. Kuşbakışı görünümü 68’lilerin nükleer silahsızlanma, barış sembolünü çağrıştırıyordu.
Okuduğum kaynaklar şehrin akademisyen mimar Aleksandr Tomanyan tarafından planlandığını yazıyordu. Sovyetler’in kuruluş döneminde Moskova’dan gönderilen Tomanyan bozkırın ortasına geldiği için hayata küsen karısına “Sana bir güneş şehir yaratacağım” demiş, parklarla güneşi çizmiş, bulvarlarla ışın kılıçları yapmıştı.
Güneş şehri bu kadar merak etmemin nedeni doğu illerimizde gördüğüm Ermeni mimarisi örnekleriydi. Anadolu’nun en mahir taş oymacılarının, demir, gümüş ustalarının 1915 sonrasında sınırın ötesinde yarattıkları şehir nasıldı acaba? Ceviz, kayısı ağaçlarını tutkuyla seven, Eğin’i, Van’ı, Malatya’yı bahçelerle donatan Ermeniler bu geleneği yeni ülkelerine de taşımış mıydı?
Kültür Üniversitesi Küresel Siyasal Eğilimler Merkezi ile Internews Vakfı’nın yürüttüğü Türk-Ermeni Medya Diyaloğu kapsamında kente gittiğimde beklediğimden çok daha gelişmiş bir Erivan buldum.
LÜKS CİPLER, OTOLAR VE DÜZENLİ CADDELER
Arjantinli işadamı Eduardo Örnekyan’ın inşa ettirdiği modern Zvartnotz Havalimanı iki ay önce açılmıştı. İç dekorasyonu Türk firmalarınca yapılmıştı ve pırıl pırıldı. Erivan’a uzanan otoyol kumarhanelerle doluydu, gece neonları Las Vegas’ı çağrıştırıyordu. Kent merkezine 10 kilometreden yakın kumarhane açılması yasaktı Ermenistan’da.
Ertesi sabah kendimi erkenden sokağa attım. Hava puslu, fakat sıcaklık İstanbul’daki gibi 10 dereceydi. Yanıbaşında iki gölet, kuşuçumu 50 kilometre doğusundaki Sevan Gölü’ne rağmen Erivan’ın havası kuruydu, soğuk rahatsız etmiyordu. Geniş caddelerin ağaçlı kaldırımlarında telaşsız yürüyenlerin arasına karıştım. Çınarların yaprakları yeni yeni sararmaya, dökülmeye başlamıştı.
Kent merkezindeki eski, yeni pek çok binanın dış cephesi volkanik, rengi griden kırmızıya değişen taşlarla kaplıydı. Terk edilmiş, kısmen yıkılmış birkaç binaya baktığımda katların demir putrellerle ayrıldığını, duvarların ince sıva kaplı çıtalardan yapıldığını gördüm. Depreme karşı hafif yapılmıştı binalar. Eskilerin yerini hızla yenileri alıyordu. 150 bin kişi için planlanan Erivan’ın nüfusu 1,1 milyonu bulmuş, dış mahallelerin sayısı artmıştı. Fakat kent çevresinde gecekondulaşmadan, içinde göz tırmalayan tabelalardan eser yoktu. Moda dünyasının pek çok ünlü markası, elektronik devleri, cep telefonu operatörleri caddelerde yerlerini almıştı. Küçük fırınlar, şarkuteriler, hatta Antep göçmeni lahmacuncu bile dükkanının ön cephesini güzelleştirmişti. Eski taş binaların arkasındaki avlulara kemerli kapılardan giriliyordu; iç bölgelere balkon demirleri paslanmış, bakımsız, her köşesi TV anteniyle kaplı betonarme toplu konutlar yerleştirilmişti. Fakat bu çirkinlik caddeden görülmüyordu.
Sokaklardaki cip ve lüks araç bolluğu şaşırtıcıydı. Toplu ulaşımın yükünü tek hatlı metronun yanı sıra her an dağılmak üzere olan eski minibüsler yüklenmişti. 1950’lerden kalma otobüsler ise şehrin eteklerindeki yerleşimlere yolcu taşıyordu.
Haritama bakıp hızla Kütahyalı Komitas ve Bitlisli Saroyan’ın heykellerinin bulunduğu Opera’ya doğru yürüdüm. Şehir merkezi, çapı 2 kilometrelik bir daire içindeydi. Bir uçtan diğerine 25 dakikada varılıyordu. Yol boyunca Erivanlıları inceledim. Çoğunluk gençlerdeydi: Bol makyajlı, yüksek topuklu kızlar, saçı jöleli delikanlılar. Zaten 2,9 milyon nüfuslu ülkenin yüzde 90’ı 65 yaşın altındaydı. Yoksulluğun, yoksunluğun belirgin bir izi yoktu. Sonraki üç günde, bir kez, gece geç saatte sokakta dilenciye rastladım.
Erivan’ı yılda yaklaşık 600 bin turist ziyaret ediyor, bu sayı her yıl yüzde 25 artıyordu. SPA’ların, kent dışındaki büyük gece kulübü ve kumarhanelerinin en iyi müşterisi İranlılardı. Tüm önemli tarihi yapılar restore edilmiş, tabelalarına “US Aid” ibaresi iliştirilmişti. Bu ibareye, Ağrı Kemeri’nde de rastlamak şaşırtıcıydı. Ağrı’yı tutkuyla seven Erivanlılar, dağın en güzel göründüğü seyir terasına 1957’de mimar Rafael İsrailyan tasarladığı bir kemer yapmış, üstüne milli şair Yegişheh Şarents’in dizelerini kazımıştı...
2012 DÜNYA KİTAP BAŞKENTİ
Yunanistan’dan tecrübeliydim. Mübadele’de yakınlarını yitiren Pontus milliyetçileri bile İstanbul’dan geldiğimi öğrendiklerinde sevgiyle karşılamış, yardımcı olmuştu. Erivan’da da önce biraz tedirgin olsam da, birkaç kişiyle konuştuktan sonra rahatladım. Soykırım Müzesi dahil hiçbir yerde rahatsız edecek tavırla karşılaşmadım.
Sayat Nova Caddesi’ndeki Mer Gyux (Bizim Köy) adlı restoranın duvarında küçük cam şişelere doldurulmuş Kars, Muş, Ani toprağı, Van Gölü suyuyla karşılaştığımda gözlerim yaşardı. Ertesi gün Garni köyünde 20 yıldır çocuklara ücretsiz resim, heykel dersleri veren Ruben-Ruzen Papayan çiftiyle tanıştım. Ruzen Hanım, salonunun en güzel köşesine yerleştirdiği kuru çiçekleri gösterdi. “Van, Kars, Diyarbakır’dan topladım” dedi. Yine aynı duyguyu yaşadım. Hrant Dink’in TV tartışmalarında her fırsatta anlattığı, Avrupa’dan Sivas’taki köyüne ölmek için dönen Ermeni kadının öyküsünü hatırladım. Yaşanan bunca acıya karşın aynı toprakları böylesine yürekten seven iki halkın başbaşa kaldıklarında katıksız dost olacaklarına inancım pekişti.
Erivan caddelerinde yürürken gözlerim hep taş işçiliğinin örneklerini, kuyumcuları aradı. İlkini Cumhuriyet Meydanı’ndaki Marriott Oteli’nin cephesinde buldum. Daha etkileyici örneği kente karayoluyla yaklaşık 1 saat uzaklıktaki bir vadide kayalara oyulmuş Geghard Manastırı’ndaydı. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki kilisenin duvar ve kubbe içindeki süslemeleri müthiş bir sabrın, yeteneğin ürünüydü. Gümüşçülere ise rastlamadım.
2012’de UNESCO Dünya Kitap Başkenti sıfatını üstlenecek Erivan’ın Antik Elyazmaları Kitaplığı’nı yol arkadaşım Erdal Güven’in önerisiyle ziyaret ettim. Geçen yıl açılan görkemli binada 17 bin elyazması korunuyordu. Sadece 100-150 tanesi sergileniyordu. İranlı şair Sadi’nin, Ermeni besteci Sayat Nova’nın elyazısı kitaplarını ilk kez burada gördüm.
Sinema yönetmeni Sergey Parajanov’un Hrazdan Nehri’ne tepeden bakan evine gidene kadar Erivan gözüme gri bir şehir olarak gözüküyordu. İspanyol evlerini andıran avlulu, iki katlı taş binaya girdiğimde birden kendimi Barcelona’ya ışınlanmış gibi hissettim. Dali’nin Figueras’taki müzesindeydim sanki. Rengarenk bir kişilikti Parajanov. Bahçesindeki dut ağacının dallarına asılmış dev plastik üzüm salkımları, balkonundaki parlak renkli dolabı, içerideki salonlarda atık maddelerden yaptığı gözalıcı kolajlarını gördükten sonra şehrin hiç umulmayacak köşelerinde böyle binbir rengin saklı olabileceğini düşündüm. Erivan’a bakışım değişti. (parajanovmuseum.am)
NAREK’İN UÇAN PARMAKLARI
Nitekim kentin bir tepesinde Keops piramiti gibi yükselen Kafesciyan Sanat Merkezi’ne gittiğimde yanılmadığımı anladım. Botero’nun dev kedi heykeliyle selamlaşıp girdiğim sanat merkezinde boşluğa açılan balkonlar heykel, rölyef doluydu. Asıl define ise altlarındaki salonlarda saklıydı. Amerikalı zengin Gerard Kafesçiyan’ın 2009’da açtığı Modern Sanat Müzesi’nin yanında İstanbul’un antrepodan bozma müzesi fazlasıyla mütevazı kalıyordu.
Opera’da her akşam verilen oda müziği konserlerine gitmek istesem de zamanım kalmadı. Grubumuzla birlikte Kafesciyan Merkezi’nde 16 yaşındaki Narek Kazazyan’ı dinledim. Kuşbakışı Erivan ve uzaklarda Ağrı Dağı’nın görüldüğü arkası cam kaplı sahnede piyano eşliğinde konser veren Kazazyan’ın parmakları adeta kanunun üstünde uçuyordu.(www.cmf.am) Bir başka akşam şehrin caz kulüplerinden Malkhas’a düştü yolum. Caz standartlarına ruh katan Vahagn Hayrapetyan gibi müthiş bir piyanistin bas ve davul eşliğinde çıktığı müthiş yolculuğa tanık oldum. (Tel: 374 10 535 350) Ardından kömürlükten bozma bodrum restoranı The Club’da Ermenistan Devlet Operası stajyer solistlerinden, 30 yaşındaki İstanbullu tenor Boghos Yeghyazar’ı dinledim. İki yıl öncesine kadar restoranın şefliğini de üstlenen Yeghyazar, operalardan sevilen aryaları piyano eşliğinde seslendiriyordu.
Üç günlük bu gezi benim için sadece Erivan’la tanışma ziyaretiydi.