Almanya’da bir ortaçağ masalı
Würzburg şehrinden başlayıp köylerin içinden geçerek Avusturya sınırındaki Füssen’de noktalanan rotaya 'Romantik Yol' adını vermiş Almanlar.
Gezgin Gülgûn Terek yaklaşık 400 kilometrelik yolun Avrupa’nın en güzel köy ve kasabalarından geçtiğini söylüyor. “İçlerinde beni en çok etkileyen Tauber Nehri kıyısındaki Rothenburg oldu” diyor.
Avrupa’nın en güzel köy ve kasabalarından geçerken kendinizi bir masal dünyasının içinde hissedebileceğiniz bu güzergaha en yakışan ad şüphesiz “Romantik Yol” olurdu. Sadece yerleşim birimlerinin muhteşem atmosferi değil; çevredeki dağlar, nehirler, göller ve ormanlarla bütünleşen doğa da bu ismi fazlasıyla hak ediyor.
Rothenburg 5 kilometre uzunluğundaki surlarla çevrilmiş küçük bir ortaçağ kenti. Würzburg’un yaklaşık 50 kilometre güneyinde. Otomobilimizi surların dışında bırakıp, birçok giriş noktasından biri olan Klingentor’dan kente giriyoruz. Başka bir zaman dilimine geçmiş gibiyiz. Çevredeki her şey 14 ve 15’inci yüzyıldaki orijinal halinde. Evler, kuleler, kaleler, surlar, kiliseler, faytonlar hep dünün dünyasından. Sanki bir masalın içine ışınlanmışız. Birazdan bize de bir sihirli değnek dokunacak, geçmişe döneceğiz...
Surlar çiçeklerle süslenmiş. Armut ağaçları, surlara dayanan tahtalara sarılmış, yukarılara uzanıyor. Minyatür evlerden geçip Schrannen Platz’a geliyoruz. İki aygırın çektiği, 10 kişilik özel bir arabayla tüm kasabayı geziyoruz.
ÇIRAĞINI KISKANAN USTA KULEDEN ATLAMIŞ
Turumuz muhteşem güzellikler içinde geçiyor. Hangi tarafa bakacağımızı şaşırıyoruz. Evlerden ferforje süsler sarkmakta ve her biri farklı meslekleri göstermekte. Bazıları ailelerin ve pansiyonların simgeleri. Sonra birden duruyoruz. Atlar yalaktan su içiyor. Bu gezi baştan aşağı gösteri. Tam yarım saat süren fayton turundan sonra şehrin her yerini daha detaylı olarak tekrar geziyoruz. Başlangıç noktamız, kentin en önemli kilisesi St. Jakobs. Alman ağaç oymacılığının Michelangelo’su sayılan Riemenschneider 1504’te bu kilise için yaptığı mihrapla ün salmış. Gotik üslubun fevkalade bir örneği olan bu katedralin yapımı 1311’den 1484’e kadar sürmüş. Kilisenin kuleleri birbirinden farklı tarzıyla dikkati çekiyor. Güney kulesini usta, kuzey kulesini yardımcısı yapmış. Kuzey kulesi daha güzel olunca da usta kendisini kuleden atmış.
Katedral keşfimizin ardından Marktplatz’a geçiyoruz. Kurulduğundan beri Rothenburg’un en hareketli yeri bu meydan. Şehrin en güzel cepheli binaları meydana bakıyor. Bugün turizm ofisi olarak hizmet veren eski birahane ve 1572-78 yıllarında yapılmış olan enfes Rönesans cephesiyle Belediye Binası (Rathaus) dikkati çekiyor. Yerinde bir zamanlar 1250’den kalma iki yapı varmış, eski yapının batı bölümünün kuleleri güncel yapıya bağlanıp güzel bir birliktelik sağlanmış.
SU HATTI GİZLİ ÇEŞME
St. George şehirdeki çeşmelerin en güzeli. Suyu çevredeki dağlardan geliyor. Düşman kuşatmalarına karşı çeşmenin su hattı her zaman gizlenmiş. 1446’da yapılmış, 1608’de geç Rönesans tarzında yenilenmiş. Sarnıcı 100 bin litre su alıyormuş. Zarif sütunun tepesine, St. George’un canavar üzerindeki heykeli yerleştirilmiş.
Çeşmenin karşısına belediye başkanı 1488’de bir avcı hanı yaptırmış. 1513’te ünlü Kaiser I Maximilian burada kalmış. Şimdi ise binanın sahibi şehrin en zengini.
Şehrin en eski kilisesi, avcı hanının hemen yanında. 60 metrelik kulesi bulunan bu kilise 1240’ta yanmış. Bugün içinde resim sergileri var. Geniş salonunda çeşitli kutlamalar, danslar düzenlenmekte.
Bazı bölümleri tarih müzesi olarak kullanılan bina belediye sarayının hemen yanında. 16. yy de inşa edilen yapıda 14 küçük salon mevcut.
Küçük meydanları süsleyecek bir şeyler hep bulunmuş burada. Çeşmelerin, yükseltili heykel figürlerinin çevreleri farklı çiçeklerle renklendirilmiş.
Yürümeye devam ettiğimizde birbirine yakın, iki farklı kuleyle karşılaşıyoruz. İkisi de 1204’te yapılmış. Şehrin en güzel evleri kulelerin çevresine serpiştirilmiş. Cadde üzerinde el sanatlarının, mücevherlerin, maden ve tahtadan yapılmış hediyelik eşyaların, dantellerin, küçük bibloların yapılıp satıldığı dükkânlar yer alıyor. Siebersturm ve Kabolzellertor adlı bu iki kule şehrin önemli simgelerinden.
Birbirinden hoş kafe ve restoranlardan birine girip mola veriyoruz. Hafflengasse’deki bu sevimli yerden şehrin görkemli kulelerinden Markusturm görünüyor. 12. yüzyıldan kalma kule, şehrin ilk surlarıyla birlikte yapılmış. Günümüze kadar ayakta kalmayı başarmış.
TABELA KİRLİLİĞİNE İZİN VERİLMEMİŞ
Sokaklar boyunca günümüze ait hiçbir tabela, ışıklı ilan, reklam panosu, TV anteni, modern yapı görmüyoruz. Yol boyunca sıralanmış süslü sembollerle dükkânların, bankaların, eczanelerin, otellerin, kumaşçıların, kırtasiyecilerin, restoranların yerlerini tespit edebiliyoruz. Arada bir geçen otomobiller ve modern giysili insanlar olmasa 21. yy’de olduğumuza inanmayacağız.
Markusturm’un devamında Rödertor var. Bu kule 13. yüzyılda yapılmış, şehrin bütün batı bölümünü kontrol etmekteymiş. Önünde hendekler kazılarak şehir savunulurmuş. Rödertor’un surlarının dibinde sivri çatısıyla dikkat çeken küçük eve hayran kaldık.
Bir başka şehir kulesi de Weisserturm, yani Beyaz Kule. 1520’de kasabadan ayrılmak zorunda kalan Yahudilerin yerleştiği bu kule günümüzde eski şehrin dış bölümünde kalmış.
Rothenburg 970 yılında Franklar tarafından kurulmuş. İlk olarak şehir surları, Beyaz Kule ve Markus kulesi yapılmış. 1204’te surlar bitmiş ancak şehir büyümeye devam ettiği için yeterli olmamış. Böylece surların uzunluğu 5000 metreye kadar ulaşmış. Gerek 30 yıl savaşlarında, gerekse daha sonra garnizon olarak kullanılan şehrin ikinci dünya savaşında yüzde 40’ı yıkılmış. Ancak orijinaline sadık kalacak şekilde aynen yenilenmiş. Bugün de geçmişe yolculuk yapmak isteyen, tarihten keyif alanları sessiz ve huzurlu ortamında ağırlamaya devam ediyor. Kent hakkında internetten bilgi edinebilir, web kameralarıyla kentten canlı yayımlanan görüntüleri izleyebilirsiniz. (www.rothenburg.de)
İŞKENCE MÜZESİNİ ÜRPEREREK GEZDİK
Şehrin enteresan yerlerinden biri de işkence aletlerinin sergilendiği müze. Ortaçağ suçlularının nasıl ve hangi yaratıcı yöntemlerle cezalandırıldığını anlatan sayısız ekipmanla dolu olan bu müzeyi görmenizi tavsiye ederim. Ortaçağ da adaleti sağlamanın en kestirme yolu “Ateşle İmtihan” idi. Suçludan kor halini almış bir maşayla kaynar suyla dolu kazanın içindeki taşı alması istenebilirdi, yaralanmazsa ya da yarası mucizevi bir şekilde birkaç gün içinde iyileşirse suçlu değildi. Aksi halde ağır bir cezaya maruz kalırdı. Cadı olmakla suçlanan bir kadın elleri kolları bağlı olarak göle atılırdı. Suyun üzerinde yüzüyorsa suçu sabit görülmüş demekti ve cezası yakılmaktı. Bu sınavlar rahiplerin nezaretinde yapılırdı. Bu ve bunun gibi olaylar resimler yardımıyla müze ziyaretçilerine anlatılıyor.