GeriSeyahat Afrika’nın hüzünlü çığlığı
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Afrika’nın hüzünlü çığlığı

Afrika’nın hüzünlü çığlığı

2010 Dünya Kupası boyunca en az maçlar kadar konuşuldu vuvuzela. Maçları takip eden gazeteciler, televizyoncular yasaklanması gerektiğini söyledi bu enstrümanın. Herkes vuvzelanın bu gürültüsünü duydu ama kimse aslında onun hüzünlü bir çığlık olabileceğini düşünmedi. Güney Afrika’nın kabileler arası haberleşmede kullandığı vuvuzela aslında oradaki ayrımcılığa, ırkçılığa, yoksulluğa isyan. Vural Şerifoğlu bugüne kadar hiç yapılmayanı yaptı ve vuvuzelanın bu hüzünlü öyküsünü kaleme aldı

Stadın silueti giderek karanlığın içinde kaybolurken, çevresine dizilmiş çiçek tarhlarından havaya karışan aroma da yerini kızıl toprağın kendine özgü rustik kokusuna bırakmaya başlamıştı.
Julius’un gözleri hala, biraz önce geçtiğimiz polis kontol noktasındaki korku dolu bakışların izlerini taşıyordu. Durmaksızın konuşan, şarkı söyleyen o neşeli adam gitmiş, suskun, ürkmüş gözleri önümüzde uzanan karanlık yola takılı kalmıştı.
Bunu daha önce de görmüştüm.
Her polis kontrolü; yüzünde aynı ürkek, tegirdin ruh haline yol açıyordu.
Köy yolundaki kontrollerde genelde siyah polisler oluyordu. Şaşırtıcı olan siyah polislerin Julius’u beyaz olanlardan daha çok korkutmasıydı.
Oysa polisler Julius’a gözucuyla kısa bir bakış atar ve sonra benle konuşurlardı. Çoğu kez Julius orada değilmiş gibi davranırlardı.
Tedirginliğini hafifletir umuduyla:
“Dünyanın gözü önündeyken sevimsiz olayların çıkmasından çekiniyorlar, bu nedenle her zamankinden daha titizler sanırım” dedim.
Dakikalardır tek kelime etmeyen Julius, tarifi güç bir bakışla bana dönüp: “Onlar için sevimsiz olay biziz” dedi ve ekledi: “Bizi şehir merkezinde görmeye alışkın değiller. Buna alışmaya istekli de değiller. Bu kontroller burada hep vardır. Tek fark şimdi sizler burdasınız diye daha nazik olmaya çalışıyorlar.”
Julius’un müzelik kamyoneti gün boyu yağan yağmurun yapışkan, kırmızı çamura dönüştürdüğü yolda sarsıla sarsıla ilerlerken şehre ait tüm izler yol aldığımız koyu karanlığın içinde kayboluyordu.
“Buluştuğumuz pazar yeri. Bizim sınırımız orası. Daha ötesi yok. Bu sınır özgür ‘Güney Afrika’ yla geldi.”
“Ne yani ayrımcılık günlerinde daha mı özgürdünüz?”
Sorumun ona aptalca geldiğini belirten bir tebessümle:
“Ayrımcılık günleri bitmedi ki sadece el değiştirdi. Afrika’da kabile her şeydir. Apartheid’de hepimiz siyahdık ve ortak bir umuda sahiptik. Şimdi sadece bizler siyahız, o polislerin ten rengi seni aldatmasın.”

VUVUZELA SATMA UMUDU

Sohbeti sürdürmek isteyip de doğru soruyu, doğru sözü bulmakta zorlandığınız anlar olur. Bildiğiniz her şeyin yanılsama olduğu gerçeği sizi kilitler. Julius, kırık dökük bilgilerle yazılmış öykünün her sözcüğünü çöpe atmaya kararlı bir şekilde konuşmaya devam ediyordu:
“Beyazlar için ucuz iş gücüydük. Kurallara uyduğumuz sürece bize verilecek işleri ve ekmekleri vardı. Oysa biz özgürlüğün peşindeydik ve canımızı ortaya koyarak Mandiba’nın (Nelson Mandela) yolunda yürümeye başladık. Uzun bir yürüyüş oldu. Afrika güneşi her sabah umudu daha da ısıtan bir sıcaklıkla doğuyordu. En azından biz öyle sanıyorduk. Ama dedim ya, Afrika’da kabile her şeydir ve kabilecilik Apartheid’den çok katı kurallara sahiptir.”
“Şimdi bizler sınırları kesin kurallarla çizilmiş bir alanda yaşamak zorundayız. Orada yeni bir umut yolculuğu yapacak yol yok, iş yok, ekmek yok. Sana bizlerle birlikteyken dikkatli olmanı söyleyen polisler çok haklı. Dikkatli olmalısın. Buradaki tek hakim duygu öfke ve nefret. Ve bu duygu da kendine çıkacak başka bir yol bulamadığından, biriktiğinde onu birbirimize yönelterek tüketiyoruz.”
Ucuz bir klişe olduğunu bilmeme karşın, susmak daha zor geldiğinden:
“Hep bir umut vardır” dedim.
“Bizler için umut küçük bir kelime. Burada kimse öyle büyük hayaller beslemez. Pazara götürdüğüm vuvuzelalardan kaçını satacağıma dair bir umut besleyebilirim. İnsaflı bir polisin turistlere yaklaşmama izin vermesini umut edebilirim. Hepsi bu. Fazlasını istediğimde bana ne olduğumu hatırlatacaklardır.”

AFRİKA GÖLGELER ÜLKESİ

Yaklaşmakta olan Güney Afrika kışının yoğun bulutları geceyi daha da koyulaştırırken giderek sıklaşan çalı örtüsü soluk farların ışığıyla garip gölge oyunları oynuyordu.
Julius’un yaşadığı yöreyi, köyünü, insanlarını anlatmayı sevdiğini biliyordum. Özellikle bölgedeki hayvanlardan, eski kabile törenlerinden bahsederken yüzünde mutlu bir ifade oluşuyordu. Onu neşelendirmek için:
“Çalılar canlı gibi, ilk bakışta hayvan gölgeleri sanıyor insan. Açıkçası burdan ilk geçtiğimiz gece ürkmüştüm ama dalga geçersin diye sana söylemedim” dedim.
“Onlar zaten canlı. Afrika’da her şeyin canlı olduğuna inanırız. Ama gölgeler konusunda haklısın. Afrika bir anlamda gölgeler ülkesi ve sen onlara dilediğin anlamı yükleyebilirsin. Dünyanın hep yapageldiği gibi...”
Bu yaşlı kabile filozofunun sesindeki alaycı ifade canımı sıkmıyor değildi.
Kendimi aptal, cahil gibi hissetiren ses tonundan da artık hoşlanmıyordum.
“Bir ağacın gölgesini gördüğünde onun ağaç olduğunu anlarsın ama ağaca bakmadıkça ne ağacı olduğunu bilemezsin. Gölgelerden ürkme. Çalı gölgesini hayvan sanman sana zarar vermez. Ama gün gelir bir hayvan gölgesini çalı sanırsan, ki Afrika’da bu çok olur; işte o zaman kork.”
Ağzındaki tüm sarı dişleri gösteren bir gülümsemeyle yüzüme baktı. Salak bir turist olarak onu gerçekten eğlendiriyor olmalıydım.
“Yarın buradaki son maç gidecek misin?”
“Evet” dedim, “İyi maç olacak...”
“Hem iyi maçlar seyrettin hem de Afrika’yı gördün. Sizlere verdikleri turizm posterlerinden de götürmeyi unutma. Döndüğünde anlatacak çok şeyin olacak. Yine de gölgelerden söz etme, dostların seninle dalga geçmesin.”

KIZGIN BAKIŞLI GENÇLER

Kırık camdan içeri giren tozlu havanın taşıdığı ağır koku köye yaklaştığımızın işaretiydi.
Kamyonetin silik ışıkları köyden göründüğünde, önce çocukların sesini duyacaktım. Ellerinde vuvuzelalarıyla karşılayacaklardı Julius’u. Ardından kızgın bakışlı gençler ve yorgun yaşlılar doluşacaktı köyün meydanına. Kadınlardan biri bize Rooibos (Güney Afrika’ya özgü çay) ikram edecek, sonra Julius ona ve kamyonetine yapılan tütsülü kutsamanın ardından günün hasılatını dağıtacaktı. Köyde geçirdiğim üç gün boyunca her gece tekrarlanan bir ritueldi bu.
Önceleri törensel bir an gibi seyrettiğim bu karşılama artık ilk günkü şiirselliğini kaybetmişti. Dünya Kupası sona erdiğinde vuvuzelanın sesi şehrin sokaklarındaki neşe dolu kahkahalar yerine buradaki yoksulluğun, terkedilmişliğin, ayrımcılığın derin hüznünü yansıtan şarkılara eşlik edecekti.
Şehirden dönen Julius, köy halkı için vuvuzela satışlarından elde edilmiş Rand (Güney Afrika Para Birimi) ve yemek demekti. Köyde ağaç dallarından, hayvan boynuzlarından vuvuzela yapanlar için Julius Dünya Kupasının görkemine dokunmak anlamını taşıyordu.
Köydeki tek kamyonet sahibi oydu. Ve Julius bu dökük araçla köyle şehir arasında zaman yolculuğu yapıyordu. Dünya Kupası’nın teknoloji harikası statlarıyla bu tarih öncesi köyün arasındaki tek bağ oydu. O, köy ahalisi içinde şehre girmesine izin verilen, polisce verilmiş resmi ‘satış yapabilir’ belgesi olan tek kişiydi.
“Vuvuzelanın yasaklanmasını isteyenler oldu, bu canınızı sıkmıştır herhalde.”
“Sizler için vuvuzela, maçlarda duymaya alışkın olmadığınız rahatsız edici bir ses. Kupa biter vuvuzelayı unutursunuz. Oysa bizim çıkarabildiğimiz tek ses o. Buraya ait her sözcük var onun içinde. Dile getirmemize izin verilmeyen tüm duygularımızı anlatır. Senin uçağa atlayıp bir günde geldiğin bu ülke bize hala yüzyıllarca uzaklıkta. Vuvuzela bunu anlatır. Bir kez de öyle dinlemeyi denesin insanlar. Belki daha rahatsız edici olacaktır ama en azından doğru dinlemiş olurlar.”

TOYİ TOYİ VUVUZELA
Julius tebessüm sandığım o garip ifadeyle sıklıkla yaptığı gibi şarkı söylemeye başladı.
Kamyonetin arkasında sağa sola savrulan, satıştan arta kalan vuvuzelanın tıkırtılı temposu şarkısına eşlik ediyordu:

Büyük şefe selam söyle
Koko yola çıktı
Götürüyor bizi vatana
Koko yola çıktı
Götürüyor bizi umuda.

Üfleyin Vuvuzelaları
Duyunca Tshwane sesinizi
Açacak çocuklarımızın yolunu.

Toyi Toyi Vuvuzela
Şarkımızdır umudumuz. Umudumuzdur şarkımız.
Toyi Toyi Vuvuzela.
Toyi Toyi Vuvuzela.
Bertha’ya Sevgilerle...

SÖZLÜK
Toyi toyi: Bir şeyi protesto etmek için yapılan kabile dansı
Koko: Sürüdeki lider Fil
Tshwahe: Kötü Adam
False