Son Güncelleme:
Afrika’nın boynuzunda
Kar yolları kapayınca not defterim yardımıma koÅŸtu. Sararmış sayfalardan geçmiÅŸ bir yolculuk çıkardım. Åžu günlerde Amerika'nın ‘Terör Savaşı'nda’ hedefler arasında adı sayılan Somali'ye gidiÅŸimi, orada başıma gelenleri tüm detayları ile bir kez daha yaÅŸadım.Somali... Dünyanın bir köşesinde, unutulmuÅŸ, yoksulluk sınırının altında yer alan bir ülke. Bugünlerde adı yine duyulur oldu. Amerika'nın baÅŸlattığı ‘Terör Savaşı’nda, hedeflerden biri olarak anılmaya baÅŸlandı. Dünya basınında Somali ile ilgili çıkan haberler, beni eski yıllara fırlattı. Oraya yaptığım maceralı yolculuÄŸu hatırlattı. Not defterime yazdıklarımı okudukça, bu zorlu gezi bir film ÅŸeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Ä°stanbul'dan Afrika'daki açlara, Kızılay'ın yiyecek yardımını götüren ÅŸilepte geçirdiÄŸim onca gün aklıma geldi. Nedense herÅŸeyi en ufak detayına kadar hatırladım. Ä°stanbul'dan kalkıp, Ege'yi, Akdeniz'i geride bırakmış, SüveyÅŸ Kanalı'ndan geçip Kızıldeniz'e açılmıştık. Köpekbalıkları ile oynaÅŸmış, kitap okumaya çalışmış, kıçta kurduÄŸum çilingir sofrasında, yakamozlara bakarak romantik anlar yaÅŸamış, fırtınalarda allak bullak olmuÅŸ, sonunda Babülmendep BoÄŸazı'nı aşıp, Hint Denizi'nin kucağına atılmıştık.Dün gibi hatırlıyorum. Sıcak bir aÄŸustos günüydü ve deniz çarÅŸaf gibiydi. Kaptanköşkünde uzaklardaki Somali kıyılarını seyrediyordum. Bir ara Süvari'nin ve kaptanların ellerine birer dürbün alıp, dört bir yanı taradıklarını gördüm. ‘Hayrola’ diye sordum. MeÄŸer yanaÅŸacağımız Berbera limanını arıyorlarmış. Liman haritada belirtilen yerde görünmüyormuÅŸ. Ben de bir dürbün kapıp, arama iÅŸine dahil oldum. Bir süre sonra birinci kaptan beklenen müjdeyi verdi: ‘Liman göründü!..’HER ÖĞÜNDE BALIKMalzemeler boÅŸalana kadar gemide kalacak, sonra bavulumu toplayıp ayrılacaktım. Bekleme süresi düşündüğümden de uzun sürdü. Çünkü hiçbir aletin bulunmadığı limanda, boÅŸaltma iÅŸlemi insan gücüyle yapılıyordu. Yiyecek çuvallarını yüklenen hamallar, neredeyse her yarım saatte bir mola veriyorlardı. Böylesine ağır-aksak çalışmaları iÅŸime geliyordu. Çünkü gemiden ayrılınca, günlerce temiz bir yataÄŸa ve yemeÄŸe hasret kalacağımı biliyordum.AkÅŸamları çoÄŸunlukla geminin kıçında balık tutuyordum. Deniz öylesine bereketliydi ki oltayı hiç boÅŸ çekmiyordum. Ä°ÄŸneye çeÅŸit çeÅŸit balık takılıyordu. Yenenleri mutfaÄŸa gönderiyor, tanımadıklarımı tekrar denize salıyordum. Balığın kızartması, buÄŸulaması, ızgarası, köftesi, salatası yapılıyor, her öğün masamızdan eksik olmuyordu. Bir de bizim tutamadığımız büyük balıklar vardı. Onları da yerli balıkçılardan sabun, süt karşılığı alıp, buzluÄŸa atıyorduk.Balık tutmaktan sıkıldığım akÅŸamlar, kasabanın barına gidiyordum. Bar, iki su bidonunun arasına konmuÅŸ bir kütükten ibaretti. Genellikle bira içiyordum. Arada bir de yerli malı romu denediÄŸim oluyordu. Portakal konsantresiyle tadlandırmaya çalıştığım rom öylesine sertti ki, ikinci kadehte başım dönmeye baÅŸlıyordu. Başım belaya girmesin diye, etrafta dolaÅŸan, kahpeliklerini bakışlarına yerleÅŸtirmiÅŸ dünya güzeli kızlara bakamıyordum. Belki de masum bir dans isteÄŸime tepki göstermezlerdi. Aslında öylesine davetkar, tahrik eden göz süzüşleri vardı ki... Ama nedense korkumu yenemiyordum. O sert rom bile cesaret vermeye yetmiyordu.AÇLARIN KAMPINDABoÅŸaltma iÅŸlemi bir hafta sonra bitti ve bana da yol göründü. Bir süre Etiyopya sınırındaki kamplarda açlarla birlikte yaÅŸayacaktım. Sonra Afrika'nın içlerine doÄŸru yelken açacaktım. Konvoyun hareketini beklerken, kasabanın tek lokantasına girdim. Lokanta dediÄŸim yer, bir kaç kırık dökük masa-iskemlesi bulunan izbe bir mekándı. Makarna ısmarladım. Zaten pek fazla seçenek de yoktu. Gözüme önce garsonun tırnakları takıldı. Bir santim uzunluÄŸundaki tırnakların içi simsiyah kirle doluydu. Ardından içine makarna konmuÅŸ tabaÄŸa baktım. Kenarlarında bir önceki yemeÄŸin yaÄŸları donup kalmıştı. Fazla dayanamadım. Dışarı fırladım ve kaldırıma kustum. Bir taşın üstünde kendime gelmeye çalışırken, garsonun tabakları nasıl yıkadığını gördüm: Yemek artıklarını belindeki pis bir bezle çöp tenekesine sıyırıyor, sonra tabağı içi su dolu bidona daldırıp çıkartıyor ve aynı pis bezle kuruluyordu. Bu manzara Somali'de kaldığım 25 gün boyunca hiç gözümün önünden gitmedi. Nerede olursa olsun yemeÄŸe oturduÄŸum zaman, Berbera'daki garsonu hatırlıyor ve masayı hemen terk ediyordum. Bu yüzden gezi süresince tam 10 kilo zayıfladım.ÖLÃœM KOL GEZÄ°YORKampta bir köşeye kurulmuÅŸ çadırların içinde, Kızılay'ın görevlileri ile birlikte kalıyordum. Gördüğüm herÅŸeyden utanıyordum. Bir deri bir kemik kalmış çocukların, gözlerinin içine giren sinekleri bile kovamayacak kadar halsiz olan insanların yüzlerine bakamıyordum. Kendimi bütün bu olayların suçlusu gibi hissediyordum. Paslı teneke üstünde kızarttıkları gözlemeleri ikram ettiklerinde geri çeviremiyordum. Ä°ÄŸrenme duyumu bir kenara koymuÅŸtum. Onları üzmektense her türlü hastalığa yakalanmayı göze alıyordum. Bu kadar cesur olmamın nedeni onların çaresizliÄŸiydi. Onlar benim yemekten çekindiÄŸim ÅŸeyleri yiyerek hayatta kalabiliyorlardı. Hergün birkaç kiÅŸi ölüyordu. Çadırın içinde, yolun ortasında öyle kıvrılıp kalıyorlardı. Ve yüzlercesi de yattıkları yerde ölümü bekliyorlardı. Kampın havası sürekli ölüm kokuyordu. Bu kabus gibi ortamda beÅŸ gün yaÅŸadım. Yiyecek dağıtımı bittikten sonra tekrar Barbera Limanı'na döndüm. Rıhtımda gemiye el salladıktan sonra, Somali'de tek başına kaldım. Gemiciler sırt çantamı konserve ve peynirle doldurmuÅŸlardı. Onlar bitinceye kadar karnımı doyurabilirdim ama, ondan sonra ne yapacağımı bilemiyordum.Gemi gözden kaybolunca Berbera'nın, bir kulübeden ibaret havaalanına gittim. Oradan baÅŸkent MogadiÅŸu'ya uçacaktım. Asfaltı bozulmuÅŸ pisti görünce biraz korktum. Uçak toz duman içinde indi. Yolcular uçaktan inip bekleÅŸmeye baÅŸladı. Bir görevli uçağın bagajından bavulları dışarıya fırlattı. Piste düşenler bavuldan çok, sarıp sarmalanmış naylon çuvallardı. Bagajını kapan, pisti geçip çıkışa doÄŸru yöneliyordu.UÇAKTAKÄ° DOSTUçak tamamen boÅŸalınca, bu sefer bekleyenler binmeye baÅŸladı. Kan ter içinde uçaÄŸa girip, ilk bulduÄŸum yere oturdum. Uçağın içi anlatılır gibi deÄŸildi. Bir film sahnesi gibiydi. Sahiplerinin ellerinden kurtulan tavuklar, koltukların arasında uçuÅŸuyor, onları yakalamak isteyen sahipleri de koridorda koÅŸuÅŸturup duruyordu. Tavuklar yakalanıp baÄŸlandıktan sonra, uçak bir toz bulutunun arasında havalandı.ÅžaÅŸkınlığımı henüz üstümden atamamıştım ki, yanımda oturan yolcunun kırık Ä°ngilizcesi ile bana hitap ettiÄŸini duydum. Adının Cuma olduÄŸunu söylüyordu. Bir çok petrol ÅŸirketinde çalışmıştı. Hatta bir seferinde Ä°stanbul'a bile gelmiÅŸti. Åžimdi baÅŸkente, ailesinin yanına dönüyordu. Biraz kendime gelince çok detaya inmeden, ben de kendi öykümü anlattım ve dost olduk. Ä°yi ki de olmuÅŸuz. Çünkü MogadiÅŸu'yu onun sayesinde daha yakından tanıma fırsatını buldum.Yer bittiÄŸi için dünyanın en fakir ülkesinin baÅŸkenti MogadiÅŸu'daki maceralar haftaya kaldı.Açların kampı Etiyopya sınırına dayanan çölün üstüne kurulmuÅŸtu. Etrafı tel örgülerle çevrili bu kampta binlerce insan kıyasıya bir yaÅŸam mücadelesi veriyordu.Annesinin memesinde süt bulabilen çocuklar oldukça ÅŸanslıydı. Anneler de memeleri süt yapsın diye sabahtan akÅŸama kadar yiyecek peÅŸinde koÅŸturup duruyorlardı.Kamptaki kulübeler kelimenin tam anlamıyla derme çatmaydı. AÄŸaç dallarından yapılmış iÄŸreti iskeletin üstü ya çamurla ya da çuvalparçaları ile kaplanıyordu.Kamptaki Müslümanlar, etrafı taÅŸlarla çevrili olan açıkhava camisinde ibadetlerini yerine getirmeye çalışıyorlardı. Ä°badet dışında taÅŸları aşıp içeri girenlere tepki gösteriliyordu.Â