Osmanlı Haftası

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Osmanlı devletinin kuruluşunun 700. yılı kutlamaları devam ediyor. Aslında bunu, "bütün hızıyla devam ediyor" diye söylemek isterdim. Ortadaki manzara buna izin vermiyor. Yine de özel kuruluşların ilgisi gönül okşuyor.

Bu çerçevede geçenlerde Divan Oteli bir "Osmanlı yemekleri haftası" düzenledi. Şef Aybek Şurdum, eskiden beri yaptığı gibi, Osmanlı mutfağını modern bir bakış açısıyla yorumladı. Böylece ortaya günümüzün damak tadına uyan ilginç yemekler çıktığını söylemeliyim.

* * *

Yurtdışı gezilerim dolayısıyla Divan Oteli'nin bu etkinliğini kaçırayazıyordum. Allahtan Divan Oteli'nin halkla ilişkilerini yürüten İnsel Tanıtım'ın yöneticisi Deniz İnsel aramakta gecikmedi. "Elini çabuk tut, yoksa güzel bir etkinliği ıskalamak üzeresin" dedi.

Çarşamba akşamı küçük bir grup halinde biraraya geldik. Benim gibi Singapur gazisi olan Ali Esad Göksel ve gerçekten çok zarif bulduğum eşi Gülfem, NTV'den tanıdığınız Nilüfer Kuyaş ve Tayfun Ertan, Cumhuriyet'ten İpek ve Oral Çalışlar, Divan Restaurant'ın barında buluştuk. Ev sahibi olarak Deniz İnsel ve otelin yiyecek-içecek müdürü Ercüment İldağ vardı. Eşimin provası dolayısıyla biz biraz geciktik. Gittiğimizde diğer konuklar barda sohbet ediyorlardı. Böylece hep birlikte iyice acıkmış olarak sofraya oturuldu.

* * *

Aybek Şurdum bize önce içi kestane ile zenginleştirilmiş zeytinyağlı lahana sarması; marul yaprakları üzerinde sızma zeytinyağı ile sunulan kerevizli çökelek salatası; zeytinyağı, francala içi ve yumurta ile hazırlanmış ve hardalın yanısıra limon suyu ile terbiye edilmiş karides ezmesi yolladı. Ardından ılık bir ordövr olarak dil peyniri, kıyma ve pirinç ile hazırlanmış ve taze otlarla lezzetlendirilmiş bir kabak dolması yedik.

Sıcak başlangıç niyetine taze kekikle lezzetlendirilmiş, tavuklu harcı ile dikkat çeken ve sakızla olağanüstü bir rayiha katılmış bir börek yendi. Karides, levrek balığı ve fenerbalığı ile doldurulmuş ve rakıyla tatlandırılmış "fırında sarhoş kalamar dolması" tadıldı.

Ana yemek niyetine, közde pişirilmiş ve sarmısak ve zeytinyağı ile zenginleştirilmiş -biraz İzmir usulü iri parçalanmış patlıcan salatasını andıran- patlıcan söğürtmesi üzerinde ızgara kuzu filetosu geldi.

Üzerine de ilginç Türk tatlılarının minyatürlerinden oluşan bir tatlı tabağı.

* * *

Eğer biraz daha ipin ucunu kaçırsaydık neredeyse mönünün tamamını tatmış olacaktık.

Yine de epey yedik. Hazmedelim diye üzerine önce kahveler ve konyaklar söylendi. Ama Gülfem ve Ali Esad Göksel çay isteyince ben Ercüment'ten "gizli hazineleri"ni açmasını rica ettim. Ortaya önce bir Nepal 1Flush geldi. Himalayaların en tepe noktalarında yetişen harika bir çay. Üstelik sadece en üstteki, biricik ve en değerli yapraktan elde edilmekte. Adındaki 1 rakamı da bundan.

Ardından hızımızı alamadık. Bir de kiraz çiçekleri ile parfüme edilmiş bir Japon çayı içtik. Çayın İngilizce adı, "Japan cherry flowers".

Böylece Ercüment İldağ'ın elindeki son egzotik çay stoğunu da bitirdik.

Deniz ve Nilüfer ile birlikte Boğaziçi Üniversitesi'ndeki günlerimizden söz ettik. (Önemli not: Benim yaşım her ikisinden de çok büyüktür. Sınıf arkadaşı olduğumuza bakmayın!)

Hasılı çok güzel bir akşamdı. Uzun uzun anlatarak paylaşmadan edemedim.

Divan Oteli'ndeki Osmanlı Yemekleri Haftası, cumartesi günü akşamı dahil devam ediyor. Harika yemekler ve en az onun kadar harika bir servis var. Servis için İsmail Us ve ekibine tekrar tekrar tebrikler.

Aksanat’ta bir akşam

Divan Oteli'ndeki davetten önce Beyoğlu'ndaki Aksanat, Akbank Sanat Merkezi'ndeki bir lazer disk gösterisine gittim.

Kapıdaki görevliler son derece nazikti. Her yer tertemiz. İnsanlar güler yüzlü.

Gösterinin yapılacağı ikinci kata çıktım.

Çok hoş ve pırıl pırıl bir salon. Göz kararı yüz, yüz elli kişilik oturma yeri var.

Biraz sonra gösteri başlıyor. Lazer diskten Sir Georg Solti yönetiminde Şikago Senfoni Orkestrası'nın 1968 yılında Japonya'da verdiği bir konser aktarılıyor. Programda sevgili Mozart'ın 35. Senfonisi ve Mahler'in 5. Senfonisi var. Mahler’in ölüm döşeğindeki son sözünün ‘Mozart’ olduğu düşünülürse, anlamlı bir program. Görüntü ve ses harika. Elbette canlı konserle bu aynı değil. Ama yine de kolay bulunmaz bir gösteri izlediğimizin de farkındayım.

Bunlar işin güzel yanları.

Bir de işin kötü yanı var. O yüz, yüz elli kişilik salonda topu topu yirmi kişi mevcut. Halbuki böyle mi olmalı? Yatırım yapılmış. Her şeyin en iyisi temin edilmiş. Seçimler güzel. İşletmede bir kusur yok.

Yani deniz geçilmiş, ancak derede boğulunuyor.

Aksanat'ın etkinliklerini düşünen, tasarlayan, gerçekleştiren ve yürütenlere teşekkür borçluyuz. Tabii en başta bu işleri maddeten ve manen üstlenen Akbank'a ve Sabancı Topluluğu'na.

Ama bu kadar güzel bir girişim, sonuç da vermeli. Yapılan hizmet geniş kitlelere ulaşmalı. Yoksa emekler ziyan oluyor.

"Efendim broşür bastırıyoruz, gazetelere ilan veriyoruz" denerek bu durum geçiştirilemez.

Geçen yıl, bu yüzden Cemal Reşit Rey yönetimi ile münakaşa etmiştik. Yanılmıyorsam Fazıl Say'ın da çaldığı bir konserde salonun yarısı boş diye.

Mal ve hizmet müşteriyle buluşmazsa amaç gerçekleşmemiş demektir.

Bu işlerin parasız bir kültür hizmeti olması, nasıl olsa kár sözkonusu değil diye, müşterisizliğe mahkum edilemez.

Karanlık ve soğuk bir İstanbul

Bugün yazacağım daha başka şeyler de vardı. Elektrikler kesilince, bilgisayarın sınırlı aküsüne güvenemediğim için vazgeçtim.

Enerji kısıtlaması İstanbul'u aşan bir sorun. O yüzden ayrıntılarına girmiyorum.

Öte yandan İstanbul gibi bir kent her gün Deli Dumrul kafasıyla yapılan bu kesintileri kaldıramaz. Bu kentte Türkiye'nin üretiminin neredeyse yarısı gerçekleşiyor. Burası aynı zamanda bir sanat, kültür, eğitim kenti. Kısacası burası İstanbul, başka İstanbul yok.

Saatlerce karanlığa gömülmüş ve soğukla mücadele eden bir kent görünümü çok çirkin.

Allaha şükür, başımıza tabii bir afet gelmedi.

Sorun neyse bir an evvel çözülmeli.

Yetkili olmak, aynı zamanda etkili ve sorumlu olmayı da gerektiriyor.

Yazarın Tüm Yazıları