Nazlı Şirin'e iki yanıt

Emin ÇÖLAŞAN
Haberin Devamı

Bayan Nazlı Ilıcak Şirin, dünkü yazısında yine aynı sakızı çiğniyor: ‘‘Biz televizyonları verdik. Hem de okur sayısından fazla verdik...’’

Bu sözlere kargalar bile güler.

Haklarında açılan binlerce tazminat davası var. Bunları tek tek kaybediyorlar. Sanayi Bakanlığı bu hanımın oğlu uyanık Mehmet Ali ve kocası Emin Şirin hakkında ‘‘dolandırıcılık’’ yaptıkları iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuş, bu suç duyurusu İstanbul Zeytinburnu Cumhuriyet Savcılığı'nda uykuya yatırılmış!

Oğlu ile kocası TRT'ye üç trilyonluk borç takmaktan tutuklanmış, üç gün sonra ‘‘Türk adaleti’’ tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmış.

Bayan Nazlı dünkü yazısında şecaat arz ederken diyor ki: ‘‘Benim o promosyonla ilgim yok. Kampanya başladığında ben Aydın Doğan grubunda çalışıyordum...’’

Böylece kendini aklamaya çalışıyor! Peki ya sonrasında?.. Ayıptır, bunca kıvırtma koskoca Fazilet Partisi yöneticisine yakışır mı?

Şimdi bunları bir yana bırakalım da, düne ilişkin iki belgeyi konuşturalım. Bunlar Nazlı Ilıcak Şirin için herhalde yeterli olur.

***

İlk belge, gazeteci arkadaşım Nurettin Kurt'un elinde. Bugün bizim gazetede haberini de okuyacaksınız. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Nazlı'nın oğlu Mehmet Ali Ilıcak, kocası Emin Şirin ve adamları Can Aksın hakkında kamu davası açtı. Bu üçlü ‘‘dolandırıcılık suçundan’’ yargılanacak.

Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Sevimli tarafından hazırlanan 17 Haziran 1998 tarih ve Hazırlık 1998/23297 sayılı iddianamede yer alan sözler çok ilginç. Fazilet Partisi yöneticisi Nazlı Şirin Ilıcak inşallah ders alır:

‘‘Dolandırdıkları kamu kaynağını, yasal bir kılıfla sahiplenme niyetlerini sergilemişlerdir...’’

‘‘Asıl amaçlarının geniş bir dolandırıcılık eylemi olduğu, bunun için medyanın yaygınlık, ikna ve etkileme gücünden yararlanmak istedikleri, promosyonla birlikte yaptıkları şirket devirleri, unvan kiralamaları, logo hileleri ve olayın gelişim seyrinden açıkça anlaşılmaktadır...’’

‘‘Mehmet Ali Ilıcak gıyaben tutuklanınca, yurtdışına kaçarken yakalanmıştır...’’

‘‘74.900 kişi televizyonlarını alamadıkları gerekçesiyle bu şirketlere başvurmuşlardır. Bu toplama Ankara, İstanbul, İzmir ve Adana müracaatları dahil değildir. Çok sayıda vatandaş, dolandırıldığı için sanıklardan şikâyetçi olmuştur...’’

‘‘Sanıklar hile ve desise ile tüketiciyi bilinçli olarak dolandırmışlar, TRT'den 1 trilyon 339 milyar liralık bandrolü de hile ve desise ile almışlardır...’’

‘‘Halkı ve kamu kaynaklarını sömürüp dolandırmak amacıyla yola çıkan sanıkların yargılanıp cezalandırılmaları talep olunur...’’

Evet, Nazlı'nın gülünç iddialarına karşı bir yanıt daha, önceki gün Ankara Cumhuriyet Savcılığı'ndan geldi.

***

Şimdi gelelim ikinci yanıta. Akşam Gazetesi İcra Kurulu üyesi Süalp Kalleci'den dün aldığım mektubu özetliyorum:

Sayın Emin Çölaşan, 17 Haziran 1998 tarihli yazınız, önemli bir sorunun çözümüne son derece önemli katkılarda bulunmuştur.

Mehmet Ali Ilıcak başkanlığındaki eski yönetim sırasında, okurlarımızın bir bölümü, katıldıkları promosyon kampanyasında hak ettikleri televizyonları alamamışlardı.

Televizyonların dağıtılması işini, üzerimize düşen yasal bir zorunluluk olmamakla birlikte, gönüllü olarak üstlenmek istedik. Ancak bu kez ortaya başka bir sorun çıktı: Kampanyamızın, televizyon almaya hak kazanmış eski okurlarımıza duyurulması zorluğu.

Sizin konuya eğilmenizle, sorun büyük ölçüde çözüldü. Geniş bir okur kitlesine sahip olduğunuz için eminiz ki, okurlarınız arasında eski Akşam okurları da vardır. Hatta konuya gösterdiğiniz hassasiyet nedeniyle, henüz televizyonlarını alamamış eski Akşam okurlarının en çok sizi izlemekte olmaları da çok mantıklı bir olasılıktır.

Akşam Gazetesi'nin yeni yönetimi olarak bir amacımız da, eski okurlarımıza borcumuzu mümkün olan en kısa zamanda ödeyerek gazetemizi hak ettiği saygınlığına yeniden kavuşturmaktır.

Bu çabalarımıza inkâr edilmez katkı sağlayan yazınızdan ötürü, Akşam Gazetesi adına size şükranlarımızı sunmayı bir borç biliyoruz.''

***

Hazlı Hanımefendi oğlunun dönemindeki bu vurgunu bilmiyormuş! Madem bilmiyordun, bilmediğin konularda bizimle Akşam Gazetesi'ndeki eski sütununda niçin tartışmaya girdin? Niçin ekranlara çıkıp oğlunu ve kocanı savundun? Niçin yazılarında -şimdi hesabını oğlunla birlikte yargı önünde vermekte olduğun- hakaretleri yağdırdın?

Bir de hiç sıkılmadan diyor ki: ‘‘Emin Çölaşan'a hodri meydan! Televizyonda tartışmaya çağırıyorum, kaçıyor...’’

Ben senin neyinle neyi tartışayım? Bu işin tartışılacak yanı mı kalmış?

Devletin bakanlıkları ve savcıları, oğlunun ve kocanın ‘‘dolandırıcılık’’ yaptığını vurguluyor. Haklarında davalar açılıyor. Binlerce vatandaş, aleyhinizde açtığı tazminat davalarını şakır şakır kazanıyor. Akşam'ın yeni yönetimi, sizin döneminizde verilmeyen televizyonları vereceğini ilan ediyor.

Sen uykuda mı geziyorsun, yoksa herkesi kandırmaya mı kalkışıyorsun?

***

Ey Nazlı Şirin Ilıcak, sana sorduğum bir sorunun yanıtını ise hiç veremiyorsun.

‘‘Bu işlerin örgütçüsü olan oğlun Mehmet Ali Ilıcak nerede? Amerika'da mı, yoksa başka bir yerde mi?..’’

Bu sorunun yanıtını kamuoyuna veremiyorsun, bari Fazilet'e ver!

Bu işler Necmettin Erbakan, Recai Kutan, Temel Karamollaoğlu ve Tayyip gibileri evinde kurduğun rakılı ve şaraplı ziyafet sofralarında ağırlamaya benzemez.

Üzerinizde ailece, on binlerce fakir fukara insanımızın ahı var.

Diyelim ki bütün bunların hesabını Fazilet Partisi sana soramıyor. Ama bil ki, bu hesabı bir gün mutlaka aile boyu vereceksiniz. Hem bu dünyada, hem de ilahi adalet önünde.

Anladın mı Nazlı Şirin Ilıcak, anladın mı? Haydi yallah!













Yazarın Tüm Yazıları