Modern Sanat Müzesi

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Bazen insanları esir aldığımı fark ediyorum. Esir almaktan kastım, günlük koşuşturmalarının ortasında, sanki çok rahatlarmış gibi aklıma gelen düşünceleri onlarla paylaşma ısrarım.

Düşüncelerimi paylaşmada en ısrarlı olduklarımdan birisi de yazı işleri müdürüm Neyyire Özkan. Onun nezaketi benim istismarıma her daim açık. Benim de fırsattan sık yararlanmadığım söylenemez.

* * *

Geçenlerde böyle bir fikir paylaşımı seansında Neyyire'ye, "İstanbul'da niye bir modern sanat müzesi yok?" diye tutturdum. Daha ilk cümlede konu onun da dikkatini çekti. "Bunu işleyelim. Ayrıca bu, köşede yazılmasına da engel değil" dedi.

Bunun üzerine Doğan Hızlan'ı ziyaret ettim. Doğan Bey, bu konuyu yıllarca yazıp durmuş bir sanat eleştirmeni. Bana bir sürü isim verdi. "Git, bunlarla konuş" dedi. Ortada uçuşan projelerden söz etti. Bir kısmını ben de biliyordum. Ancak akibetlerinden haberim yoktu.

Araya bazı konular girdi. İstanbul'a bir modern sanat müzesi kurulması kampanyası gecikti.

Bu arada Hürriyet'te bir haber çıktı. Haberin flaşı, "Yıllardan beri ulusal ve uluslararası pek çok sanat etkinliğine evsahipliği yapan İstanbul, modern sanat müzesine nihayet kavuşuyor" idi.

İstanbul Sanat Müzesi Vakfı sonunda bu işe el atmış.

İstanbul Sanat Müzesi Vakfı'nın yönetim kurulu üyeleri Ayşe Kulin, Tomur Atagök ve Canan Baykal birer konuşma ile girişimi tanıtmışlar.

Konuşmalardan çıkan en güzel sonuçlardan biri, bunun çağdaş bir müze olarak tasarlanmış olması. Yani sadece bir takım eserler sergilenmekle kalmayacak, müze aynı zamanda çağdaş sanatı tanıtacak ve ona destek olacak.

Şimdilik hedef 1950 sonrası Türk sanatını kapsayan bir koleksiyon oluşturmak diye tanımlanmış.

Yerinde bir görüşle, koleksiyona aşamalı olarak özgün baskı, desen çalışmaları, fotoğraf, film, video ve bilgisayar sanatı ile tasarım ve mimarlığın da dahil edileceği belirtilmiş.

* * *

Gazeteci, nasıl olursa olsun atlamaktan ve atlatılmaktan hoşlanmaz. Böyle bir durum işin doğasına aykırıdır. Yine de bu girişime ne kadar sevindiğimi anlatamam.

Bir İstanbul gazetesi olarak kentin bir sanat müzesine kavuşmasının hem takipçisi, hem de başta gelen destekleyicilerinden olacağız.

Farlar açık olarak/Gidiyorum gündüz gece

Yukarıdaki şiir taklidi başlık sizi yanıltmasın.

Hiç şiir yazmadım. Gençliğimin en ateşli günlerinde bile. Şimdi hayatın başka bir baharında iken neden şiir yazmaya kalkışayım?

Ama yapılan işi de çok önemsiyorum.

Bridgestone, "Farım da hep açık, yolum da" diye bir kampanya başlattı.

Gerçi cümlenin ilk bölümündeki dahi anlamındaki "da" fazla ama, olsun. Şimdi Türkçe'ye pek aldıran yok nasıl olsa.

Gazete haberinde bu uygulamanın ilk önce 1961 yılında Amerika'nın Teksas eyaletinde yasal zorunluk haline getirildiği yazılı.

Benim bildiğim bu uygulama yıllardır İskandinav ülkelerinde iyice yerleşmiş bulunuyor. Hatta oralarda kontak anahtarını çevirdiğinizde farlar kendiliğinden yanmakta.

Bizde bir ara Meclis'e bu yolda bir yasa tasarısı sevkedilmişti. Aklıevvel ve körkütük cahil bazı milletvekilleri yüzünden yasa yürürlüğe giremedi. Neymiş efendim, boşuna enerji sarfı olurmuş! Yahu, akümlatör seyir halinde zaten kendiliğinden şarj etmekte.

* * *

Yasal bir zorunluk olmamasına rağmen birkaç yıldır İstanbul'da İETT otobüsleri yaz-kış demeden günün yirmi dört saati farlarını yakmaya başladı. Çok iyi oldu. Belediye örnek bir uygulama yaptı.

Yine de bizde bu adet hálá yaygınlaşmış değil. İnşallah bu kampanya vesile olur.

Şehiriçi trafiği zaten yeterince tehlikeli sürüşler yüzünden iyice berbatlaştı.

Yolda saatlerce sıkışan araba sürücüleri, fırsat bulunca hırslarını gaz pedalına basarak çıkartmakta.

Kimsenin kimseyi gördüğü yok. İstanbullu sürücünün gözü kara.

Farlar ise kör gözleri açmakta mutlaka yararlı olmakta. Böylece, dikkati dağılmış sürücüler çok önceden uyarılmakta Arabalar daha görünür olmakta.

* * *

İstatistikler, açık farların kaza ihtimalini yarı yarıya düşürdüğünü gösteriyormuş.

Avrupa'daki kadar olmasa bile, bizde de bu uygulamanın yararlı olacağından hiç şüphem yok.

Bir kazayı önlemek bile önemli.

Bridgestone'a bu kampanyası için bir İstanbullu olarak teşekkür etmeden geçemedim.

Şaka gibi reklam

Gazetelerde şu günlerde sık çıkan bir ilan var. Sinpaş adında bir şirket, kentin Anadolu yakasındaki bir uydu kenti tanıtmaya çalışıyor. Uydu kent, son zamanlardaki yabancı isimle vaftiz etme modasına uyularak "Aqua City" olarak tesmiye edilmiş. Türkçesi, "Su Şehri".

Reklamın üzerinde Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşfe çıktığında bir türlü karayı görememesi üzerine söylediği bir söz yer alıyor: "Su... Su... Her yerde su..."

İlanda temsili bir resmin altına "Birbirinden güzel göletler, havuzlar, şelaleler düşleyin..." diye yazılmış.

İlanın hemen yanında ise bir haber yer almakta.

Başlığı, "İstanbullunun su çilesi".

Haber şöyle devam ediyor: "İstanbul'da bazı semtlere 12 saat su verilemeyecek. Hadımköy İndirici Merkezi'nde yapılacak trafo değiştirme çalışmaları sırasında uygulanacak elektrik kesintisi nedeniyle bugün 07:00-19:00 saatleri arasında bazı semtler su almayacak."

Haberin devamında ise uzun bir liste halinde su verilemeyecek semtler sıralanmış.

En sonunda da, "Yetkililer, su verilemeyecek semtlerdeki vatandaşları hazırlıklı olmaları konusunda uyardı" deniyor.

Baktım, "Aqua City" bu semtler arasında yer almıyor. Ama İstanbul'un çok pahalı bir sürü yerleşim alanı su verilemeyecek saha içinde kalmış.

* * *

Bir reklam, ona Siyamlı ikizi gibi yapışık bir gazete haberi ve işte iki İstanbul!

Yaşadığımız kentin birbirine zıt iki yüzünü bundan daha iyi ne anlatabilirdi acaba?

Yazarın Tüm Yazıları