Mezhep fanatizmi

IRAK’ta nihayet korkulan oldu. Şiilerin kutsal mekánı Askeriye Türbesi’ne yapılan bir saldırıdan sonra başgösteren çatışmalar bütün dünyada ve özellikle de İslam áleminde büyük kaygılara yol açtı.

Beklendiği gibi, bu bir iç savaş provası ya da belirtisiydi; bunun Irak’ın parçalanmasını isteyen birtakım karanlık güçler tarafından tezgáhlandığı yolunda ciddi şüpheler vardır.

Bu şüpheleri güçlü kılan mantık ise şudur: İster Şii olsun, ister Sünni; bunlardan hiçbirinin diğerinin kutsalına tecavüzde bulunması, her iki kesimin inançla bağlı bulunduğu ortak değerler açısından mümkün görülebilecek bir davranış değildir. Bu, olsa olsa, uluslararası bir komplo girişiminin plan ve hedefleri içerisinde düşünülebilecek talihsiz bir gelişmedir.

Nitekim ABD Ulusal İstihbarat Direktörü John Negramound, Irak’ta son günlerde meydana gelen mezhepler arası çatışmaların bir iç savaş ve kaos ortamına dönüşmesi durumunda bütün Ortadoğu’yu kapsayan geniş bir çatışma çıkabileceği, bütün dünyanın bundan etkileneceği uyarısında bulunmuştur.

* * *

Böyle bir gelişmenin yol açabileceği yangının hudutlarını kestirebilmek imkánsızdır. Bu ateşin, daha fazla kurcalanması halinde nerelere sıçrayacağı, nasıl ürkütücü sonuçlar vereceği düşünülmeli ve daha fazla büyümeden önü alınmalıdır.

Winston Churchill’in ünlü bir sözü vardır: "Ateşle itfaiye arasında tarafsız kalınamaz." Dünyada barış ve esenlik istediklerini iddia eden güçler, bu olaylar karşısında itfaiyeden yana tutum ortaya koymazlarsa, büyüyen alevlerin bir gün kendi evlerini de saracağının hesabını yapmak durumundadırlar.

Öncelikle şunu ifade edeyim ki, tarihte hemen her ülkede dinsel ve mezhepsel fanatizme rastlamak mümkündür. Hıristiyan Avrupa’nın engizisyon mahkemeleri bunun en canlı örneğidir.

John Dowanport’un ifadesiyle, "Ortaçağ’ın belli bir kesitinde Avrupa’da 300 bin kişi yargılanıp değişik cezalara çarptırılmış; otuz iki bin kişi ateşte yakılmıştır. Kimisi kaynayan suya batırılarak haşlanmıştır. Ateşte yakılanlardan biri de, İtalyan filozof Giardano Bruno idi. Bruno’nun, sonsuz ve sınırsız bir evren tezi, kilisenin temel kabullerine aykırı düştüğü için, yakılarak tecziye edilmesi sağlanmıştı! Gerek Hıristiyanlarla Yahudiler arasında, gerekse Hıristiyan mezhepleri arasında cereyan eden din-mezhep savaşlarında nice on binlerce insan katledilmiştir".

Ancak Avrupa büyük ölçüde bu tür kavgaları aşmıştır.

İslam tarihinde ise Hz. Peygamber’in ölümünden otuz yıl sonra Müslümanların kendi aralarında başgösteren Cemel ve Sıffin Savaşı, Emevi-Abbasi çekişmesi; Emevilerin Şia’ya karşı zalimce tutumları; Abbasiler’in, Emevi hükümdarlarının kabirlerini açıp çürümekte olan bedenlere işkence edecek kadar haddi aştıkları bir vakıadır.

Ne var ki; Şiilik ve Sünnilik akımları arasında Batı’da olduğu kadar kanlı hesaplaşma olmamıştır. Yavuz Selim ile Şah İsmail arasındaki savaş, iki Türk hükümdarının hákimiyet kavgasından başka bir şey değildir. Siyasi ve sosyal temele dayanan bu olayların daha sonra başka bir ifadeyle akide haline getirilmesi, dini alana taşınması, ne yazık ki Müslümanların fırkalaşmasına sebep olmuştur. Azeri şair bunu acı bir dille şöyle ifade eder:

"Bir zamanlar Şah İsmailü ve Sultan Selim’e

Meftun olarak eyledik İslamı dunime (iki parça)

Koyduk iki taze adı bu din-i kadime (eski dine)

Bu teşeyyü (Şiilik), bu tesennün (Sünnilik) saldı bizi bime (korkuya)

Kaldıkça bu haletle sezay-ı esefiz biz (üzülmeye layıkız)

Öz dinimizin başına engel, kelefiz biz."

* * *

Tarihin belli dönemlerinde cereyan etmiş hadiseler ve bunlar üzerine kurulmuş siyasi teoriler, dinin bir kuralı olmayacağı gibi günümüz Müslüman’ının beklentilerine de cevap vermekten uzaktır. Örneğin, akaid kitaplarına da geçmiş olan ne Şii imamet nazariyesi, ne de buna tepki olarak doğmuş Sünni hilafet nazariyesi bugün için siyasi hayattaki bunalımı çözecek özelliklere sahiptir. Artık siyasi çözümün insana bırakıldığı gerçeğini kabul etmekten başka seçenek yoktur.

Günümüz Müslüman’ı hangi mezhepten ve görüşten olursa olsun, kendi problemlerine geçmişten değil günümüzden çare aramalıdır. Bunun da tek yolu, ortak payda Kuran etrafında birleşmekten geçmektedir.

Bir fikir, bir hareket İslam’ın ana kaynakları olan Kuran ve sahihi sünnetten değil de suyunun suyunun suyu sayılabilecek uzak kaynaklardan, hatta zayıf veya uydurma rivayetlerden besleniyorsa, bunlardan Müslümanların zararlı çıkacağı pek tabiidir.

Irak’ta basiretli ve sağduyulu Sünni ve Şii bilginlerin bu fitne ateşini söndürmek için çaba göstermeleri sevindiricidir. Umarız daha fazla kan akmaz.

Cenazemiz oldu. 10 günü geçti, hálá geliyorlar. Bu kadar uzun süre gelmeleri doğru mu?

Sema YUNAK/MANİSA

Ölenin yakınlarına taziyede bulunarak sabır dilemek ve ölüyü bağışlaması için yüce yaratıcıya dua ve niyazda bulunmak sünnettir. Taziyenin süresi 3 gündür. Cenaze defnedildikten sonra yapılır. 3 günden sonra taziyede bulunmak mekruhtur.

Evlilik yıldönümünü kutlamanın bir sakıncası var mıdır?

Osman Nuri AK/İSTANBUL

Dinde evlilik yıldönümü kutlanacak diye bir hüküm yoktur. Yalnız aile saadetine önem veren dinimiz, bu tür kutlamalarda aşırıya kaçmamak şartıyla bir yasak getirmemiştir.

"Gusül abdesti alması gereken bir kişinin yıkanmadan (boy abdesti) tıraş ve tırnaklarını kesmesi caiz değildir" diyorlar. Dinimizde böyle bir şey var mı?

Salih GÜNT/HATAY

Dinimizde böyle bir şey yoktur. Cünüp olan birisi tırnağını da kesebilir, tıraş da olabilir.

Bazı cenaze sahipleri para karşılığında camilerde sala okutuyorlar. Salanın dinimizle bir ilgisi var mıdır?

Bülent AĞIRGÜN/İSTANBUL

Sala vermenin dinde bir yükümlülüğü yoktur. Sadece cenazeyi duyurmak için okunur.

Kuran CD’si cebimde iken tuvalete girdim. Çıktığımda çok üzüldüm. Büyük günah işlemiş oldum mu?

Selime Adile UZYAR

Büyük günah işlemiş olmazsınız.
Yazarın Tüm Yazıları