Kimse kusura bakmasın! Kendimizi bir balığa yedirmeyiz
Marmaris’e 20 dakika mesafede, mavi yolculuğun favori rotası Gökova Körfezi... Şirin mi şirin Boncuk Koyu... Bir o kadar da romantik. Ama bize değil! Köpekbalıklarının aşk koyunda, aralarına daldık.
Bir Pazar, sabahın köründe Umum Neşriyat Müdürü Enis Berberoğlu’ndan telefon geldi:
- Çınar, bu Kaş’tan Meis’e yüzdüğün haberi çok beğendim. Sen bu yolda devam et. Böyle tehlikeli işlere atıl. Risk al, risk... Bu konuda açık var basında.
- Abi o kadar iş yaptık, gazete diye heder olduk, evde kaldık! Şimdi ne var aklınızda? Yakayım mı kendimi?
- Dıt dıt dııt.
Bir monoloğun daha sonuna gelmiştik.
Çaresiz, gazeteci–doğa aktivisti Yücel Sönmez’i aradım.
- Yücel! Şöyle kobra, ayı filan var mı? Gidip doğal ortamında huzursuz edelim de herkes rahatlasın.
- Köpekbalıkları var. Muğla, Boncuk Koyu’nda. 2-3 metrelik. Gider dalarız istersen. Bak bu süper olur!
Yücel hayatını doğaya adamış bir insan. Ne kadar kuş, sürüngen varsa tanır; yerini yurdunu bilir. Sonunda hayvan sevgisinden gidip kendini bir mahluka yedirecek kanımca.
Gazetede bir seferberlik. O sırada Irak’ta mesleğini icra etmekte olan Sebati Karakurt’a acil görev çağrısı yapılmış. Sebati kös kös merkeze dönmüş, sualtı kameralarını araştırıyor. Enis Berberoğlu “Bak Sebati sana Çınar’ı tüm organlarıyla emanet ediyorum. Bu şekilde isterim” dedi ama bir kaş göz işareti hissettim.
Toplantılar uzadığı için gece yola çıktık, mokasen ayakkabılarla Gökova Körfezi’ne ulaştık. Gözlük yok. Palet yok. Şnorkel yok. Hatta Sebati bunları daha önce hiç görmemiş. Ama sorsanız köpekbalığı ile selfie çekeceğiz!
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Su Ürünleri öğretim üyesi Halit Filiz ve yüksek lisans öğrencisi Umut Uyan sabah 6 gibi bizi uyandırdı. Dalış öncesi bilgi verdiler. Buradakiler kum köpekbalıkları (Carcharhinus plumbeus) saldırgan değil. Halit Hoca’dan aldığımız rakamlara göre tek kayıtlı saldırı 1900’lü yılların başında Sicilya’da olmuş. 22 kişiyi öldürüvermişler.
Umut Uyan-Çınar Oskay-Yücel Sönmez
- Peki nereden anlayacağız saldıracağını?
- Saldıracaksa etrafında daireler çizmeye başlar. Sonra daire daralır, balık kamburlaşır. Oradan anlayabilirsiniz.
- Hah tamam, içime su serpti bu bilgi.
KAYALARIN ALTINDA BİR ŞEY VAR
Yanımda ‘Shark Man’ Umut’la oyun planını kuruyoruz.
Bilime fanatikçe inanmak böyle bir şey. Yanımızda akademisyenler var, onlara güvenip suya giriyoruz. Sanki köpekbalığı diploma soracak yemeden önce.
Boncuk Koyu kum köpekbalıklarının Türkiye’de düzenli olarak görüldüğü tek yer. Mayıs-kasım arası geliyorlar. Sebebi tam olarak bilinmiyor. Halit Hoca “Kayaların altında onları çeken bir şey var diye
düşünüyorum” diyor.
Baktım Sebati hâlâ karada: “Kramp girdi. Siz gidin ben geliyorum.”
Suyun altındaki her hareketi köpekbalığı sanıyor insan. Son derece mutsuzum. Ama balığı görmeden dönersek yanarız. Gazetede bekleyen köpekbalıkları daha tehlikeli! Balık gelsin diye oramı buramı jiletleyip kanımı denize saçarım daha iyi.
Sebati sonunda şnorkel ve deniz gözlüğünden oluşan yüksek teknolojiyi kavramış, yanımıza geliyor.
Sebati, şnorkel teknolojisiyle tanışıyor.
Ve o an... Dalışın 25’inci dakikası... Halit Hoca omzumu dürttü. 5-6 metre önümde muhteşem bir köpekbalığı. Şoktan, en gerzekçe şeyi yaparak balığa doğru yüzdüm. Bir an evvel bitsin bu iş diye belki.
Sonra bir sesle irkildim: “Çınaoarrrrghhhh! Çınaoorrr!” Yücel ortalığı inletiyor. Sualtı predatörü, Yücel’in ölçüsüz sevincinden dehşete düşerek kaçıyor bizden.
- N’oldu Yücel!
- Gördün mü? Gördün mü?
Balığı unutup, kendini yitiren Yücel’i sakinleştirmeye çalışıyorum.
Köpekbalığının inanılmaz bir tasarımı var. İtalyan spor otomobilleri gibi, aerodinamik, yüzgeçleri sivri, sert. Uzun, ince bir birey. Yalnız bir avcı. Esas korkutucu olansa soğukkanlı, tekinsiz yüz ifadesi... Değil denizde, bir kafede görseniz inme gelir.
Soruyorum:
- Fotoğraf çektiniz mi? Çektiniz mi?
Sebati sağa sola bakarak sudan çıktı:
- Neyi?
Öğreniyorum ki Sebati üç numara miyop. Suda gözlük takamadığı için köpekbalığına ana yemek olarak orada bulunuyor. Umut’ta da fotoğraf makinası var. Ona soruyorum. Bir doğa aşığı daha!
“İnanamıyorum, inanamıyorum” diyor. “İlk defa gördüm. Köpekbalığı gördüm. Köpekbalığı gördüm.”
- Tamam da çektin mi hocam?
“Yok çekmedim, inanamıyorum, çok güzeldi” diye kahkahalar atıyor. Bir tane şaplatasım geliyor. Günü bitiriyoruz.
Shark Otel’in renkli patronu Zafer Uslu.
Akşam deniz kenarında otelin işletmecisi Zafer Uslu’yla oturuyoruz.
- Oteli iyi yere açmışsınız, kutlarım. Allah akıl fikir versin.
Kendisi de köpekbalığını andırıyor biraz. Yıllar önce burayı keşfetmiş ve tutulmuş. Müşteriler öğrenir öğrenmez kaçıyormuş. O yüzden köpekbalıklarını çok dillendirmiyor. Şahane bir adam ve balığın da müptelası:
- Burası köpekbalıklarının aşk koyu. Okyanus’tan buraya geliyorlar, sadece buraya.
Köpekbalıklarının aşk koyunda bir akşamüstü. Karşı tepe Dalış yaptığımız yer.
Tepedeki dolunay birkaç saat önce daldığımız koya yansıyor. Ormandan baykuş sesleri.
- Şu anda kaça tek başına dalarsınız? Biz de bu masada olmayacağız, yatıp uyuyacağız ama. Gözlük takmak da yok. Deniz sefası...
İyi düşündüm. Benim fiyatım 2 milyon euro’ymuş bu hayatta. Derken muhabbet sarpa sarıyor. “Peki şimdi uzun beyaz saçlı deli cadı gelip baykuş gibi ötse nasıl olur?”, “Gözsüz sarışın çocuklar sudan çıksa” filan derken iyice tribe giriyoruz.
Sabah deli gibi köpekbalığı kovalayan Umut’un ışık açık olmadan uyumadığını öğreniyoruz:
“Abi, niye böyle yapıyorsunuz şimdi...” diye bozuluyor.
Korku ilginç bir şey. Tamamen hayal gücüyle ilgili.
Gece muhabbetin etkisiyle Zafer Bey köpekbalığı işinin üstüne gitmeye karar veriyor. Başlık önerimizi kabul ediyor ve aslanlar gibi otelin adını değiştiriyor: Shark Hotel! (Köpekbalığı Oteli.)
Bir masumun daha hayatını karartarak mesleğimizi icra etmenin iç huzuruyla yatağa giriyoruz.
KÖPEKBALIĞI YEMİNİ YEMEDEN
Binbir zorlukla fotoğrafı çekilen köpekbalığı birkaç saniye önce burnumun dibindeydi.
Sabah 04.00’te Yücel cin gibi başımıza dikiliyor. O kadar karanlık ve soğuk ki değil köpekbalığı dalışı yapmak, odadan çıkmaya bile korkarsınız. 05.40’ta suya giriyoruz.
Bu sefer köpekbalığı bizi bekletmiyor. Daha iri, yuvarlak hatlı, sanırım dişi (tamamen atıyorum ama bana öyle geldi) bir köpekbalığıyla karşılaşıyoruz. Hayvanın umurunda değiliz. Sağa sola bakınıp biraz yüzüyor ve kendinden emin bir tavırla yoluna devam ediyor. Bir cebe girip kayaların arkasına saklanıyoruz. Suda kalp atışlarını bile duyan bir canlıdan saklanmak için ciddi bir tedbir.
Efsane foto muhabiri Sebati hırs yapıyor. Madara olmamak için üç numara gözlerini sonuna kadar açmış sotede bekliyor. Birden Umut dürtüyor. Arkamı dönüyorum. Ve burnumun dibinde! 2.5 - 3 metre arası.
Bu kez korkmuyorum. Sebati’ye el işareti yapıyorum ama menzilinin dışındayız. Ve Umut balığı giderken fotoğraflamayı başarıyor.
İkinci gün elimizde artık bir fotoğraf var. Akşam Yücel ile vedalaşıyoruz.
Son gün. Üç kişi kaldık. Sebati, ben ve Umut bu sefer 07.00 gibi sudayız. Artık daha tecrübeliyiz. Taktik belli. Cepte saklanıp balıkların geçmesini bekleyeceğiz. Bekle babam bekle. Hiçbir şey yok.
Sonunda ben çıkıp kayalarda Banu Alkan gibi güneşlenmeye başlıyorum. Nasıl olsa balığımı gördüm, onurumu kurtardım. Ama Sebati’nin fotoğrafı çekmesi lazım. Ben can sıkıntısından Sebati’yi lafa tutunca Umut köpekbalığını yine görüyor ve resimliyor. Haydaa.
Kaçtı mı bir fırsat daha?
Yarım saat kadar Sebati’ye “Gel biraz ilerleyelim açıkta belki görürüz” diyor, onunla da yetinmiyor önden ilerliyorum. Sebati arkada. Yanımda ne Halit Hoca ne Yücel ne de Umut.
OLMAYA LEVREK CİHANDA
Serkan Ocak’ın tavsiyesini hatırlıyorum: “Levrek diye düşün, hiç korkma, üzerine yüz.” “Gel levrek, gel canım levrek” filan derken kendimi her hecesini hissederek, halis Mekke lehçesiyle “Bismillahirrahmanirrahim” derken yakalıyorum. Baktım Sebati geri dönüyor, psikolojim de allak bullak “Yeter yahu” deyip Olimpik yüzücü gibi kıyıya yüzüyorum. Sebati’nin hızı da göz alıcı. ‘Jaws’ filminden bir sahne gibiyiz.
Kıyıda bakıyorum, Umut yok.
- Abi, söylemedin mi adama yanından yüzerken çıkıyoruz diye?
- Yok, unuttum.
Atlayıp geri dönüyorum tek başıma. “Levrek, levrek, lay lay lay” diye... Umut’u alıyorum. Bombayı kıyıda patlatıyor.
İşte Umut’un görüntülediği Akdeniz foku.
- Sana demin korkarsın diye söylemedim. Akdeniz foku gördüm. Cebe girdi saniyelerce yüzdü gözümün önünde.
- Yahu günlerdir köpekbalığı manyağı olduk, foktan niye korkayım?
Köpekbalıksız ortamda, azmağın buz gibi sularında mesudum.
Meğer fok saldırgan olabiliyormuş. İnsanları ısırdığı vakalar varmış. Sonra düşününce hak verdim, bir o eksikti. Umut inanılmaz mutlu. Burada ilk kez Akdeniz foku görülüyor. “Badem’e benziyordu ama sanırım değildi” diyor. Badem’in akıbeti belirsiz, yaklaşık iki yıldır görülmüyor.
Bu vesileyle arada bilimsel bir kayıt da yakalamış oluyoruz. Nesli tükenen hayvanlar denince akla ilk gelen pandalardan dünyada 2000 birey kalmış. Akdeniz fokundansa 600. Bunlardan 100’ü Türkiye sularında. Umut, bize rağmen çok önemli bir kayıt yapıyor.
Sebati ise ilk defa hayatında bir işten eli boş dönmekte:
“Bu Umut’un hikâyesi. Biz onun hikâyesine tanıklık ettik. Umut kardeşim hak ediyor bunları görmeyi.”
Ama ekliyor: “O değil de başka bir gazeteci çekseydi fotoğrafı, Sebati’yi o sudan Allah çıkarırdı!”
Umut’un esas alanı Caretta caretta’lar. Sebati “Olmaz! Caretta libidoyu düşürür. Shark Man olacaksın. Yakışıklı Shark Man!” diyor.
Umut sabırla bilimsel ilkeleri, etiği, süreçleri anlatıyor. Bizim dünyamızdan o kadar uzak ve güzel ki anlattıkları. O, Halit Hoca, Yücel iyilikleri seslerinin tonuna, hareketlerine işlemiş insanlar. Onlardan hareketle size sesleniyorum: Allah aşkına çocuğunuza zorla finans, halkla ilişkiler filan okutmayın.
İYİLİĞE ÇAĞRI
Umut’un evine misafir oluyoruz. Akyaka’da bir taş ev. Gündüzleri azmağın buz gibi suyunda yüzüyor. Muğla’daki okuluna otostopla gidiyor. “Ulaşıma asla para vermem” diyerek.
“Bakın Akdeniz kuruyor” dediklerinde “15-20 yıl idare eder mi? Beni çıkarır mı?” diye soran Sebati’de bile değişim görüyorum.
Artık sigaraları camdan atmıyoruz. Arabayı durdurup yaban eşeklerini, baykuşları çekiyoruz.
Bu insanların varlığı bizi umutlandırıyor. Artık onların yanındayız...
Fakat açık açık söyleyeyim.
Bana mavi yolculukla gelmeyin...
5 SORU 5 CEVAP
Köpekbalığı saldırırsa ne olur?
Hiç hoş olmaz. Ne tırmanacak bir ağaç var, ne su altında kendinizi savunabilirsiniz. Mike Tyson bile olsanız... Gerçi Mike Tyson da korkunç bir insan, bilemiyorum.
En etkili önlem nedir?
“Git buradan pis balık, ruh hastası seni!” diye bağırın. Bundan gocunmazsa yöntem değiştirin: “Yahu biz insanız, Ay’a çıktık biz. Sen kimsin! Kimse kusura bakmasın, kendimizi bir balığa yedirmeyiz” diye üste çıkın. Belki sizden tiksinir.
Kum köpekbalıkları bize neden saldırmadı?
Bu konuda iki teori var. Bilim insanları son derece uysal bir tür olduğunu iddia ediyor. Sebati Karakurt ise balıkların ramazanda niyetli olduklarına dikkat çekiyor.
En tehlikelisi hangisi?
Büyük beyaz köpekbalığı (Carcharodon carcharias.) Gerçekten Allah’ın belası olan bu balık daha çok Avustralya kıyılarında görülüyor.
Köpekbalığının eti yenir mi?
Yüzgecinden çorba yapılıyor. Cinsel gücü artırıyormuş. Bunu da anlamam, nasıl ölçerler. Yahu, köpekbalığı avlayıp çorbasını yapacak kadar gözü dönmüş birinin libido için katkıya ihtiyacı mı olur?