Kaçak ev yaparken devleti istemeyen, afetten sonra devleti aramasın

SELLERİN ardından konuştuğum önemli bir meteorolog, ‘‘Bu selleri ormanların yok edilmesine, çölleşmeye, küresel ısınmaya bağlamak doğru değil.

Bu seller Doğu Karadeniz'in bir gerçeği. Tarihsel sürece bakıldığı zaman kayıtlı olarak 1900'lerin başından beri bölgede çok sayıda sel ve heyelan var. O zaman ne ormanların kesilmesi vardı, ne de küresel ısınma. Bölge coğrafyası sel yaratmaya uygun. Bunun tek çaresi kontrollü yerleşimdir’’ dedi.

Türkiye ne yazık ki, afetlerle mücadeleyi ancak afeti yaşadıktan sonra akıl ediyor.

Afete maruz kalmamayı düşünmeyen ama afete maruz kaldıktan sonra kurtarmaya çabalayan bir zihniyet.

Bir anlamda koruyucu değil, tedavi edici hekimlik gibi.

Görüştüğüm bütün uzmanlar yerleşim bölgesi seçiminde vatandaşın dikkatli davranması, devletin de denetleyici ve yol gösterici olması gerektiğini söylediler.

Yani sele kurban gitmek istemiyorsan, sel yatağına ev yapmayacaksın.

Sel veya deprem veya bir başka afette ‘‘Nerede devlet’’ diye bağırmak istemiyorsan, devletin daha önce yaptığı ‘‘İmarsız ev yapma, gecekondulaşma, burada yapılaşma olmaz’’ uyarılarına kulak asacaksın.

Geç kalan yardım ekibiyle tartışmak istemiyorsan, yasaları uygulamaya gelen görevliye taş atmayacaksın, dama çıkmayacaksın, kendini yakmaya kalkışmayacaksın.

3. Dünya ülkelerinin vatandaşları gibi ölmek istemiyorsan, yasaya, mülkiyete ve doğaya gelişmiş ülke vatandaşı kadar saygı duyacaksın.

Bu kadar basit.

Cem Özdemir'in istifası bizim AB yolunu kapar


ALMANYA'da milletvekili iken, bir işadamından ‘‘borç para’’ aldığı ortaya çıkınca bir daha aday olmama kararı alan Cem Özdemir'in hikáyesini okudunuz değil mi?

Bir süre direnen Cem Özdemir, sonunda ‘‘bir daha milletvekili adayı olmayacağını’’ açıkladı.

Hürriyet, ‘‘Avrupa Birliği ülkelerinin siyasi etiği bunu gerektiriyordu’’ diye vermiş önceki gün haberi.

Okudum, karamsarlığa kapıldım. Avrupa Birliği'nin ‘‘siyasi etiği’’ böyle bir tavrı gerektiriyorsa, işimiz zor.

Bizim siyasiler durumu görünce ‘‘sittin sene’’ AB'ye girmezler.

Böyle bir etik anlayışı, bizde hangi siyasiye uyar!

Futbolda mucize yaratıyoruz


KULÜPLERİN ömrü birbirini kıskanmakla geçecek.

Fenerbahçe ve Beşiktaş bizim Galatasaray'ın Avrupa şampiyonluğunu kıskanıyor.

Beşiktaş'la Galatasaray Fenerbahçe'nin yeni stadını kıskanıyor.

Fenerbahçe ile Galatasaray ise Beşiktaş'ın yeni tesislerini.

Geçenlerde bir spor programında izledim.

Müthiş olmuş. İnsanın Beşiktaş'ta futbolcu olası geliyor.

Bu yolu ilk açan Galatasaray'dı ama sarı kırmızılılar ne statlarını, ne tesislerini yenileyebildiler. Paralar futbola gitti.

Şimdi Galatasaray'da hedef Avrupa Şampiyonluğu.

Olur mu?

Olabilir.

Fakat rakamlara bakınca insanın umudu kırılıyor.

Bakın geçen yıl Şampiyonlar Ligi'ne katılan takımların gelirlerine.

Galatasaray geçen yıl iki kez grup maçları oynamış.

Toplam geliri 15 milyon İsviçre Frangı.

Pazarlama Havuzu'ndan aldığı pay 3 milyon 460 bin frank.

Galatasaray'la aynı durumda olan, aynı sayıda maç yapan Nantes ise 43 milyon İsviçre Frangı gelir elde etmiş. Aynı durumdaki Roma'nın geliri 41, finale kadar giden Real Madrid'in geliri ise sadece Şampiyonlar Ligi'nden 55 milyon İsviçre Frangı olmuş.

Galatasaray'ın 3.5 milyon İsviçre Frangı aldığı Pazarlama Havuzu'ndan, Nantes'in aldığı para neredeyse 35 milyon İsviçre Frangı.

Arada bu kadar fark varken, bizim çocuklar fazla bile başarılı.

Yönetimler az bile borçlu.

Avrupa'da başa baş oynamak aslında mantıklı değil.

Futbolda yapılan şey, ciddi bir mucize...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Mucizelerin her gün kendiliğinden meydana gelen şeyler olmadığını unutmadığımız zaman.
Yazarın Tüm Yazıları