İmza toplayacaksanız Fransa’ya gidin!

FRANSA’nın "Ermeni soykırımı yok diyene hapis cezası" kanununu gündeme getirdiğinden bu yana bana ulaşan e-postaların önemli bölümü Fransız mallarına yönelik boykot çağrısı yapıyor.

Hepsinin ekinde de benzer bir liste var.

"E-posta protestocuları" farkında değil ki o listede yazılı şirketlerin çok büyük bölümü Türkiye’de üretim yapan, Türkiye’de vergi veren, Türk işçilerini çalıştıran Türk şirketleri.

Aralarında ürettiğinin çok önemli bölümünü yurtdışına ihraç edip ülkeye döviz kazandıranlar da var.

Bugün Hürriyet’te yayımlanan bir haber, Türkiye’de faaliyet gösteren Fransa kökenli şirketlerden birinin Fransa’daki kanun aleyhine imza kampanyası başlattığını anlatıyor.

Onlara tavsiyem şu: Böyle bir kampanyayı Türkiye’de yürütmenin bir anlamı yok.

Kampanyanızı Fransa’da, Fransızlar arasında yapın ki bir anlamı olsun!

Dostlar alışverişte görsün türünden kampanyalar hiçbir işe yaramaz, kimse unutmasın.

Gazetelerde çok saçma bir başka "boykot" haberi daha okudum.

Fransa’da düzenlenecek Avrupa Şampiyonası’na tekvando takımımız katılmayacakmış.

Böylece Fransızlar protesto edilecekmiş.

Bence çok yanlış bir karar. O takımın geçen yıl Avrupa Şampiyonası’nda önemli başarılar elde ettiğini de okudum gazetede.

Demek ki yapılacak iş yarışmadan kaçmak değil, oraya gidip başarılı olarak İstiklal Marşı’nı çaldırmak, bayrağımızı salona çektirmek olmalı.

Madalya töreninden sonra gazetecilere "Ermeni soykırımı yoktur. Şimdi burada beni hapse atarlar mı dersiniz" diye sormak da herhalde ilginç bir gösteri olur.

Cüppeli’yi kınamaya bir türlü dili varmıyor

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın Uğur Dündar’a yaptığı açıklamalar dün Hürriyet’in manşetinde ve akşam da CNN Türk ve Kanal D’nin Arena programında yayımlandı.

Öyle görünüyor ki Başbakan, bir süre önce başlattığı "ortamı yumuşatalım" atağına devam ediyor.

"Askerlik yan gelip yatma yeri değildir" sözleri nedeniyle özür dilemesi, DYP Lideri Mehmet Ağar’ın çağrısını olumlu olarak yorumlaması bunun işaretleri.

Ancak hep olduğu gibi iş yine "din tüccarı tarikatçılara" gelince Başbakan’ı belli ki bir sıkıntı basıyor.

Takkeli, cüppeli tarikat liderlerini kınamaya dili bir türlü varmıyor.


"Dinden beslenenleri hoş görmeyiz" diyor ama Hürriyet tarafından maskesi düşürülen bir din tüccarının adını ağzına bile alamıyor.

Tam tersine, daha yargı ve soruşturma süreci tamamlanmamış "tarikat mahkemesi" iddialarıyla ilgili olarak "Ben biliyorum ki orada böyle bir şey yok" diyebiliyor.

Bu tür yayınların "dindar kesimlerde rahatsızlık yarattığını" söylüyor.

Gerçek dindarların, asıl bu tür tarikatlardan rahatsız olması gerektiğini düşünmüyor.

Başbakan, din tüccarları ve irtica konusunda ne kadar istese de inandırıcı olamıyor.

MİT’in yeteri kadar görevi yok mu?

DÜN Hürriyet’in yazı işleri toplantısında dikkatimi, Ağrı Dağı’na yapılacak tırmanışlar için Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan izin alma şartı getirildiğini anlatan bir ajans haberi çekti.

Hatırlayacaksınız geçenlerde Ağrı’ya tırmanan bir grup Amerikalı dağcı, zirveye çıktıklarında Ermenistan bayrağı ile fotoğraf çektirmişlerdi ve bu birçok gazetede yayımlanmıştı.

Ülkesi dışında bir dağa tırmanan dağcıların bayraklarını açıp orada fotoğraf çektirmeleri, bu ilk tırmanışsa zirveye bir bayrak bırakmaları bir dağcılık geleneği olarak biliniyor.

Ancak iş Ağrı ve Ermeniler olunca değişiyor tabii.

Çünkü Ağrı Dağı, Ermeniler için bir tür "Ergenekon" gibi.

Hazreti Nuh’un çocuklarından ürediklerine inanıyorlar ve Ağrı’yı bir "sembol" olarak görüyorlar.

Zaten bu nedenle Ermeni dağcılara bu dağa tırmanma izni bugüne kadar da verilmiyordu.

Birçok kişi bilmez belki ama Ağrı’ya tırmanmak için zaten valilikten izin almak gerekiyordu.

Amerikalı dağcılara izin veren görevliler, Amerikalıların Ermeni kökenli isimler taşıdıklarına dikkat etmiş olsalardı bu sorun hiç yaşanmayacaktı.

Bu nedenle, MİT’in onca görevinin arasına bir de "Ağrı’ya tırmanmak isteyen dağcıları soruşturma" işini sokuşturmak ne kadar doğru?
Yazarın Tüm Yazıları