Bizanslı Çavdarhisar

Geçen hafta, "Eşek Kulaklı Midas"ın topraklarına, Küçük Frigya’ya yaptığım gezinin ilk bölümünü anlatmıştım.

Eskişehir, Kütahya ve Afyon arasında kalan bu bölümde, kayalara oyulmuş mağaraları gezmiş, geçmiş yaşamların sürdüğü tepelere tırmanmış, Avrupalı Frigyalıların izini sürmeye çalışmıştım. Bu bölümde ise Bizanlı Çavdarhisar’ı, fantastik Oylat Mağarası’nı anlatmaya çalışacağım.

Yol arkadaşım Zeki Alkoçlar ile Kütahya’dan yola çıktığımızda güneş yeni yeni uyanıyordu. Frigya’nın en önemli kentlerinden biri olan Çavdarhisar’a (Aizanoi) gidiyorduk. Direksiyonu Zeki’ye emanet etmenin rahatlığı ile pencereden akıp giden manzaranın tadını çıkartıyordum; sabah rüzgarıyla dalgalanan sarı tarlalar, yeşil sebze bahçeleri, yaprakları gümüş gümüş parlayan kavaklar, zaman zaman görüntüye giren tebeşirli, kalkerli beyaz toprak tepeler... Gökyüzünde ise beyaz bulut kümeleri uçuşup gidiyordu. Yağmurlarını kim bilir nereye taşıyorlardı?/images/100/0x0/55ea82b0f018fbb8f884b365

Oysa Fransız bilim adamı ve gezgin Charles Texier de, bundan yaklaşık 150 yıl önce aynı yoldan geçmiş ve çevreyi çok çıplak bulmuştu. Texier yol izlenimlerini, "Küçük Asya" adlı kitabında şöyle aktarmıştı: "Kütahya’nın batısına doğru uzanan büyük ova, bitkilerden yoksundur. Anadolu’nun bu ormansız parçası, Frigya’nın büyük bir bölümünü kaplar. Çavdarhisar’a giden yol o kadar hoş değildir ama jeoloji açısından çok önemlidir... Tebeşirli balçık ve tatlı su kalkeri bütün havzaları işgal etmiştir. Aizanoi’ye ulaşmadan önce aşılan dağ talklı taşlardan oluştuğu için yere yeşil ve parlak bir renk verir. Kente gelmeden hemen önce su kalkerleri görülür. Bu taşlarla Aizanoi’deki eserlerin bazıları yapılmıştır..."

Çavdarhisar, bozkırın ortasında kendi halinde, sıradan bir kasabaydı. Adının Aizanoi olduğu dönemlerde, hele hele İmparator Hadrinus’un zamanında, buralarda görkemli yaşamların hüküm sürdüğüne inanabilmek için oldukça zengin bir düş gücüne gereksinim vardı. Adını Selçuklu döneminde burayı ele geçiren Çavdar Tatarları’ndan alan Çavdarhisar’ın çevresi, geçmişteki yaşamlar hakkında önemli ipuçları sunuyordu. Örneğin M.S. 125 tarihinde inşası bitirilen Zeus Tapınağı bunlardan biriydi. Hálá eski görkemini koruyan tapınağın sütunlarından ikisinin başlıkları çok dikkat çekiyordu. Amerikalı öğretim görevlisi John Freely, İon sarmalının Korinthos kengeriyle buluşmasından oluşan bu karma düzenli sütun başlıklarının, dünyanın başka hiçbir yerinde görülmediğini belirtiyordu.

GERİYE GİDEN ZAMAN

Zeus Tapınağı’nın altında bir uçtan diğer uca uzanan salonu görünce şaşırıp kaldım. Bir tapınağın altında ilk kez böylesine büyük bir yeraltı salonu görüyordum. 36 basamakla inilen bu mekanda öğrendiğime göre tapınağın değerli eşyalarıyla, varlıklı vatandaşların kıymetli eşyaları saklanıyordu. Yani bir nevi banka kasası görevini görüyordu.

Tapınağın hemen yanındaki sütunlu cadde, şimdi toz toprak içinde, yoksul görünümlü bir sokağa dönüşmüştü. Görkemli kemerlerin karşı sırasına ise derme çatma evler sıralanmıştı. Halbuki yüzlerce yıl önce bunların yerinde gösterişli kamu binaları sıralanıyordu. Daha sonra stadyumu, tiyatroyu, hamamları gezdik. Buralar da geçmişin görkemini gözler önüne seriyordu. Biraz ötemdeki Zeki’yi her bakışımda kendi kendine söylenirken yakalıyordum. Kulak kabarttım, "Burada medeniyet niye böyle gerilemiş?" diye sorup duruyordu. Gerçekten de zaman Çavdarhisar’da hep geriye doğru gitmişti. İki bin yıl önceki muhteşem medeniyet, yerini kırık dökük, estetikten uzak, özensiz bir 21. yüzyıla terk etmişti.

Tarihteki kayıtlara göre Aizanoi, Rhyndakos Nehri (Orhaneli Çayı) üzerindeki önemli bir liman kentiydi. Bir ağaç gölgesine oturup, bir süre söğütlerin dal sallandırdığı, sazların ve zümrüt yeşili yosunların kapladığı bu cılız suları seyrettim. Bu suların üstünde tıka basa mal dolu büyük sandalların, uzak kentlere yol aldığını düşlemek istedim ama beceremedim. Bugünkü manzara, geçmişi canlandırmamı engelliyordu. Oysa, hálá ayakta duran ve arabaları, insanları bir yandan diğer yana aktarmayı sürdüren beş kemerli Roma köprüleri, nehrin o zamanlardaki büyüklüğü konusunda ipuçları sunuyorlardı.

DÜNYANIN İLK BORSASI

Bu köprülerden birini geçip, yine yıkık dökük evlerin sarmaladığı bir meydana geldik. Meydanın ortasında yuvarlak bir yapı vardı. Burası dünyanın ilk borsa binasıydı. İmparator Diocletian’ın 301 yılında enflasyonla mücadele için yaptığı ücret tespitleri, bu binanın duvarlarına kazınmıştı. İmparatorluğun tüm pazarlarında, bu duvarın üstünde yazılan fiyatlardan alışveriş yapılırdı. Örneğin bir kölenin fiyatı her yerde 30 bin dinardı. Yani iki eşek fiyatınaydı. Bir at ise üç kölenin fiyatı olan 90 bin dinara satılabilirdi. Bu fiyatların dışına çıkmak kesinlikle yasaktı.

Çavdarhisar’ın geçmişini bitirip, bugünün pek bir şey söylemeyen sokaklarında (sessiz ve yorgun görünüyorlardı) dolaştıktan sonra, Zeki direksiyonu Tavşanlı’ya doğru kırdı. Arabanın penceresinden yine tarlalar, kavaklar, meşeler, bulutlar aktı gitti. Kenarından, kıyısından geçtiğimiz köyler, alışılmıştan büyük hatta kasaba ölçeğindeydi. Kimisine 4-5 katlı apartmanlar bile kondurulmuştu. Tavşanlı’ya gelmeden önce, Kayaboğazı Baraj Gölü’nün kenarında duraklayıp, yeşil suların güzelliğine övgüler yağdırdık.

Tavşanlı, kasabadan çok, orta büyüklükte bir kenti andırıyordu. Biraz ötedeki Tunçbilek’te ise hava tamamen kömür kokuyordu. Çevredeki tüm görüntülerin kömürle bir bağlantısı vardı mutlaka. Yani Tunçbilek’te kömür her şeydi. Sonra Domaniç kasabası geçildi. İnegöl’e doğru tırmandığımız 1500 metre yükseklikteki Kocayayla’da, kendimizi koyu bir sis perdesinin içinde bulduk. Zeki "yaz sisine" şaşırdı kaldı, "Temmuzun ortasında sis mi olurmuş" dedi!.. Ben ise onun aksine sise sevindim. Sisli görüntüleri oldum olası sevmişimdir. Geçit bitince sis de bitti. Önümüze bir tabela çıktı: "Oylat Mağarası-Oylat Kaplıcası". Tereddüt etmeden saptık. Altı kilometre sonra kendimizi bir mağaranın kocaman ağzının önünde bulduk.

FANTASTİK GÖRÜNTÜLER

Loş ışıkların aydınlattığı girişte bizi yarasa çığlıkları karşıladı. Sonra içeri doğru uzanan platformda ilerlemeye başladık. Mağaranın derinlikleri bir korku filmi platosunu, başka bir gezegeni, gerçeküstü bir mekanı andırıyordu. Loş ışıkların aydınlattığı görüntüler her türlü düşe açıktı. Bunları ister bir deniz anası heykeline, ister bir ejderhaya, ister bir canavara, kuşa, vampire, aslana benzetebilirdiniz. Bu tamamen sizin hayal gücünüze kalmıştı. Yani bu heykeller galerisinde herkes istediği heykeli görebiliyordu. İlk kez bir mağaraya böylesine aşık olmuştum. Platform ve fantastik gezinti 630 metrede sona erdi.

Oylat Mağarası’nın turizme açılması için tüm hazırlıklar tamamlanmıştı. Ama Boğaziçi Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübü, bu konuda ilgilileri uyarıyordu. Onlara göre mağaranın içinde mağara örümceği, mağara kelebeği ve yarasa kolonileri vardı. Bunların nesli tükenmek üzereydi. Hele dört türden oluşan yarasalar, "Bern Sözleşmesi" ile koruma altına alınmıştı. Onlara göre mağaranın bilinçsizce turizme açılması halinde bu canlılar yok olup gidecekti. Mağaradan ayrılırken yarasalara pek aldıran olmadığı izlenimini edindim.

Öğle yemeğinde İnegöl’de köfte ziyafeti çektik. Sonra meyve bahçelerinin arasından kıvrıla kıvrıla ilerledik. İznik Gölü’nü aşıp Karamürsel üzerinden İstanbul’a vardık.

KÜTAHYA YEMEKLERİ

Frigya gezisini fırsat bilip yörenin lezzetleri ile tanışmak istedim. Maalesef ki, yerel yemek mönüleri pek zengin olmayan bir-iki lokanta dışında, bu muhteşem yemekleri tatma şansını yakalayamadım. Bu sadece Kütahya için geçerli değil, Anadolu’nun neresine giderseniz gidin eğer bir tanıdığınız, yakınınız, akrabanız yoksa yerel yemeklere ulaşmakta çok zorluk çekersiniz. Size Kütahya mutfağının önemli yemeklerinin listesini sunuyorum. Gittiğinizde bunları yapan bir ev, bir lokanta bulursanız, kapısını çalmakta tereddüt etmeyin. Çünkü Kütahya yemekleri "damak çatlatan" cinsinden, insanın canına can katıyor.

ÇORBALAR: Tutmaç çorbası, oğmaç çorbası, tekke çorbası, sıkcık çorbası.

YEMEKLER: Şibitli tavuk tiridi, kıymalı sini mantısı, gökçümen hamursuzu, cimcik, ıspanaklı şibit, dolamber böreği, ılıbada dolması, etli yaprak sarması, kabak kabuğu kavurması, küp eti, göveç, kalbur köftesi, lopça.

TATLILAR: Doldurma kabak tatlısı, cendere, yufka tatlısı, irmikli gül tatlısı, elmalı ikram, namaz lokması, ballı pelte tatlısı.
Yazarın Tüm Yazıları