Armutlu’nun karanlık sokağındaki o yer

Dediler ki, "Seni çok ilginç bir yere götüreceğiz, bayılacaksın".

Neye ve kime göre ilginç? Ayrıca ilginç bir yer kalmış mı şu hayatta?

Her şey, her yer birbirine benziyor artık.

Neyse umutsuzluğu bir yana bırakıp sordum yine de: "Nerede?"

Armutlu’daymış!

Bak şimdi ilginç oldu gerçekten. Armutlu, içinde yaşamayan için dışardan -medyada okunanlardan yola çıkarak- bir nedir?

Solcuların kalesi diye bilinen bir gecekondu semti.

Orada en son Dükkan diye şık bir kasap açılmıştı.

Gidilecek yer orası mıydı yoksa? Değilmiş, daha da ilginçmiş.

Bindik arabaya. Etiler’in arka tarafına geçtik. Bir ana yoldan sapıp sokak lambaları yanmayan kör karanlık bir sokağa girdik.

Öylece ilerlerken sağda durduk. Giriş katından dışarıya çöl sarısı bir ışık saçan üç katlı apartmanın önünde.

"Burası" dediler, "İşte Cikare burası". Zile bastım. Kapı kapalı çünkü. Örgüt evine filan mı geldik yoksa?

Ve aydınlık yüzlü iki kadın açtı kapıyı. İçeriye buyur ettiler ve girer girmez, "Burası ne ya?" oldum. Çünkü başka bir dünyaya girmiştik, hiç abartmıyorum. Armutlu’daki karanlık ve sıradan sokaktan böyle bir yere...

Anlatayım: Kocaman, şık bir mutfak. Ama o modern, gri, teknolojik mutfaklardan değil. Her şey ahşaptan yapılmış.

Tel dolaplarda dizilmiş sıra sıra tabak çanak.

Ve onun önünde 12 kişilik büyük bir masa. Masanın karşısındaki duvarda ise iki kadının resmi. Mutfakta yemek yapıyorlar.

Çok huzurlu, bol mumlu, çok sarı, çok özenli bir yer burası.

Cikare’ye vurulmuş bir şekilde dolaşırken burayı yaratan iki kadına soruyorum: Neden Nişantaşı filan değil de Armutlu’da böyle bir açtınız?

Yanıtlarını bir sonraki kutucukta bulacaksınız...

Tarkan’ın Swarovski taşlı pastası

İki kadın arkadaş, yani Gamze Aktan ve Güniz Dalver’in yolu dört yıl önce Bebek’teki Nady’s Café’de kesişmiş. Biri oranın işletmecisi, diğeri de mutfaktan sorumluymuş. Derken kendi mekanlarını açmaya karar vermişler.

"İyi bir mekan nerede açılırsa açılsın keşfedilir" düşüncesinden yola çıkarak Armutlu’daki bu apartman dairesini tutmuşlar.

Elbette maliyeti de düşünmüşler. Çünkü şehrin gözde bir semtinde aynı mekanı açsalar, kiraydı, hava parasıydı derken daha mekanı açmadan bolca para saçmış olurlardı.

Cikare kadınları aynı zamanda catering hizmeti de veriyor.

Sipariş veriyorsunuz. Doğumgünüydü, düğündü, neyse artık.

Gamze ve Güniz mutfağa kapanıp saatlerce siparişleri hazırlıyor. Mesela Tarkan, Swarovski taşlı doğumgünü pastasını onlara yaptırmış.

Ya da rezervasyon yaptırıp bizim gibi yemek de yiyebiliyorsunuz.

Üstelik istediğiniz konsepte göre hazırlanıyor yemekler.

Pazarları kahvaltıya gelen de çokmuş. Sosyetikler, işadamları... "Mahalle halkı nasıl bakıyor size?" diye soruyorum G ve G’ye. "Çok yardımseverler. Bir şey olsa kapısını çalacağımız bir sürü insan var burada" diyorlar.

İki aşçı kadın, güvenlikli sitelerdeki evlerinden kalkıp gecekondu mahallesindeki mekanlarına gelmeye alışmışlar.

Hatta burayı daha çok seviyorlar diyebilirim.

Deniz Seki de katıldı aramıza

Gamze ve Güniz’e dedim ki, "Bu mekandan ve sizden nefis televizyon dizisi olur."

Meğer bunu daha önce söyleyen olmuş (tüh!).

Ama ben söylemekle yetinmeyip hoop bir senaryo da yaratıverdim orada. İlerleyen dakikalarda yemek masamıza sürpriz bir ünlü de katıldı: Deniz Seki.

Kısa kestirdiği saçları, kırmızı mini ekose eteği ve yine aynı renk iri küpeleriyle... Süper enerjik ve "Burası şahaneymiş" diyerek.

Tam da o gün gazetelerde "Hüsnü ve Deniz ayrıldılar" haberi çıkmıştı.

Sordum tabii, "Nedir durum?" diye.

Hayır, ayrılmamışlar. Zaten az sonra Hüsnü aradı, telefonda konuştular. Size bir şey söyleyeyim mi, bu aşk bitmez.

Diyorum, başka da yorum yapmıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları