Aynı zamanda 2019 Ocak ayında Suriye’den çekilmenin koşulları üzerinde Ankara ile Washington arasında ile ciddi bir çekişme meydana gelmişti. Bu gerilimin ardından Türkiye harekât konusunda frene basmıştı.
Ancak bu süreçte Türkiye ile ABD arasında yaşanan bilek güreşinin çok önemli bir sonucu, Başkan Trump’ın Türkiye’nin Suriye’de Fırat’ın doğusunda sınıra bitişik alanda kurmak istediği “Güvenli Bölge” fikrini ilke olarak kabul etmiş olmasıydı. Sonrasındaki dönemde bütün mesele tasarlanan güvenli bölgenin sahada ne zaman ve nasıl bir konseptle uygulanacağı sorusuna çevrildi.
5 EKİM / ERDOĞAN: ‘BELKİ BUGÜN, BELKİ YARIN...’
ABD tarafı, başlangıçta “güvenli bölge” konseptini bir ortak askeri faaliyet olarak öngörmekteydi. Buna karşılık 2019 Ağustos ayı başında ABD ile varılan ve iki ülkenin askeri makamları arasında sınır hattına bitişik bölgelerde ortak devriyeler üzerinden güven yaratmayı amaçlayan “Barış Koridoru” denemesi beklenen sonucu getirmedi.
Ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin PKK uzantısı YPG/PYD kadrolarına karşı Fırat’ın doğusunda sınır boyunca harekât düzenlemesi meselesi 2019 yılı sonbaharında yeniden Türkiye’nin gündemine yerleşti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, harekât konusundaki mesajlarını tekrarlamaya başladı. Ekim ayı başına gelindiğinde Erdoğan’ın açıklamalarının yanı sıra TSK’nın Suriye sınırı boyunca Fırat’ın doğusundaki bölgede gözlenen hareketliliği, söylemin ötesine geçen bir hazırlığa işaret ediyor, işin ciddiyet kazandığı mesajını taşıyordu.
Erdoğan, 5 Ekim 2019 Cumartesi günü partisinin Kızılcahamam’da düzenlenen toplantısına hitabında gerilimi birden yukarı çekti. “Hazırlıklarımızı yaptık, harekât planlarımızı tamamladık, gereken talimatları verdik” diye söze giren Erdoğan, şöyle devam etti:
“Kararı verilen ve süreci başlamış olan barış pınarlarının önünü açma vakti belki bugün, belki yarın denilebilecek kadar yakındır. Hem karadan hem de havadan bu harekâtı yöneteceğiz...”
DÜNKÜ yazımızda Donald Trump’ın Beyaz Saray’daki ilk döneminde 14 Aralık 2018 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la yaptığı bir görüşmeden kısa bir süre sonra 19 Aralık’ta Suriye’deki ABD askerlerini çekme kararını açıklaması ve bu hamlesinin ABD sisteminde büyük bir depreme yol açmasını anlattık.
Trump ile görüşmesinden önce “Fırat’ın doğusundaki harekatın birkaç gün içinde başlayacağını” söyleyen Erdoğan da ABD Başkanı’nın 19 Aralık tarihli açıklamasından sonra söylem değişikliğine gitti.
Örneğin Erdoğan, 21 Aralık 2018 tarihindeki bir konuşmasında “Sayın Trump’la yaptığımız telefon görüşmesi, gerek diplomasi ve güvenlik birimlerimizin temasları, gerekse Amerikan tarafından yapılan açıklamalar, bizi bir müddet daha beklemeye yöneltti. Tabii bu ucu açık bir bekleme süreci değildir” diye konuştu.
Bu hadisenin önemi, öncelikle Trump’ın ani karar alma tarzına işaret eden örnek bir vaka olmasıdır.
Çekilme açıklamasını yapmasıyla birlikte ortalığı kaplayan tepkilere bakıldığında, bu kadar kritik bir karardan ilgili bakanların ve kendisinin yakın çalışma ekibinin de büyük ölçüde haberdar olmadıkları, bütün bir sistemin Trump’ın söz konusu hamlesine hazırlıksız yakalandığı ortaya çıkmıştır. Cumhuriyetçiler dahil olmak üzere Kongre’den de ciddi itirazlar yükselmiştir bu karara.
ABD ÇEKİLİRSE İRAN SURİYE’DE GÜÇLENİR
O dönem Trump’ın Suriye’den ABD askerlerini çekme kararına Yönetim ve Kongre çevrelerinden getirilen eleştirilerin bir taraması yapıldığında, bugün de aynı mesele üzerinde belli ölçülerde tekrarlanmakta olan görüşlerle karşılaşıyoruz.
Trump
Şöyle dedi Başkan Trump: “IŞİD’e karşı kazandık. Bizim çocuklar, genç kadınlarımız, erkeklerimiz, hepsi dönüyor. Hemen dönüyorlar...”
Trump, bu görüntülü mesajın yanı sıra aynı gün twitter’dan yaptığı bir diğer paylaşımda da “IŞİD’i Suriye’de yendik. Başkanlığımda orada bulunmamız için tek nedenim buydu...” dedi.
Bu mesajın önemi, Trump’ın o tarihte ABD askerlerinin Suriye’deki varlığının tek nedenini IŞİD’le mücadele hedefi olarak izah ettiğini göstermesidir.
Trump’ın Suriye’den çekilme kararını ilanı, ABD’deki yayın organları tarafından “şok açıklama” başlığıyla duyuruldu.
Bir ucunda ABD’nin ulusal güvenlik kurumları diğer ucunda ise Kongre’nin yer aldığı bütün bir Amerikan sistemi, daha doğrusu bu ülkedeki “müsseses nizam” açısından da çok büyük bir şoktu Trump’ın bu sözleri.
Bu meseleyi kafasına koymuş olan Trump dışında ABD yönetimi içinde ve Kongre’de kimse böyle bir ani karara hazırlıklı değildi.
Trump’ı bu kararından caydırmayı, durdurmayı amaçlayan mekanizmalar işte hemen o an harekete geçti Washington’da.
Ancak bu mekanizmaları incelemeye almadan önce
Trump, NATO üyesi bazı Avrupa ülkelerinin ittifaka mali yükümlülüklerini yerine getirmediklerine dikkat çekerek, Rusya’nın saldırısına uğramaları halinde bu ülkeleri “korumayacağını” söyledi.
Yalnızca bunu söylemekle kalmadı Trump; Rusya’yı “bu ülkelere ne istiyorsa yapmaya teşvik edeceğini” de ekledi.
*
NATO’nun ünlü beşinci maddesi, “bir müttefike yapılmış olan saldırı bütün müttefiklere yönelmiş sayılır ve bütün müttefikler onun yardımına geleceklerdir” şeklinde özetleyebileceğimiz bir karşılıklı taahhüdü içeriyor. NATO’nun temel felsefesi bu maddenin bütün müttefikler açısından taşıdığı ortak güvencede yer alıyor.
Trump ise 10 Şubat tarihli beyanında bu maddeyi uygulamayacağını açıkça söylüyor, hatta işi Rusya’yı NATO ülkelerine karşı cesaretlendirebileceğini söylemeye kadar götürüyor.
Bu sözleri o tarihte Avrupa’da büyük bir krize yol açmış, yapılan açıklamalarda Trump’a kuvvetli eleştiriler yöneltilmişti.
Örneğin, AB Konseyi Başkanı Charles Michel, Trump’a “Beşinci maddeye dair pervasız açıklamalar sadece Putin’in çıkarlarına hizmet eder” yanıtını vermişti. Dönemin NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ise “Müttefiklerin birbirlerini savunmayacağı yolundaki her türlü ima, ABD’ninki de dahil olmak üzere tüm güvenliğimize zarar verir” diye konuşmuştu.
*
Trump’ın ocak ayının sonuna doğru yeniden Beyaz Saray’a dönmesiyle birlikte izleyeceği politikaların belli başlı uluslararası sorunlar, sürmekte olan krizler üzerinde ciddi sonuçlar doğurması beklenmelidir.
*
Bugünkü yazımızda Trump’ın ikinci dönem başkanlığının Türkiye’ye dönük muhtemel sonuçlarını değerlendirmeye çalışalım. Bunu yapmak için önce Türkiye’yi de yakından ilgilendiren başlıca uluslararası meseleler üzerindeki olası politika değişikliklerine odaklanmamız gerekecektir.
Bu çerçevede Trump’ın bir ihtimal olarak NATO karşısında geleneksel Amerikan tutumundan farklılaşan politikalara yönelmesinin, Batı güvenlik sistemi içindeki bir ülke olarak Türkiye’ye dönük doğrudan sonuçlar yaratması kaçınılmazdır.
Keza, Rusya lideri Vladimir Putin ile özel ilişkisi dikkate alındığında, Trump’ın Ukrayna işgali karşısında nasıl bir politika izleyeceği en büyük merak konularından biridir. Burada Biden dönemi politikasından ayrılan en ufak bir tutum değişikliğinin, Ukrayna krizinin çözümü ve aynı zamanda Rusya’nın yeni dönemdeki dış politika tarzına dönük etkiler yaratması şaşırtıcı olmaz. Bu gelişmelerin hepsi Türkiye’yi de birinci derecede ilgilendiriyor.
Benzer gözlemleri Trump’ın Ortadoğu’ya dönük politikaları bağlamında da öne sürebiliriz. İsrail ve İran karşısındaki politika değişikliklerinin bölge ülkesi olarak Türkiye’yi etkilememesi mümkün değildir. Örneğin, Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya “açık çek” vermesi, İsrail’in saldırganlığının bugünden öngöremeyeceğimiz bir eşiğe çıkmasına yol açabilir.
Trump’ın Suriye karşısında nasıl bir tutum alacağı, Fırat’ın doğusunda PKK uzantısı YPG’nin denetimindeki “Özerk Yönetim”in geleceğine nasıl bakacağı, Türkiye açısından yeni dönemin en hayati başlıklardan biri olarak beliriyor. Bu yönetim bugün ABD’nin himayesi altındadır.
*
Gelgelelim seçim sonucunun bu saatlerde kesinleşmesi güç görünüyor.
Seçimin bütün anketleri tersyüz edecek şekilde, majör bir farkla iki adaydan biri lehine süratle sonuçlanması ihtimali tümden dışlanmasa da, oy sayımının bir süre çekişmeli bir şekilde gitmesi muhtemel bir durumdur.
Bunun temel bir nedeni, iki aday arasındaki yarışın ABD tarihinde nadir görülen bir şekilde çok yakın bir şekilde seyretmiş olmasıdır. Anketlerin önemli bir bölümü haftalardır Demokrat aday Kamala Harris ile Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ı kafa kafaya gösteriyor.
Bu çerçevede anketlerin “ortada” gösterdiği seçimin sonucunun her iki yöne de gidebileceği ABD basınında yaygın görüştür.
*
Tabii seçim sonucunu değerlendirebilmek için “Seçmenler Kurulu” (Electoral College) olarak adlandırılan ABD’ye özgü sistemin işleyişini de dikkate almak gerekiyor. Bilindiği gibi, seçimde yeni ABD Başkanı’nı seçecek olan bu kurula gidecek delegeleler için oy kullanılıyor.
Her eyaletin kuruldaki delege sayısı, o eyaletten Kongre’ye giden Temsilciler Meclisi üyesi sayısı ile her eyalet için standart olan iki senatörün sayısının toplamı kadardır. Bu durumda A) Temsilciler Meclisi’nde 435, Senato’daki 100 olan üyelerin toplamına karşılık gelmek üzere 535 ve B) herhangi bir eyaletin idari yapısı içinde olmayan başkent Washington D.C’ye verilen 3 delege kontenjanını de hesaba kattığımızda, kuruldaki toplam 538 delegeyi hesaplıyoruz.
Başkan olabilmek için kuruldaki 538 delegeden 270’ini garantileyebilmek gerekiyor seçimde. İstisna iki küçük eyalet hariç tutulursa, bir eyalette oyların çoğunluğunu alan aday bütün delegeleri kazanmış oluyor.
ARKEOLOJİYE tutku derecesinde meraklı olan gazeteci Özgen Acar, 1980’li yılların sonlarında yaşadığı New York’ta, haftada bir iki kez ABD’nin en prestijli ve büyük müzesi “The Metropolitan Museum Of Arts”a giderek, buradaki eski eserleri incelemektedir.
“Her gidişimde yeni bir şey görürdüm, yeni bir şey öğrenirdim. Kültür mirası bilgilerimi artırırdım” diye anlatıyor Acar.
Bir gidişinde Shelby White-Leon Levy adlarındaki ABD’li bir çiftin özel koleksiyonunun geçici olarak sergilendiğini görünce, hemen merakla bu bölüme geçer. Kapıdan içeri girince karşına birden “Yorgun Herkül” heykelinin üst kısmı çıkar. Şaşırır, “Ben bu heykeli biliyorum” der içinden. Cam bir fanus içine alınmıştır heykel.
Etrafında dönmeye başlar heykelin. Müze görevlisi de Özgen Acar’ın hareketlerinden şüphelenerek, heykele bir şey yapacağı endişesiyle onu izlemeye başlar. Birlikte heykelin etrafında dönmeye başlarlar. Diğer ziyaretçiler de onları izler bu sırada.
Durumu fark edince izlemeyi bırakır Acar. Kataloğu alıp heykelin fotokopisini çeker ve Antalya Müze Müdürü Kayhan Dörtlük’e gönderir faksla.
On dakika sonra telefon eder Antalya’daki Müze Müdürü’ne, “Kayhan, bu senin müzeden mi?” diye sorar. “Abi, nasıl bilmezsin, kapıda duran yarım heykel var ya altı... Bu onun üzeri... Arkadaşlarla konuştuk, tıpatıp bu...” der.
Hemen New York’tan Cumhuriyet gazetesine haberini yapar. Derken konuya Antalya Müzesi’nin de kurucusu olan, Türkiye’nin ilk kadın arkeoloğu Prof. Jale İnan el atar. Ardından Türkiye’den kaçırılmış olan M.S. İkinci Yüzyıla ait heykelin üst kısmının daha sonra götürüldüğü Boston Güzel Sanatlar Müzesi’nden getirilmesi için ABD makamlarıyla tam 21 yıl süren kıyasıya bir hukuk mücadelesi başlatılır.
Bu mücadele eserin 25 Eylül 2011 tarihinde ABD’den getirilmesi ve Antalya Müzesi’nde “
Oval Ofis’te Başkan Biden’ın övgülerini karşılayan muhatabı, 28 Şubat 2023 tarihinden beri Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (KRY) Cumhurbaşkanı olarak görev yapan ABD eğitimli, doktoralı, diplomat kökenli Nikos Christodoulides’ten başkası değildi.
Biden, “Bu yıl, aynı zamanda adanın yapay bir şekilde bölünmesinin de 50’inci yıldönümü. Senatör olarak ilk yılımdı, o günü hatırlıyorum. Üzücü bir gündü. Ama yeniden birleşmiş, iki kesimli, iki toplumlu bir federasyonun mümkün olduğu konusunda iyimserliğimi koruyorum” diye konuştu.
‘ABD’NİN ÖNGÖRÜLEBİLİR VE GÜVENİLİR MÜTTEFİKİYİZ’
Konuk cumhurbaşkanı ise “Ülkelerimiz, ilişkilerimizde gerçek anlamda bir stratejik ortaklık inşa ettiler” diye söze girdi. Konuşmasının en çarpıcı yönlerinden biri, “Kıbrıs, büyük jeopolitik önem taşıyan bir bölgede ABD’nin öngörülebilir ve güvenilir bir müttefikidir” diyerek güven konusunu vurgulamasıydı. Bölgedeki “Avrupa Birliği üyesi devlet olduklarını” da hatırlattı.
Christodoulides, ABD ile ilişkilerden söz ederken “savunma ve güvenlik” başlığını en önde saydı, ardından enerji, kolluk/adli işbirliği, teknoloji alanlarını sıraladı. Ayrıca, iki ülke arasındaki “İlk stratejik diyaloğun” geçen hafta adada gerçekleştiğini de belirtti.
Ve konuşmasının sonunda “ülkesinin 50 yıldır Türk işgali altında olduğunu” söyledi KRY Cumhurbaşkanı. “Müzakerelerin başlaması ve BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla uyumlu bir çözüm bulunması için sizin ve ABD’nin desteğine güveniyorum” dedi.
MAKARİOS VE KLERİDES’TEN SONRA
Oval Ofis’ten aktardığımız bu alıntılar, bugün ABD ile KRY arasındaki ilişkileri kaplamış olan bahar havasını anlatmak bakımından yeterli olmalıdır. Geçen hafta ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı