Paylaş
Trump’ın ocak ayının sonuna doğru yeniden Beyaz Saray’a dönmesiyle birlikte izleyeceği politikaların belli başlı uluslararası sorunlar, sürmekte olan krizler üzerinde ciddi sonuçlar doğurması beklenmelidir.
*
Bugünkü yazımızda Trump’ın ikinci dönem başkanlığının Türkiye’ye dönük muhtemel sonuçlarını değerlendirmeye çalışalım. Bunu yapmak için önce Türkiye’yi de yakından ilgilendiren başlıca uluslararası meseleler üzerindeki olası politika değişikliklerine odaklanmamız gerekecektir.
Bu çerçevede Trump’ın bir ihtimal olarak NATO karşısında geleneksel Amerikan tutumundan farklılaşan politikalara yönelmesinin, Batı güvenlik sistemi içindeki bir ülke olarak Türkiye’ye dönük doğrudan sonuçlar yaratması kaçınılmazdır.
Keza, Rusya lideri Vladimir Putin ile özel ilişkisi dikkate alındığında, Trump’ın Ukrayna işgali karşısında nasıl bir politika izleyeceği en büyük merak konularından biridir. Burada Biden dönemi politikasından ayrılan en ufak bir tutum değişikliğinin, Ukrayna krizinin çözümü ve aynı zamanda Rusya’nın yeni dönemdeki dış politika tarzına dönük etkiler yaratması şaşırtıcı olmaz. Bu gelişmelerin hepsi Türkiye’yi de birinci derecede ilgilendiriyor.
Benzer gözlemleri Trump’ın Ortadoğu’ya dönük politikaları bağlamında da öne sürebiliriz. İsrail ve İran karşısındaki politika değişikliklerinin bölge ülkesi olarak Türkiye’yi etkilememesi mümkün değildir. Örneğin, Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya “açık çek” vermesi, İsrail’in saldırganlığının bugünden öngöremeyeceğimiz bir eşiğe çıkmasına yol açabilir.
Trump’ın Suriye karşısında nasıl bir tutum alacağı, Fırat’ın doğusunda PKK uzantısı YPG’nin denetimindeki “Özerk Yönetim”in geleceğine nasıl bakacağı, Türkiye açısından yeni dönemin en hayati başlıklardan biri olarak beliriyor. Bu yönetim bugün ABD’nin himayesi altındadır.
*
Yeni döneme bakarken, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin Trump’ın birinci başkanlık dönemindeki seyrini de kısaca hatırlamakta yarar var. Bu yıllara ilişkin kısa bir not düşmek, bundan sonrasını tahmin edebilmek bakımından fikir verebilir.
Kasım 2016 başkanlık seçimini kazanıp 2017 Ocak ayında Beyaz Saray’da işbaşı yaptıktan sonra 2021 Ocak ayına kadar bu görevde kalan Trump’ın ilk dönemini ikili ilişkiler açısından iniş çıkışlı seyriyle hatırlıyoruz.
Bu dönemde iki ülke arasındaki ilişkiler, kurumsal bir çerçevede ilerlemekten çok, karar alma mekanizmasının büyük ölçüde iki başkan arasındaki şahsi ilişki, ağırlıklı olarak da yaptıkları telefon görüşmeleri üzerinden yürüdüğü bir zeminde yol almıştı. Bu arada Trump, Erdoğan’ı 16 Mayıs 2017 ve 13 Kasım 2019 tarihlerinde olmak üzere Oval Ofis’te iki kez ağırlamıştı.
Herhangi bir mesele patlak verdiğinde, Erdoğan’ın karşısında çoğunluk ulaşmakta zorluk çekmediği bir ABD Başkanı vardı.
*
Gelgelelim Trump ile Erdoğan arasındaki diyalogun zaman zaman dalgalı sulara girdiği dönemlerden geçildiğini de unutmayalım. Bu fasılda 2018 yılında Türkiye’de tutuklu ABD’li rahip Andrew Brunson serbest bırakılmadığı için Trump’ın “Türk ekonomisini mahvederim” şeklindeki çıkışı, Türk kamuoyunun yakından malumudur. Trump’ın 2019 yılında Suriye’yi konu alan bir krizde Erdoğan’a yakışıksız bir mesaj göndermiş olması da yine hafızalarda yer etmiştir.
Bununla birlikte, ikisi arasındaki yakın diyalogun önemli uzlaşılara kapıyı aralayan sonuçları da olmuştur. Bunlardan en çarpıcı olanı, 2018 yılı Aralık ayında Erdoğan’ın Trump’ı, ABD askerlerini Suriye’den çekmeye ikna etmiş olmasıdır; Türkiye’nin DEAŞ ile mücadeleyi üstlenmesi karşılığında...
Söz konusu hadisede Trump’ın bu yönde atmak istediği ve Beyaz Saray’ın bahçesinden açıkladığı adım ABD “müesses nizam”ı tarafından durdurulmuştur.
Ancak 2019 yılı ekim ayındaki ikinci denemede, ABD Trump’ın inisiyatifiyle Suriye’de Türkiye sınırı boyunca geniş bir alandan güneye çekilmiş, bunun sonucu Türkiye de Barış Pınarı Harekâtı ile Tel Abyad ile Resulayn arasında 155 kilometre genişliğinde ve 30 kilometre derinliğinde güvenli bir bölge kurmuştur.
Gelgelelim aynı Trump, Rusya’dan S-400’leri aldığı için Türkiye’yi 2019 yılında F-35 ortak üretim programından çıkartmış, Beyaz Saray’dan ayrılmadan kısa bir süre önce de Türkiye’ye CAATSA yaptırımları uygulamıştır.
*
Örnek verdiğimiz Suriye’den çekilme konusuyla ilgili vakadan yola çıkarak, İkinci Trump döneminin muhtemel farkına ilişkin vurgulamamız gereken önemli bir nokta var.
Trump, önceki başkanlığı döneminde başka konuların yanı sıra, dış politikada da sıkça bürokrasiyi devre dışı bırakarak kritik konuları kendi kişisel inisiyatifleriyle götürme eğilimiyle tanındı. Buna karşılık, ilk döneminde dış politika alanında yapmak istediği bir dizi hamlede dışişleri-güvenlik bürokrasisi ve zaman zaman Kongre’nin fren mekanizmalarını karşısında buldu. Her seferinde bir bilek güreşi yaşandı.
Oysa dünkü seçim zaferinin ardından başkanlığı ikinci kez üstlenmesiyle birlikte farklı bir döneme giriliyor. Birinci döneminin tecrübesi üzerinden yapacağı atamalarla bürokrasiyi bu kez büyük ölçüde kendisiyle aynı dalga boyunda yumuşak başlı bir çizgiye çekmesi muhtemel görünüyor Trump’ın.
Keza, Kongre’nin iki kanadında da Cumhuriyetçiler’in çoğunlukta olacağını hesaba katmalıyız. Trump, sonuçta üzerinde bir denetlenme baskısı hissetmeyecek, ilk döneminde rastlandığı gibi sistemin frene bastığı durumlar eskisi kadar sık yaşanmayacaktır. Belki de hiç yaşanmayacaktır.
*
Bir başka anlatımla, Başkan Trump, kafasına koyduğunu yapma anlamında ilk dönemine kıyasla çok daha geniş bir hareket serbestisine, çok daha etkili bir icra yeteneğine sahip olacaktır.
Trump’ın her zaman dürtüleriyle hareket eden öngörülemez kişiliğini ve ayrıca seçim zaferinin getirdiği yükselmiş özgüven duygusunu da bu denkleme dahil edelim.
İşte bütün bu faktörlerin yan yana gelmesi, Trump dönemini dış politika alanında kestirilemez, ani değişikliklere açık bir hale getiriyor.
*
Yeniden Türkiye’ye dönersek, önümüzdeki ocak ayı başından itibaren Trump ile Erdoğan arasında ikili düzeydeki diyalog yeniden tesis edildiği takdirde, Türkiye ile ABD arasında birçok konuda en tepede yürüyecek müzakerelere, sürprizlere, uzlaşılara hazırlıklı olmak gerekebilir.
Burada ironik bir durumun altını çizelim. Trump, 2021 Ocak ayında Beyaz Saray’dan ayrılırken masasında bıraktığı Türkiye ile ABD arasındaki pürüzlü konulara ilişkin dosyayı dört yıl sonra masasında fazla değişmemiş bir halde bulacaktır.
Kendisinin ilk döneminde Erdoğan’la görüşmelerinin sıkıntılı bir başlığını oluşturan S-400 meselesi ABD açısından çözümsüzlüğünü koruyor. Türkiye’nin de F-35 alımı ve CAATSA yaptırımlarının kaldırılması yolundaki talepleri de S-400 meselesi ile iç içe geçmiş karmaşık bir sorun yumağı olarak yine masada bekliyor.
Bu dosyalar önümüzde iki buçuk ay kadar sürecek olan geçiş döneminde de beklendiği üzere çözümsüz kaldığı takdirde, muhtemelen Erdoğan ile Trump tam dört yıl sonra yeniden diyaloğa geçtiklerinde, konuları bıraktıkları yerden ele alacaklardır. S-400’lere bir formül bulunması karşılığında Türkiye’nin ABD’den F-35 alması ve CAATSA yaptırımlarının kaldırılması diyaloğun başlangıç noktası olabilir.
Tabii Türkiye’nin, ABD’den Suriye’de Fırat’ın doğusundaki “Özerk Yönetimi” himaye etmeye son vermesi yolundaki talebi, dört yıl sonra iki başkan arasındaki diyalog yeniden kurulduğunda masaya gelecek bir diğer tanıdık başlık olacaktır.
Trump’ın ocak ayında iş başı yaptıktan sonra bu konuda nasıl bir tutuma yöneleceği sorusunun da yeni dönemin en kritik meselelerinden biri olacağına şüphe yok.
Paylaş