Hürriyet e.yaşam'ın şubat ayı ikinci sayısında yayınlanan yazım, Türk yazılımcıların şimşeklerini üzerime çekmişti.
Aradan çok değil, sadece dört ay geçti.
Yazılım stratejileri konusunda dünya çapında bir uzman olarak kabul edilen Dr. Fuat Alican'ın, Yazılım Sanayicileri Derneği Yasad için hazırladığı raporda önerilen stratejiler, şubat ayındaki yazımla paralel düşünceler içeriyor.
Aklın yolu birdir demişler.
Ben bu söze "akıllıların sayısı akılsızlardan azdır"ı ekleyeyim.
"Tekstil sektörü yazılıma ders olsun" başlıklı yazıda Türk yazılımcıların da aynı tekstilciler gibi devlete el açmasını, destek beklemesini, "Hint modeli, Çin modeli" gibi sahibine hayrı olmayan at nallarından medet ummalarını eleştirmiştim.
"Hani şimdi Turgut Özal'ın oportünizmi (fırsatlardan yararlanmasını bilme), vizyonerlik olarak anılıyor ve tekstil sektörünü ihya edip, paraları Paşa'da filan savurup, ev almadan lüks otomobil alan tekstil zenginleri yarattı ya 1980'lerde... Yazılım sektörümüzün bizim başımız kel mi diye ağlaması da bu yüzden. İstiyorlar ki, Tayyip Erdoğan da oportünistliğini biraz onlardan yana kullansın ve sektörü ihya etsin" diye yazmışım.
Dr. Alican da Türkiye için önerdiği yazılım stratejisinde diyor ki:
"Gereken önemli bir nokta da yazılım firmalarının herşeyi devletten beklememesi ve sürekli 'isteyen bir sektör' konumuna düşmemesidir".
Şubat ayındaki yazım Türkiye'nin önüne sürekli sürülmeye çalışılan Hint modeli, Çin modeli saçmalığına karşı çıktığım ilk yazı değildi.
Yıllardır yazıyorum. Ne kadar başarılı bir örnek olursa olsun herhangi bir ülkenin uyguladığı stratejileri model almakla bir yere varamayız. Varacağımız yer olsa olsa çoktan sömürülmüş bir pazarda çöpçü olmaktır.
Bilgi Çağı'nda başarılı ve güçlü bir ülke olmak istiyorsak, kendi modelimizi yaratmak zorundayız. Daha önce başkaları tarafından uygulanmış stratejiler, başarılı olmuş stratejilerse zaten bir boşluğu dolduran stratejilerdir ve orada artık bize ekmek kalmamıştır.
Dr. Alican da aynı şeyleri söylüyor:
"Yazılım stratejik sektör ilan edilerek, başka ülkelerden kopya edilmeyen ve ülke özelliklerini gözeten bir Ulusal Yazılım Programı oluşturulmalıdır".
Öteden beri savunduğum bir başka nokta ise Bilgi Toplumu olmanın yolunun illa bilişim teknolojileri üretmekten geçmediğidir.
Bilgi Toplumu olmak, hangi sektörde olursa olsun, ister tarım ister tuvaletçilik, bilgi teknolojilerini rekabet avantajı yaratacak şekilde kullanabilmek demektir.
Türkiye'nin Bilgi Çağı'na adım atabilmesi için illa bilişim teknolojileri üretmesi gerekmediğini, bilişim teknolojilerini uluslararası rekabet yaratmaya yönelik kullanabileceği niş marketleri bulmasının ve bilişim teknolojilerini bu pazarlarda kullanmanın en iyi yollarını bulmasının yeterli olacağını söylüyorum.
Bunun için de amacı bu niş pazarları belirlemek ve bilişim teknolojilerinin bu niş pazarlara hitap eden sektörlerde kullanım stratejilerini belirlemek olan bir Bilgi Toplumu Bakanlığı kurulması gerektiğini yazıyorum.
Bunları savunmakla, dünya yazılım pazarında ya da dünya bilişim marketinde Türkiye'ye yer yok demiyorum. Sadece şart değil diyorum.
Fuat Alican, Türk yazılım sektörü için niş market yakalama fırsatının henüz kaçmadığını söylüyor. Nüfusun büyük çoğunluğunun hálá bilgisayar kullanıcısı olmadığı bir ortamda birçok fırsat vardır, diyor.
Yüzde yüz katılıyorum.
Bu fırsatın öncelikle iç pazarda, daha da öncelikle kamuda olduğunu düşünüyorum. Türk yazılım sektörünün öncelikle paket yazılımların özel ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak kaldığı iç pazara yönelerek kalkınacağına inanıyorum. İç pazar güçlü oldu mu gerisi gelir, merak etmeyin.
Öte yandan o haklarında övgüler düzülen Çin ve Hint modellerine bakacak olursak ikisinde de katma değeri yüksek üretim yapılmadığını, dev yabancı markaların ucuz fason üretimiyle yetindiklerini ve uygulanan bu modelin Çin ve Hindistan halklarına refah getirmekten çok uzak olduğunu görürüz.
Kopya yazılıma şiddetle karşı çıkan yabancı yazılım markalarının, Türkiye'ye model kopyalamayı dayatmaya çalışması boşuna değil.