Pazarlama dahisi Guy Kawasaki ile Borsa Boğaziçi restoranda öğle yemeği için buluştuğumuzda ilk sürpriz giydiğimiz tıpa tıp aynı ceketlerle pişti olmamızdı.
Bir saat kadar önce Lütfi Kırdar’da yaptığı konuşmayı seyrederken fark edememiştim, çünkü konuşmasına ilgi o kadar büyüktü ki balkonda en arkada, ayakta ve uzaktan izlemek zorunda kalmıştım.
Kawasaki gerçekten muhteşem bir konuşmacı. Dinleyicilerini ilk saniyeden avucunun içine alıyor ve bir daha bırakmıyor.
Pazarlama dahisi Guy Kawasaki’yi, Perakende Günleri’nin düzenleyicisi Soysal’a, Silk&Cashmere’in kurucusu, bizim pazarlama dahimiz Ayşen Zamanpur önermiş ve gelişine ön ayak olmuş.
Öğle yemeğinde Kawasaki, Zamanpur ve Soysal’dan Deniz Akalın’la birlikte dört kişiydik. Yemek sohbetimiz Kawasaki’nin sahnedeki konuşmasının bittiği yerden, "bozo"lardan başladı.
Bozo, Amerikan argosunda "ahmak" anlamında kullanılan bir sözcük. Bozo isimli çok ünlü bir palyaço kahramanları da var. Kawasaki, zavallılar (loser) dışında ikinci bir ahmak (bozo) türünün daha olduğunu söylüyor. Kawasaki’nin tanımına göre Ferrari kullanan, Armani giyen, Bulgari takan "bozo"lar (görünüşe göre sonu ’i’le biten markaları seviyorlar) çok tehlikeli, çünkü bunların havasına bakanlar dediklerinin de doğru olacağı yanlış fikrine kapılıyorlar.
İşte bu ahmaklardan sakının diyor Kawasaki başarılı olmak isteyenlere. "Bu öyle yapılmaz, bu çok denendi, bunun dünyada başka örneği var mı ki, bunun için çok erken" diyen ahmaklara asla yenilmeyin diyor.
Dünya tarihinin ünlü ahmaklık örnekleri olarak da telgraf şirketi Western Union’ın telefonu, bir zamanların bilgisayar devi Digital’ın ise kişisel bilgisayarları geleceği olmayan birer icat olarak nitelemelerini veriyor.
Kawasaki’nin konuşmasının üzerinde en çok konuşulan bölümü kuşkusuz "bozo"lardı ama ben asıl kendilerini yenilemekte geç kalan şirketlerle ilgili söylediklerine takıldım.
Kawasaki "ne kadar başarılı olursanız olun, zamanı geldiğinde o büyük adımı atmakta gecikmeyin" diyor. Önce buzullardan buz toplayanlar vardı diyor. Sonra buz fabrikaları açıldı. Sonra buzdolapları çıktı, her eve girdi. En sonunda da Starbucks üzerinde logosuyla kendi reklamını yaptığı bardakların içinde isteyen herkese bedava buz vermeye başladı.
İşin kritik noktası, bir sonraki adımı hep başkalarının atmış olması. Buz toplayıcıların fabrika açanlar, fabrika açanların buzdolabı üreticileri, buzdolabı üreticilerinin Starbucks olmaması.
Bunun nedeni kendilerini kendi kendilerinin yaptıkları tanımlar içine sıkıştırmaları diyor Kawasaki. Yani kendilerini "buzcu" olarak tanımlamaktansa "buz toplayıcısı", "buz fabrikatörü", "buzdolapçı" olarak tanımlamaları ve kendi çizdikleri sınırların içine hapsolmaları.
Ne kadar da haklı. Şöyle bir düşünüyorum, İnternet’in dönüştürdüğü bazı sektörlere bakıyorum da, İnternet’in doğurduğu devler hep bu dönüşüme ayak uyduramayan eski devlerin yerini alanlardan oluşuyor.
Amazon, Barnes&Noble geç kaldığı için doğdu. Google, Digital’ı alan Compaq’in Altavista’yı ihmal etmesi sayesinde yeşerdi. Ünlü müzayede şirketleri hantal kalmasalar eBay kendine yol bulamazdı. Turizm devleri uyanık olsa Expedia büyüyemezdi.
İnternet zamanında dönüşmesini bilmeyen daha çok devin başını ağrıtacak.
Dijital olarak dağıtılabilen ürünlerle iş yapan şirketlerin tamamı bu değişime ayak uydurmak ve gerekli sıçramayı şimdiden yapmak zorundalar.
Borsa’nın yeni değeri: Ispanak püresi
Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’ndaki Boğaziçi Borsa Restoranı’na gitmeyi epeydir ihmal etmiştim. Önce geçen hafta sonu ailemle, ardından Perakende Günleri’nde Guy Kawasaki yemeği için giderek kaçırdığım lezzetleri telafi ettim.
Boğaziçi Borsa Türkiye’nin en iyi restoranlarından biri. Sahibi ve işletmecisi Rasim Özkanca, işletmeci şef (executive chef) sıfatını hak edecek kadar işine aşık ve hakim bir yeme-içme üstadı. Bununla da kalmamış, oğlu ve kızını da bu işin içine sokmuş. Hem de New York’da French Cullinary Institute’da ve Cordon Bleu’de işin eğitimini aldırtarak. Kızı Bahar Özkancaİstanbul Modern Kafe’yi, oğlu Umut Özkanca İstinye Park’taki Masa’yı işletiyorlar. Her iki restoran da çok başarılı mekanlar.
Rasim Bey, yemekte Guy Kawasaki ile birlikte olcağımızı duyar duymaz her zamanki misafirperverliğiyle masaya özel bir şeyler hazırlatma telaşına kapıldı. Misafir yabancı olunca sunulan lezzetler de Türk mutfağından seçmeler oldu doğal olarak.
Yediğimiz su böreğini tarif etmek için referans alabilecek başka bir su böreği yok dünyada. Fındık lahmacun, fındık boyutlarını hayli aşmasına rağmen lezzetinin doruğundaydı ve pazarlama dahisi misafirimize İtalyan pizzası mı güzel bu mu diye sorabilme cüretini gösterebilmemizi sağlayacak güzellikteydi. Pırasa bu nedir diye sordurtacak kadar farklı bir lezzet kazanmıştı. Haşlama içli köfte şaşırtıcıydı.
Asıl önemli lezzet ise ana yemeklere eşlik etmek üzere gelen ıspanak püresiydi. Rasim Bey’in New York’taki efsanevi "steak"çi Peter Luger’ın ıspanak püresini analiz ederek yarattığı bu lezzet, Borsa’nın yeni spesiyalitesi. Ben Peter Luger’dekinden bile lezzetli buldum. Borsa restoranlarından birine gidip de dana bonfile veya "t-bone" yiyecek olursanız, yanında ıspanak püresi istemeyi ihmal etmeyin.