Paylaş
“Bu artışların üzerine çıkılmamalı.”
Bu cümle, aslında yüzeyde bir çağrı gibi görünse de ekonominin kırılgan olduğu dönemlerde derin bir sorunun altını çiziyor. Çünkü mesele sadece maaş artışı değil, bunun iş gücü maliyetlerine, tüketici fiyatlarına ve en nihayetinde enflasyona olan etkisi...
Özgener’in dediği gibi pandemi sonrası dönemde 2024 yılı enflasyonun düşüşe geçtiği kritik bir yıl olacak. Ancak, 2025 yılında beklenen “yumuşak iniş” senaryosu gerçekleşmez ve enflasyonla mücadele devam ederse, maaş artışlarının dengesiz bir şekilde fiyatlara yansıması, bu süreci daha da zorlaştırabilir.
Bir yanda asgari ücret artışıyla çalışanların refahını artırma hedefi, diğer yanda bunun hizmet sektöründe maliyet ve fiyat artışı olarak geri dönmesi gibi karmaşık bir denklemle karşı karşıyayız. Buradaki dengeyi koruyabilmek hem özel sektör hem de kamu yönetimi için büyük bir sınav olacak.
2025 yılı için belirlenen yüzde 30’luk asgari ücret artışı, yalnızca çalışanların değil, aynı zamanda işverenlerin de gündeminde. Özgener’in de belirttiği gibi bu artışın enflasyon hedefleriyle uyumlu bir şekilde planlanmış olması olumlu bir adım. Ancak en büyük soru şu:
“Ücret artışlarının dolaylı etkileri, enflasyonu yeniden tetikleme riski taşıyor mu?”
Burada en önemli nokta, ücret artışlarının sadece enflasyonun geçmiş değerlerine değil, gelecekteki hedeflerine de uygun bir şekilde belirlenmiş olması. Özgener’in “tamamen geçmiş enflasyona endeksli değil ama tamamen de beklenen enflasyona endeksli değil” ifadesi, bu dengenin sağlanmaya çalışıldığını gösteriyor. Ancak bu dengeyi bozacak bir faktör var. Özel sektör ve hizmet sektöründeki fiyatlandırmaların kontrolsüz bir şekilde artması.
İşte herkes gibi benim de burada endişelerim var.
Ekonomi rakamların değil
sağduyunun da sanatıdır
MAHMUT Özgener’in konuşmasındaki bir başka dikkat çekici nokta, 2025’te yapay zeka ve yüksek teknoloji kullanımının ekonomilere etkisi. Belki de çözüm burada yatıyor. Özgener’in de işaret ettiği gibi yapay zekayla daha verimli üretim süreçleri, maliyetlerin kontrol altına alınmasına yardımcı olabilir.
Ancak yapay zekanın bile çözemeyeceği bir mesele var. İnsan psikolojisi ve piyasa davranışları. Çünkü ekonomiyi yönlendiren sadece rakamlar değil, aynı zamanda insanların algısı ve beklentileri. Bu nedenle, özel sektörün ve hizmet sektörünün, maaş artışlarına paralel olarak fiyatları artırması, yalnızca çalışanların alım gücünü değil, genel ekonomik dengeleri de sarsabilir.
Bu yüzden asgari ücretin artırıldığı bu dönemde, özel sektör ve hizmet sektörüne büyük bir sorumluluk düşüyor. Adil, dengeli ve sürdürülebilir bir ücret ve fiyat politikası izlemek. Aksi halde, ekonomideki kırılganlık, çalışanların refahı yerine, daha büyük sorunlarla karşımıza çıkabilir.
Ve unutmamalıyız ki ekonomi sadece rakamların değil, aynı zamanda sağduyunun da sanatıdır.
Vergilerde belki indirime gidilir
ASGARİ ücret artışı açıklanır açıklanmaz, tartışmaların odak noktası haline geldi. Öyle ki bu artış ne işvereni ne de çalışanı tam anlamıyla memnun edebildi. İşçiler, alım güçlerinin düşmeye devam ettiğinden yakınırken; işverenler, yükselen maliyetler karşısında sürdürülebilirliği sorgulamaya başladı. Ancak asıl dikkat çeken nokta, AK Parti’nin bazı önde gelen isimlerinin de bu artışa eleştiriler yöneltmesi oldu.
Yeni yılda birçok harç ve verginin yüzde 45’e yakın bir oranla artması, asgari ücretin yalnızca yüzde 30’da kalmasını daha da tartışmalı hale getirdi. “Eğer enflasyonla mücadelede çalışanların refahı korunacaksa, neden bu vergi artışlarıyla aynı oranda bir ücret artışı yapılmadı?” sorusu; sadece muhalefetin değil, iktidar içindeki bazı isimlerin de gündeminde.
Hükümetin bu vergi ve harç artışlarını asgari ücretin artış oranına çekmesi konuşulabilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın böyle bir yetkisi var.
Vergilerde yapılacak bir indirim ya da artış oranının düşürülmesi, hem işçi kesiminde hem de işverenler arasında bir rahatlama yaratabilir. Ancak bu, sadece kısa vadeli bir çözüm.
Bir yanda çalışanların refahını artırma çabası, diğer yanda işverenlerin maliyet yükü... Üstüne üstlük, vergi ve harç artışlarıyla daralan alım gücü... Tüm bunlar, ekonomi yönetimi için ciddi bir sınav anlamına geliyor.
Belki de hükümetin, asgari ücreti belirlerken dikkate aldığı “beklenen enflasyon” kadar, bu ücretin reel hayatta ne kadar işe yaradığına da odaklanması gerekiyor. Çünkü çalışanlar için bir ücret artışından daha fazlası, yani ekonomik bir rahatlama ve sosyal bir güvence bekleniyor. Ve bu güvence, ancak vergilerle ücretler arasında daha adil bir dengenin sağlanmasıyla mümkün olabilir.
Daha fazla değer
daha az bağımlılık
İHRACATÇILAR açısından kur politikaları her zaman gündemin ilk sıralarında yer alır. Konunun çok boyutlu bir mesele olduğu ortada. Döviz arttığında elbette ihracatçının rekabet gücü artıyor, fakat bu kez de başka dengeler bozuluyor. İç piyasada maliyetler yükseliyor, ithalata bağımlı sektörler zorlanıyor, enflasyon daha da tırmanıyor.
Bu noktada ihracatçının sadece kur seviyesine odaklanmaktan vazgeçip, kendi bakış açısını değiştirmesi gerekiyor. Çünkü ekonominin mevcut dinamikleri artık eski reflekslerle yönetilemiyor. Yüksek kur yerine, yüksek katma değerli bir üretim modeli ihracatçıyı çok daha ileriye taşıyabilir.
Bugün dünya pazarlarında rekabet eden ülkelerin başarı sırrı, döviz kurlarından ziyade ürettikleri malların kalitesinde ve teknolojisinde saklı.
Örneğin,; sadece tekstil ürünü değil, akıllı tekstil, sadece beyaz eşya değil, enerji tasarruflu ve akıllı teknolojiler üreten bir model benimsemeliyiz. Bu belki kısa vadede döviz kurlarından kaynaklanan dezavantajları ortadan kaldırmayacak, ancak uzun vadede sürdürülebilir bir ihracat modeli sunacak.
Paylaş