Hasankeyf’e ilk gidişimdi. Sarı taşlardan evin bahçe duvarına oturmuş bir yandan gün batımında kızaran Dicle’nin sularını bir yandan da hemen aşağıda oyun oynayan çocukları izliyordum. Oynadıkları oyunun adı ‘Taş Üstünde’ idi. Basit, sade ve keyifli, çocuk aklının ürünü bir oyundu. Ortada bir ‘ebe’, geri kalanlar ise bir taşın üzerinde duran oyuncular vardı.Taşın üzerinde durmak dokunulmazlık sağlıyordu. Ebe onlara dokunamıyordu. Taşların üzerindeki çocuklar ise ebeye yakalanmadan sık sık birbiri ile yer değiştiriyordu. Çocukların oyunda da olsa kendilerini güvende hissettikleri tek yer taşların üzeriydi.
Başımı kaldırıp solumda ‘Dicle Nehri’nin hemen sularının kenarından yükselen ve ‘Yüzüklerin Efendisi’ filminde bilgisayarlar kullanarak yaratılan etkileyici görüntüleri akıllara getirin devasa kaya duvarının üzerindeki kaleye bakıp “Binlerce yıldır buradaki en önemli gerçek insanların kendini taş üstünde güvende hissediyor olması sanırım” diye geçirmiştim. Her şey taştı, taş her şeydi burada. Evler taşlara oyulmuş, kale kaya duvarının üzerine kurulmuş, bütün tarihi yapılar taşla inşa edilmişti.
Burası yukarı Mezopotamya’nın kalbiydi ve insanlığın tarihi burada taşa yazılmış, taşla yazılmıştı. Ve sadece insan tarafından değil, 2 milyon yıldır burada özgürce akan ve sularından medeniyet doğuran Dicle Nehri ile ortak yapılmıştı bu tarih yazıcılığı. Onun toprağı taşımasıyla kayalar ortaya çıkmış, insan da o kayalara tarihi yazmıştı.
Portekiz’in Nazım’ı Başkent Lizbon doğumlu Fernando Pessoa şöyle yazmış:
“Yaşamak, bir başkası olmaktır. Ve insan bugün, dün hissettiği gibi hissediyorsa, hissetmek olanaksızdır. Dün hissedileni bugün de hissetmek, hissetmek değil, dün hissedilmiş olanı bugün de anımsamaktır yalnızca. Artık yok olmuş olan dünkü hayatın canlı cesedi olmaktır.”
Bugünlerde yolunuzu ‘Portekiz’in yedi tepeli şehri’ Lizbon’a düşürün. Kentin Karo mozaikle döşenmiş sokaklarını adımlayın.
O adımlar sizi illa ki bir meydana çıkaracak. Kim bilir belki yol sizi Cafe Brasileira’nın önündeki kaldırımda, bir masaya oturmuş kahvesini içen Pessoa heykelinin karşısına çıkarır. Oturun karşısına ve kahvenizden bir yudum aldıktan sonra gözlerinizi kapatın. Kulağınıza sokak müzisyenlerin yaptığı müzik, insanların kahkahaları çalınacak. Gözünüzü açtığınızda ise birbirine sarılan âşıkları, mutlu yüzleri göreceksiniz. Ve Pessoa’nın dediği gibi: “Artık yok olmuş olan dünkü hayatın canlı cesedi” olmadığınızı fark edeceksiniz. Şehrin enerjisi gam, keder ve tüm gerilimi üzerinizden sıyırıp alacak.
Dünün dünde kaldığını ve artık bir başkası olduğunuzu düşüneceksiniz. Oldukça gergin bir ülkeden Lizbon’a gelen ve kentin neşesine, güzelliğine adaptasyonda kısa bir süreliğine olsa da uyum sağlamakta çekingen davranan biri olarak kendinize sürekli “Neden” diye sorduğunuzu fark edeceksiniz.
Fırtına Vadisi, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde henüz HES ve madenlerin girmediği, bu nedenle doğal özelliklerini kaybetmeyen nadir yerler arasında. Bir merdiven gibi kademe kademe yükselen vadi her basamakta bambaşka bir renk cümbüşü ve manzara sunuyor. Baharda Fırtına Vadisi’nin yukarısında yaylalara doğru birkaç metrekarelik bir alanda 15’e yakın farklı çiçeği bir arada görmüşlüğüm var. Siz de baharı farklı kokularla, yeşilin binbir tonuyla karşılamak istiyorsanız burası doğru adreslerden biri. Laciverte çalan gökyüzü, yükseğe çıktığınızda ayaklarınızın altında kalan bulut denizi, türlü çeşit renkte kelebek, şelaleler, başı karlı zirveler ve tam göç zamanı tepenizden geçen kuşların göç yolculuğu da cabası. Bir de önemli not: Martta gitmek müsait, ayrıca en yağışsız ay nisan ama yükseklere baharın biraz daha geç geldiğini aklınızda tutun.
NEREDE KALINIR
- Moyy Mini Hotel: Merkez Mah. İnönü Cad. No: 35, Çamlıhemşin Merkez / Rize Tel: (0464) 651 74 97
- Fırtına Pansiyon: Şenyuva Köyü Çamlıhemşin/Rize Tel: (0464) 653 31 11
NE YENİR
Bölgeye has bitkilerle yapılan yemekler, muhlama, karalahana sarması, telşehriye tatlısı, lazböreği...
BOZKIR GÜZELDİR
Kayseri ve çevresi Türkiye’de bozkırın en güzel hallerine sahip... Kendim de bozkırda doğdum diye demiyorum ama buradaki coğrafya göz alabildiğine ufka bakabilme fırsatı sunduğundan insana huzur ve dinginlik veriyor.
Havası kuru ve soğuk. Ama nem olmadığından İstanbul’daki gibi içe işleyen değil deriyi yakan bir soğuk. İnsanı dinç tutuyor. Bu mevsimde kalın giyinmekte fayda var. Ayrıca Kayseri ulaşımı oldukça kolay bir kent... Günde 10’un üzerinde uçak Kayseri’ye iniyor ve en uzun uçuş bir saatten biraz daha fazla sürüyor. Şehir düz, temiz, düzenli ve sakin.
ANADOLU YÜCESİ ERCİYES
Zamanın birinde şimdi hangisi olduğunu hatırlamadığım bir kitaptan “Eğer dağlar olmasaydı insanlar yüceliğin ne olduğunu bilmezdi” diye bir cümle kazınmıştı aklıma. Bu sözün yeryüzündeki vücut bulmuş hali Erciyes. Bozkır düzlüğünde yükselen 3 bin 916 metrelik bir dağa baktığınızda insan denen canlının sıradanlığını hatırlıyorsunuz. Bu da bünyedeki kibir, büyüklük, ego gibi birtakım zararlı özellikleri temizliyor. Bozkırın ortasındaki bu dağı her yerden görmek aynı zamanda bakmaya doyamadığınız bir tablo gibi.
Bunun için en iyi yol bir rehber bulmaktı ki neyse ki bir okuyucumuz imdadımıza yetişti. Açık Radyo’da her salı 10:30’da “Ahşaptan Betona, Mecidiyeden Jetona” programını yapan Gedik Üniversitesi Öğretim Üyesi Yar. Doç. Dr. Pınar Erkan’ı adres gösterdi. Biz de “Gizem bizim işimiz” deyip düştük ardına Pınar hocanın.
Buluşma noktamız Balat Afilli Cezve ismindeki kafe. Balat’a giriş için oldukça uygun bir nokta. Hem semtin samimi ve sıcak havasına sokuyor hem de şirinliğiyle huzur veriyor. Bu arada hemen söylemekte fayda var. Eğer bugüne kadar Balat-Fener civarını henüz gezmediyseniz İstanbul’la tam olarak tanışmış, kaynaşmış sayılmazsınız. Eski İstanbul’un yoksul ‘Yahudi Mahallesi’ olan Balat, yaşayan samimi sokakları, ışığı, eskiyi yeniyle, hüznü neşeyle harmanlayan çelişkileriyle İstanbul’un ruhunu en iyi yaşatan ve yansıtan semtlerden. Buraya gitmişken Aya Yorgi Kilisesi’ni, Aziz Stefan Bulgar Kilisesi’ni, Fener Rum Erkek Lisesi’ni görmeden dönmeyin.
Bizim ise Pınar Erkan Hoca’yla buradaki hedefimiz Anemas Zindanları. Bir yandan Balat sokaklarında yürüyoruz bir yandan da Pınar Hoca anlatıyor. Buradan yolumuz ‘Yarımada’ya kadar uzanacak.
Pınar Erkan ve Yücel Sönmez
ANEMAS ZİNDANLARI
İsmini, Arap asıllı Romalı bir asker olan Mikhael Anemas’tan aldığı iddia ediliyor. Tekfur Sarayı olarak da bilinen Blakhernai saray kompleksinin bir parçası. Roma döneminden İstanbul’da kalan tek yeraltı zindanı olmakla birlikte; yeraltı tünelleri, labirent sarnıçları ve son derece dar işkence odaları ile hem istisnai hem de tüyler ürpertici. ‘40 odalar’ adı verilen işkence çukurları, mahkûmların ölene dek içlerinden çıkamayacakları kadar dar ve derin çukurlarmış.
Burası ‘
HER ŞEYİN BAŞI SAĞLIK
Hep birlikte lösemiye karşı LÖSEV atölyelerinde; lösemi tedavisi gören çocukların anneleri birbirinden güzel ürünler hazırlıyor. Bu sayede çocuklarının tedavilerine katkı sağlayabiliyorlar. El işi atölyesinde ihtiyaç duyulan malzemeler: En az 10 metre olmak kaydıyla kumaş ve100 gram’lık yumaklarda satılan iplerden en az 20’şer çile. Soğuk seramik atölyelerindeyse lösemiyi yenmiş gençler rozet-magnet gibi ürünler yapıyor. Bu atölye için de ister malzeme ister nakit yardımda bulunabilirsiniz.
(www.losev.org.tr)
Dilekleri gerçekleştirmek için el ele
Bir Dilet Tut projesi, hayati tehlike taşıyan bir hastalığa yakalanmış çocukların dileklerini gerçekleştirerek onları mutlu etmeyi, Türkiye’nin dört bir yanındaki insanların da umut, dayanışma ve sevinç duygularını güçlendirmeyi amaçlıyor.
(www.birdilektut.org)
Görme engelliler ilaç kullanabilsin diye
Biraz kendinizden bahseder misiniz?
Evliyim. 5 ve 12 yaşlarında iki oğlum var. Daha önce bankacıydım. 10 yıl çalıştım. Ekonomik kriz vardı. Korkmama ve riskli olduğunu bilmeme rağmen karar verdim ve işi bıraktım. Sonra yemek konusunda kendimi geliştirdim. Le Cordon Bleu ‘Diplôme de Cuisine’ ve Institut Paul Bocuse ‘Intensive Pastry’den mezun oldum. Şarap konusunda ayrı eğitim aldım. Sil baştan üniversite okumak gibiydi bu eğitimler. 25 yıldır dünya kültürlerini ve mutfaklarını tanımak için seyahat ediyorum. Bugüne kadar 80’den fazla ülkeye, 350’ye yakın şehre yemek tatmak ve o kültürleri tanımak için yolculuk yaptım.
Etiyopya
Seyahat tutkunuz nasıl oluştu?
Üniversite yıllarında başladı. Sırt çantasıyla Avrupa’yı dolaştım. Dünyanın çok büyük ve güzel olduğunu, seyahatin de keşfetmek olduğunu anladım. Midyenin farklı pişirileceğini ilk kez Fransa’da gördüm. Bir kültürü tanımanın en önemli, en lezzetli yollarından birinin mutfak olduğunu kavradım. Avrupa’dan sonra başka dünyaları fark ettim. Özellikle Uzakdoğu hayatımı da hayata bakışımı da çok değiştirdi. Halen her seyahat öncesi kendimi yeni seyahat etmeye başlamış kadar heyecanlı hissediyorum.