Pandemi döneminin ortak endişelerinden biri de gıda güvenliği oldu. Sağlıklı gıdaya ulaşmanın, sağlıklı bir doğa ve sürdürülebilir tarımla mümkün olduğu iyice gün yüzüne çıktı. 1954 doğumlu Nardane Kuşçu küçük yaşta fark etmiş bu gerçeği: “Çocukluğum Çukurova’nın Ceyhan Köyü’nde kadınların, üretimin büyük bir parçası olduğu bir çiftlikte geçti. Coğrafyaya saygı ve sevgiyi öğreten Yörük kültüründen geliyorum. Köy Enstitüsü öğretmenleri okuttu beni. İlkokulda da, öğretmen okulunda da hep doğayla iç içeydim.Sanki doğanın bir parçası değilmişiz de, o kullandığımız bir şeymiş gibi davranılan yaşam şekli içimi acıtırdı.”
Doğa “Efendi olun!” diyor
Doğanın koronavirüs aracılığıyla “Siz dünyanın efendisi değilsiniz, efendi olun” dediğine inanan Kuşçu; tohumun, sağlıklı toprağın ve suyun gelecek için en değerli şeyler olduğunu söylüyor.
25 yıl ilkokul öğretmenliği yapmış. En güzel öğrenme yönteminin deneyim olduğunu savunuyor. “Çocukların bitkileri domates dikerek öğrenmesini hayal ettim, astronomiyi yıldızlara bakarak keşfetmelerini istedim” diyor: “Kurduğum çiftlikte hayallerimi yaşıyorum. Burası bir çiftlik, bir otel, bir eğitim merkezi ve birçok kişi için bir yuva. Her gün doğadan bir şeyler öğreniyorum. Öğrendiklerimi de çocuklara aktarıyorum. ‘Biz yedik, içtik, yok ettik’ olmaz.”
Tohum en büyük hazinemiz olacak
Koronavirüs salgını başladığından beri Türkiye sınırları içinde neler yaşadığımızı kısaca hatırlayalım. Önce virüsün ilk görüldüğü ülkelere uçuş yasağı konuldu. Ardından kara sınırlarımız kapatıldı. Yurtdışından gelenler Türkiye’ye artık sağlık kontrolü, 14 günlük izolasyon ve karantina prosedürlerine uyma şartıyla kabul ediliyor. THY 45 ülkeye uçuşlarını karşılıklı olarak durdurdu. Tüm uluslararası uçuşlar riskli kabul edildiğinden hava meydanlarında ve sınır kapılarında termal kameralar kullanılıyor. Fakat koşullar ne kadar zorlayıcı olursa olsun, bugünlerde yola çıkmak zorunda olanlar da var. Dünya çapında binlerce insanı öldüren ve onbinlerce insanı tehdit eden virüs, kalabalık içine girmeyi veya uçak gibi kapalı alanlarda seyahat etmeyi daha riskli ve endişe verici hale getirdi. Yani mesele sadece maddi kayıptan ibaret değil, sağlığımızı korumamız için gerekenleri bilmemiz gerekiyor. Bu durumda gezginler hareket halindeyken ve planlama yaparken nelere dikkat etmeli? Konunun uzmanlarına sorduk, işte yanıtlar...
Elinizdeki bileti yavaşça yere bırakın
Tolga Özbek-Havacılık uzmanıŞu anda uluslararası havalimanlarında hangi önlemler uygulanıyor? Havalimanları ciddi risk bölgesi olduğu için alarma geçmiş durumda. Otoparklardan yolcu köprülerine kadar her nokta sürekli dezenfekte ediliyor. Havalimanı görevlileri maske ve eldiven kullanıyor. Yolcu giriş-çıkışlarında termal kameralar devrede. Mecbur kalmadıkça seyahat edilmemeli. Zaten neredeyse tüm havayollarının uluslararası uçuşları durmuş vaziyette. Az sayıda iç hat seferi var devam eden.Peki yolcular nelere dikkat etmeli?Çok mecbur kalmadıkça uçağa binilmemeli. Havalimanına giderken toplu ulaşım yerine özel araç kullanılmalı. İstanbul Havalimanı, geçen haftadan itibaren otoparkını ücretsiz yaptı. Mümkünse internet üzerinden check-in yapmak, biniş kartının çıktısını almak önemli. Böylece temas en aza inecektir. Maske ve eldiven kullanılmalı. Küçük bir çanta taşımak da riski azaltacaktır. Unutmayın, yolcular alandan belki bir kez geçiyor ancak terminaldeki görevliler, uçuş ekipleri sürekli bu risk altındalar. Onlara empati ile yaklaşmak önemli. Uçakta risk biraz daha artıyor. Çünkü yakın temas söz konusu. Uçakların en pis yeri olan yemek tepsilerine dokunulmamalı. Dezenfektanla (100 ml’yi aşmayan bir tane taşınmalı) yemek tepsisi silinmeli. Aslında daha önce bu tür maddelere izin verilmiyordu. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün bu dönem için yayımladığı genelge ile artık serbest. Havayolu şirketleri ikramı en aza indirdiler ve elbette tuvaletler de mecbur kalmadıkça kullanılmamalı. Terminalde indikten sonra bir başka tehlikeli nokta bagaj bantları. Bu nedenle kabin boy bir bavul taşımak en ideali.Önceden programlı uçuşlar ücret ödemeden ertelenebilir mi, geri ödeme alınabilir mi?25 Mart’ta Resmi Gazete’de yayımlanan yeni kurallara göre, 5 Şubat’tan itibaren uçuşu iptal edilen yolcu, istediği bir tarih için değişiklik yapabilme hakkına kavuştu. Biletler açığa alınabileceği gibi açığa alınıp kullanılmayan bilet için uçuş yasağı kalktıktan sonraki 2 ay sonunda iade bedeli alınabilecek.
Havalimanında ya da uçuş sırasında şüpheli bir durumla karşılaşılırsa ne yapılmalı?Her havalimanında sorumlu bir doktor var. Terminalde yetkililere haber verilmeli. Uçakta ise kabin memuru ile konuşulmalı. Birkaç gün önce bir iç hat uçuşunda bir yolcu nefes alamama nedeniyle sağlık sorunu yaşadı. Hastaya ilk müdahale yapılırken diğer yolcular bekletildi. Koah hastası olduğu belirlenince yolcular uçaktan indirildi.Yurtdışı konaklamalarda rapor gerekiyorHaluk Bilen-Seyahat danışmanıOteller bu süreçte ne gibi önlemler alıyor?Sektör dünya çapında çok zor bir dönemden geçiyor. Doluluk oranları yüzde 10-15 civarında seyrediyor. Bu nedenle birçok zincir ve butik otel kapılarını belirli bir süre kapama kararı aldı. Misafirler için tek problem virüs korkusu da değil. Tesiste kalabilmek için son 14 gün zarfında hangi ülkelerden geçtiklerini otele ve dolayısıyla emniyet birimlerine raporlamaları gerekiyor. Açık olan oteller gerekli raporlamaları yapmak dışında, hijyen önlemlerini sıkı tutmak zorundalar. Restoran ve SPA’larını kapatıyorlar bu yüzden. Dezenfektanla her köşeyi silmek zorundalar. Keza odalardaki yüzeyler, havlu ve çarşaflar için de ekstra önlemler gerekli. Fakat bunların kontrolü zor. Yine de otelde konaklama mecburiyeti olan kişiler nelere dikkat etmeli? Mesela kendi yastık kılıfımızı taşımak gibi...İş yastık kılıfıyla bitse keşke. Havlu ve çarşaflar da önemli. Her durumda tavsiye edilen el temizliği ve hijyen kurallarına uymanın yanı sıra odadaki yüzeyleri kolonya veya dezenfektanla silmek gerekli. Bunun dışında asansöre yalnız binilmeli. Açılsalar bile uzun süre SPA’lar kullanılmamalı. Oda servisinden yemek istendiğinde, ekmek, sandviç gibi yiyecekler tercih edilmemeli. Zira tabaktan ellere bulaşmalar olabilir. Barda içki içildiğinde yanında çerez yenmemeli.Daha önce yapılan otel rezervasyonları ertelenebilir ya da maddi zarara uğramadan iptal edilebilir mi?Pandemi, Türkiye dahil birçok ülkede ‘mücbir sebep’ ilan edildi ve turizmdeki iptaller de buna dahil. Normal şartlarda bile zaten turu iptal edilen tüketicilere ‘Paket Tur Sözleşmeleri Yönetmeliği’ne göre iki seçenek verilmesi gerekiyor. Bunlar kanunda 14 gün içinde ödemenin iade edilmesi veya gelecekteki başka bir turun önerilmesi olarak geçiyor. Uçak iptalleri ve sınırların kapanmasıyla başlayan sebepler ortaya çıkınca turun iptali zaten kendiliğinden oluşuyor. Fakat iadelerde zorunlu vergi, harç gibi yasal yükümlülüklerden doğan masraflar geri alınamayabilir. Bunun dışında başka problemler yaşanması halinde, tüketici hakem heyetlerine ücretsiz başvurmak ve detaylı bilgi almak mümkün.Bireysel otel rezervasyon iptalleri nasıl oluyor?Olağanüstü bir durum yaşandığından normalde iptal imkânı olmayan rezervasyonlar da iade kapsamı içinde. Zaten birçok otel zincirinin CEO’su müşterilerine güven telakki edecek e-postalar gönderiyor. Yani örneğin 23 Nisan veya 1 Mayıs tatili için bir rezervasyonunuz varsa herhangi bir ceza söz konusu değil.
Marmara Bölgesi
Burnunuz mimozada, gözünüz mavide olsun
Kuş göçü açısından Türkiye’nin en şanslı bölgesi Marmara, en şanslı ili ise İstanbul... Hem Karadeniz’den giren hem de güneyden Antakya’dan Türkiye’ye giren kuşların önemli bir bölümü İstanbul üzerinde bir araya gelip, Avrupa yolculuğuna İstanbul’u geçtikten sonra dağılarak devam ediyor. Sarıyer ve Çamlıca tepeleri kuş göçünün İstanbul’da en güzel izleneceği alanlardan. Ama hem kuşları izleyeyim hem de hoş bir gün geçireyim diyorsanız size önerim İstanbul Prens Adaları’nı ziyaret etmeniz. Baharın ilk hissedildiği noktalardan olan adalarda kuş göçünün izlendiği bugünler aynı zamanda mimozaların çiçek açtığı, bahar çiçeklerinin yüzünü gösterdiği günler. Mimozaların en zengin olduğu yer ise Büyükada. Gözlem yapabileceğiniz diğer yerler: Meriç Havzası, İğneada Ormanları, Manyas, Uluabat ve İznik gölleri.
Kleopatra
(Gonepteryx cleopatra)
Limon sarısı türün erkekleri kelebekler âleminin en çekicilerinden. Bahar başında ve kışın sıcak günlerinde Ege ve Akdeniz kıyılarında görebilirsiniz.
Sarı bantlı kadife
(Nymphalis antiopa)
Büyüklüğüyle tropik kelebekleri andırıyor. Gözünüz onu orman içi açıklıklarda, nehir kenarlarında, park ve bahçelerde arasın.
Cezeri, evrensel bilim tarihinin görkemli dehalarından biri. Birikimi, icatları, bakış açısı ve mühendislik felsefesi onu çağının çok ilerisinde bir bilim insanı yapıyor. Cezeri, elliden fazla makine ve aracın teknolojik tasarımlarını yapmış ve bu makineleri teorik planlamada bırakmayıp üretmiş ve çalıştırmış. Otomatlar, insansı robotlar ve insanoğlunun dünya serüvenini kolaylaştıran daha birçok teknolojik ve bilimsel buluş... Dünya tarihinin gördüğü en büyük dehalardan biri olan Artuklu Devleti’nin başmühendisi Cezeri’nin olağanüstü makineleri... Uniq İstanbul Maslak’ta açılan serginin ismi de bu. “Cezerî’nin Olağanüstü Makineleri”...
Sergide yaklaşık 1500 metrekarelik alanda 16 ana cihazın yanı sıra yardımcı mekanik sistemlerle beraber 60 civarında düzenek, içleri de görülebilecek şekilde sunuluyor. Cezeri’nin tasarladığı dört sürgülü kapı kilidi, şifreli kasa, tarihin ilk insansı robotu olan ve içecek sunan çocuk robotu gibi ilginç makineleri görebilirsiniz. Sergi kapsamında her pazar çocuk atölyeleri de düzenleniyor. Atölyede katılımcılar Cezeri’nin bazı icatlarını yeniden yapmaya çalışacak.
Şehir koşturmacasından sıkıldıysanız bu sergi ile 13. yüzyıla doğru bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Ancak bu yolculuğun tam bir yolculuk olmasını istiyorsanız, El Cezeri’nin yaşadığı Hasankeyf’e de gitmelisiniz. Hasankeyf sadece İslam eserleri açısından değil, tıptan mühendisliğe, tasavvuftan mimariye kadar çok geniş bir yelpazede önemli şahsiyetler çıkaran ve bilimsel gelişmelere ev sahipliği yapan bir merkez. Hasankeyfli âlimler arasında en ünlüsü ise sibernitiğin (robotik) öncüsü olarak kabul edilen El Cezeri.
Türkiye’nin yarım asır öncesi ve bugünü
BBC arşivinden bir belgesel:
1970’te hazırlanan ve dönemin Türkiye’sini doğa üzerinden anlatan ‘Where Two World Meets’ (İki Dünyanın Buluştuğu Yer) geçmişe ve geleceğe ışık tutar nitelikte. Biz de yarım asır sonra aynı ayak izlerini dönemin BBC ekibine rehberlik eden Tansu Gürpınar ile takip ettik. İşte o zamandan bu yana kazandıklarımız ve kaybettiklerimiz...
BBC belgesel ekibinden iki kişi kenara çekmiş, yolda haritaya bakıyor, diğer arkadaşları onları filme çekiyor. BBC’den başka Alman ZDF kanalı da Kuş Cenneti’ni çekmek için Türkiye’ye geldi.
BBC’nin Türkiye doğası belgeseli şöyle başlıyor: “Türkiye Avrupa’nın karakışından ve medeniyet baskısından kaçış için gerekli göç zincirinde bir halka işlevi görüyor” diye başlıyor. İstanbul semalarında uçan çaylakları, denizdeki balık bolluğunu, sokaklardaki atları ve burnuna zincir takılarak oynatılan ayıları göstererek “Türklerin hayvanların korunması meselesine incelikli yaklaştığı söylenemez. Hayvanlar ya kullanılmalı ya da eğlendirmeli, yoksa pek ilgilerini çekmiyor” diye devam ediyor.
BBC ekibinin izinde yapacağımız bu yolculuğa başlamadan önce biraz İstanbul’un doğasının bugününe bakmakta fayda var. BBC için rehberlik yapan ve Türkiye’de çağdaş doğa korumanın duayeni kabul edilen biyolog Tansu Gürpınar o günlerin İstanbul’unu ve bugünü şöyle anlatıyor:
“Eski İstanbul kültürü çok farklıydı. O zamanlar çaylaklar İstanbul halkı için iç içe yaşadıkları serçe gibi bir kuştu. İlkbaharın müjdecisi o zamanlar leyleklerden çok çaylaklardı. ‘Eyüp Sultan’ı selamlamadan leylekler geçmez’ diye sözler vardı o zamanlar. Kuşla çok iç içe bir hayat vardı. Bütün bu iç içe yaşamın en temel nedeni o zamanlar ahşap mimarinin yaygınlığıydı. Şehir betonlaştıkça sayıları azaldı bu canlıların. Hem de çok hızlı. 70’lerde artık tek tük görünür olmuşlardı.”
Fuat Selim Ramazanoğlu ne tarihçi ne sosyolog ne de arşivci; o aslında bir mimar. Ama doğup büyüdüğü, yedi kuşaktır yaşadığı Kanlıca’nın bugüne kadar yapılmamış detayda ve titizlikte kitabını yazdı. Yazımı 13 yıl süren, geçmişten günümüze semtin röntgenini çeken çalışmanın yapılma nedenini ise kitabın ithaf cümlesi açıklıyor: “Küçük hatıralar samimi kalplerde daima büyük yer tutar. Kanlıcalıların anısına...” Fuat Selim Ramazanoğlu ve İstanbul kültür tarihi konusunda araştırmacı Cengiz Özdemir ile sıfır derecede dört saate yakın İstanbul’un Boğaziçi semti Kanlıca’yı gezdik, içimiz ısındı.
Kanlıca iskelesinin hemen bitişiğindeki İsmailağa Kahvesi’nde buluşuyoruz. Burası 120 yıllık ve cam kenarına oturduğunuzda kendinizi Boğaz sularının içinde hissediyorsunuz. Güzel olansa o soğuk havada içinde değilsiniz ve enfes bir manzaraya bakıyorsunuz. Araştırmacı Cengiz Özdemir, semt tarihinin kırılma noktalarını anlatıyor. Örneğin FSM Köprüsü’nün Kanlıca meralarını nasıl yok ettiği ve bunun Kanlıca’daki yoğurt üretimine etkileri gibi. Kısa süre sonra sohbetimize Fuat Selim Ramazanoğlu da katılıyor. Osmanlı’da kapı kethüdalığı yapan ailesine 200 yıl önce Kanlıca’da yer verilmiş, 1901-1902 yıllarında Hacı Ahmet Bey yalısını inşa etmişler. Fuat Selim Bey de ailenin daha sonra elden çıkarmak zorunda kaldığı bu yalıda doğmuş. “Bana göre dünyanın en güzel evi” dediği yalıdan ayrılmış olsa da ondan daha çok sevdiği Kanlıca’dan ayrılamamış.
Sisli ve yağışlı bir havada, kimi yeni çimlenmiş, kimisi ise sürülmüş ama ekilmemiş tarlaların arasında küçük tepeleri dolanarak Göbeklitepe’ye doğru yol alıyoruz. 12 bin yıl önce insanların yürüdükleri yerde arabanın içinde foto muhabiri Sebati Karakurt ile birbirimize sorular sorup varsayımlarda bulunuyoruz. Otomobilin içindeyken rahat görünen hayat Göbeklitepe’ye varmamız ve arabadan inmemizle değişiyor. Sis, yağmur ve soğuk hava üzerimizdeki termal kumaş teknolojinin son ürünü kıyafetlere rağmen bizi zorluyor. Fotoğraf çekemiyor, alanı doğru düzgün gezemiyoruz. Atalarımızın 12 bin yıl önce, yalın ayak, çıplak beden inşa ettikleri akıl almaz mabetlere ertesi gün tekrar gelmek üzere alandan ayrılıyoruz.
Ertesi gün sabahında bizi öbek öbek bulutların mavi gökyüzüne dağıldığı bir hava karşılıyor. İlk durağımız Türkiye’nin en modern müzelerinden olan Şanlıurfa Arkeoloji ve Mozaik Müzesi’nden işe başlıyoruz. Müze Müdürü Celal Uludağ karşılıyor bizi. Burada Göbeklitepe ve dönemi hakkında bilgiler aldığımız, birebir replikalarına dokunup tapınağın içinde gezebildiğimiz bir zaman tüneli yolculuğu yaptıktan sonra yeniden Göbeklitepe’deyiz.
Bizi alanın bekçisi Hüseyin Kılıç karşılıyor. Alanı bulan, kazan ve dünyaya tanıtan ve 2014 yılında aramızda ayrılan Prof. Dr. Klaus Schmidt’le alanın keşfedildiği 1994 yılında çalışmaya başlamış. Önceleri “Su getir, şunu götür” gibi işler yapmış. Ardından kazılara katılmış. Göbeklitepe kardeşinin de hayatını değiştirmiş ve onun arkeolog olmasına neden olmuş. Hüseyin kılıç şimdi Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü’ne bağlı olarak alanda bekçilik yapıyor, güvenliği sağlıyor.
Kılıç, alanın önemini, değerini biliyor. Bir yandan konuşup bir yandan alanı gezerken bir ara eğilip yerden bir taş alıyorum. Sivri uçlu bir taş. “O taş burada, durduğu yerde manalı” diyerek geri aldığım yere bırakmamı isteyecek kadar da alanı çok seviyor.