Paylaş
Her açıdan.
Bu ülkeye dair, bu ülkede olan bitene dair.
İnsanımıza, insanlığımıza dair.
İnsanlarımızın nasıl birer birer köleye ve birbirine düşmana dönüştürüldüğüne dair.
Nasıl maddi manevi psikolojik işkencelerle doğurulup, yetiştirilip, büyütülüp diri diri gömüldüğümüze, ve bütün bunlara karşı nasıl çaresiz olduğumuza dair...
O günlerde İletişim Uzmanı ve Akademisyen Emrah Akçay’dan aldığım bilgilere dayanarak, 21 Mayıs’ta “algı yönetimi, yalana alışmak” konularında bir yazı yazmıştım.
Yazının linki burada.
http://sosyal.hurriyet.com.tr/Yazar/89/Yonca-Tokbas-4-Yaprakli-Yonca/12543/insan-nasil-vicdansiz-ve-kolay-yalan-soyler-hale-gelir
Ancak bu yazının “Ahlak gelişimine” dair olan devamını getirememiştim.
Zamanı şimdi geldi belki de.
İşte o yazının ve Emrah Akçay’ın anlattıklarının devamı bugün burada.
Soruların cevapları, Emrah Bey’in anlattıkları hep çok manidar...
***
Biz düpedüz ahlaksız insanlar olduk çıktık Emrah Bey, neden böyle?
Ben size en önce ahlak gelişim sürecini anlatayım...
KOHLBERG'E GÖRE AHLAK GELİŞİMİ SÜRECİ
• Gelenek Öncesi Düzey
• Geleneksel Düzey
• Gelenek Sonrası Düzey
Kohlberg ahlak gelişimini içeren kuramını, içinde Türkiye'nin de yer aldığı bir çok ülkede yaptığı araştırmalara dayalı olarak geliştirmiştir. Önceleri kuramda üç büyük düzey ve bunların içinde ikişer alt evre varken daha sonraki araştırmalarında son düzeyin içinde bir alt evre olması biçiminde bir değişiklik yapmıştır. Bu ünitede kuramın son haline yer verilmiştir.
Gelenek Öncesi Düzey 1. ve 2. evreleri kapsar ve bu düzeyde bireyin kendi ihtiyaçları ön plandadır. Dışardan gelecek destekler veya cezalara göre davranışın doğruluğu/yanlışlığı değerlendirilir
Geleneksel Düzey 3. ve 4. evreleri kapsar. Bu düzeyde birey, başkalarını da dikkate alır. Önce (3. evrede) yakın çevresinin değerler sistemini içselleştirme ve yargılarına dayanak alma çabası gözlenir. Aynı düzeyde bir sonraki evrede, yani 4. evrede ise halka, biraz daha büyümüştür. Artık dayanak noktası ve koruyup gözetmeye çalıştığı değerler, içinde yaşadığı topluma ilişkindir.
Kuramın en üst düzeyi olan Gelenek Sonrası Düzeyde artık dikkate alınan değerler evrensel öğeler taşır.
Kuramda söz edilen düzeyler ve alt evrelerin özellikleri ve açıklamaları şöyle:
Gelenek Öncesi Düzey
Gelişimin bu düzeyinde çocuğun iyi ve kötü, doğru ve yanlış kavramlaştırmaları eylemlerin fiziksel sonuçları tarafından belirlenir.
Bu düzeyde belli davranışlar için ödül veya ceza, otoritenin gücü belirleyicidir.
Bu düzey iki alt evreyi kapsar.
Bunlardan birinci evrede eylemin fiziksel sonuçları, bu eylemin iyiliği veya kötülüğünü tam olarak belirler. Cezadan kaçınma, otoriteye sorgulamaksızın uyma söz konusudur. Benmerkezli bakış acısı baskındır. Diğer insanların açısından olaylara bakamama, olayların, durumların ve davranışların psikolojik etkilerini yorumlayamama söz konusudur.
İkinci evrede ise eylemler eğer kişiyi tatmin ediyorsa, yarar getiriyorsa doğru olarak değerlendirilir. Somut bireyci bir anlayış egemendir. Kişi kendi çıkar ve gereksinimlerini karşılamaya odaklıdır. Başkaları için bir şeyler yapması, denk düzeyde karşılık bulacağı durumlarda söz konusudur. Bu evreye özgü ahlaki yargıları yansıtan pek çok atasözü bulmak olasıdır.
"Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın", "Gör beni göreyim seni", "Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez" gibi...
Geleneksel düzeyin evreleri incelendiğinde, ilk evrede ahlaki yargılama açısından benmerkezciliğin doğurduğu bir sınırlılık varken, ikinci evrede benmerkezciliğin hafiflemesine karşılık, bireyin bilinçli olarak kendi açısından olaylara bakma çabası dikkat çekmektedir. Aradaki ince ayrımı bir örnekle daha anlaşılır kılabiliriz.
Açık öğretim Sınavına giren bir öğrencinin kopyalar hazırlaması ve sınavda kopya çekme davranışına ilişkin "Sınavda sıkı tutmuyorlar, yakalansan bile bir işlem yapmıyorlar, kopya çekmenin bir riski yoksa niye çalışayım ki" biçimindeki açıklaması Kohlberg' in kuramına göre Gelenek Öncesi Düzeyin ilk evresine özgü bir ahlaki yargıyı yansıtmaktadır.
Bir başka öğrencinin "iyi de, ben ne güç koşullarda yaşıyorum, bu okulu bitirdiğim zamanki dereceye ihtiyacım var" gibi bir açıklaması da Kohlberg’ in kuramına göre Geleneksel Düzeyin ikinci evresine özgü bir ahlaki yargıyı yansıtmaktadır.
Peki biz hangi evredeyiz?
Biz, daha gelenek öncesi düzeyin 2. evresindeyiz.
Eğer yakalanmıyorsak, ya da yakalayacakların etkisi bir şekilde minimize edilmişse, ahlak bir kenara atılıyor ve kişi bildiğini okumaya devam ediyor.
Yani, eğer yakalanmayacaksak yalan söylemenin ya da Devleti kandırmanın bir sakıncası yok.
Küçüklükten beri bu prensiplerle büyümüş olan birey, vicdanı da arka plana atılabiliyor. Burada kazanç ve kaybın büyüklüğü son derece önemli.
Eğer işlenen fillin sonucu alacağınız ceza çok büyükse yakalanmazsanız çark bozulmadan devam edecek ve kazanç sürecekse; kişi çok net bir biçimde yalan söyleyebilir.
Kişi ne kadar motive olursa, o kadar güçlü yalanlar söyleyebiliyor. Bu yalanın yakalanmasını güçleştirebiliyor. Bununla birlikte kişinin üzerindeki stres yükü de aynı oranda artıyor ve yalanı ortaya çıkaracak sızıntılar da artıyor.
Tabii görmesini bilmek gerek.
Ne zaman algılarımızın yönetilmeye başladığını anlarız?
Sorulan soru ile çok ilgisiz cevapları almaya başladığımızda.
Bir soru sorarsınız, basit bir cevabı vardır; evet ya da hayır.
“Evinizde yangın tüpü var mı, yok mu?” gibi.
Size yangın tüpünün tarihçesi anlatılıyor ve bir evet ya da hayır cevabı gelmiyorsa algılarınızla oynanıyor demektir.
Algıda seçicilik vardır. Eğer sizin hassas olduğunuz yönünüz (örneğin milliyetçilik) anlaşılmışsa oraya oynanır.
Buna “kavramlar ülkesine götürmek” denir.
Kişi bir cevap vermiş havasındadır. Eğer siz de doğru dinlemeyi bilmiyorsanız o cevabın içinde boğulur, bir cevap aldığınızı zanneder ve geçip gidersiniz. Bu tuzağa düşmemek gerekir.
İnsanlar kelimelerle yalan söylerler.
Bu nedenle kelimelere de yoğunlaşmak gerekir.
Örneğin kişinin CV’sinde …..’da doktora eğitimi aldı diyorsa bu pek çok durumda mezun olduğu anlamına gelmez. Yarıda bırakmıştır ya da atılmıştır.
Bir şeyi planlamak ile yapmak arasında dağlar kadar fark vardır.
Bir işi daha planlıyorsanız yapmamışsınız demektir. “Hatırlamıyorsanız” dediğiniz başka bir anlam taşır; “hatırlayamıyorsanız” bambaşka. “Bilmiyorum” ile “bilemiyorum” gibi.
Yalancılar, genellikle yalan söylemek yerine kendi doğrularını oluştururlar.
“Yangın söndürme tüpü”nü eğer içinde su olan ve tüp şeklinde uzayan derin bir kova olarak tanımlamışlarsa “vallahi yangın söndürme tüpü vardı” diyebilirler. Çünkü onlar kendi içinde tutarlıdırlar. Gerçek ancak “Hani bir göster bakalım, bakıp görelim” dediğinizde ortaya çıkar. Bu yüzden kişilerin doğrusunu kabul ederken “kimin doğrusu” ya da “kime göre doğru” sorularını sorarak dinlemek gerekir.
Ayakta uyuma, uyutulma peki?
Herkes kendi yalanına inanır. Herkes daha doğrusu inanmak istediği yalana inanır. Bu da iki türlü: Ya doğruyu öğrenmek istemezsiniz, doğru işinize gelmez. Çünkü öğrenince bir şey yapmak zorunda kalırsınız. Mesela işsiz kalmak istemezsiniz. Ya da söylenen yalan sizin çıkarınıza hizmet ediyordur. Zafiyetlerinize göre kurgulanmıştır. Gözünüz boyanır, işinize geldiği için üzerine atlarsınız. Uyumak böyle bir şeydir.
****
Bilmem yeterince net mi her şey?
Emrah Akçay, bize bizi pek güzel özetliyor aslında.
Kendisine ne zaman başım sıkışsa ve bu ülkede olan toplumsal acayiplikler midemi bulandırsa bin bir soru sorarım, o da hiç üşenmez uzun uzun cevap verir.
Kendisine sabrından ve metanetinden dolayı teşekkür ederim...
Bir de keşke toplumu doğru tanıyan, iyi analiz eden iletişim uzmanı akademisyenlerimizi daha çok dinlesek, duysak bu ülkede...
Dilerim bir gün o da olur.
Amin.
Yonca
“ünlem”
Paylaş