Paylaş
Annesi ikizi Apollon’u doğururken ona yardımcı olan, annesinin çektiği ağrıları görüp hayatı boyunca bakire kalmaya karar veren Tanrıça Artemis.
Saflığın, hastalanmış kadınların iyileştirici gücü Artemis.
Güçlü kadın Artemis. Doğanın uyanışının, tomurcukların koruyucusu Artemis.
Bizim içinse, bizi iki yıldır denizle, güneşle, ayla, balıklarla ve doğayla iç içe düşüren pek güzel ve gencecik guletin ismi Artemis...
Her şeyin başladığı ve bittiği yerde, denizdeyiz Artemis’le.
İki senedir ne çok duygu yaşıyoruz Artemis’de anlatamam size.
Sadece biziz. Biz bizeyiz.
Karı-koca ve iki çocuk Artemis’le açılıyoruz Bodrum’dan...
Kaptanımız dünyanın en saygılı, en tatlı, en güzel duygularla hayatı seven/sevdiren insanı; insanın gözünün içine bakan Kaptan Hasan Arslanseren.
Gemicimiz, çocuklarımızın bir sene boyunca uydurma Çince esprilerine güldükleri abileri Sinan Karakuş.
Ve geri kalan tek şey; deniz, ay, güneş, balıklar, Ege’den Akdeniz’e insanın aklını başından alan koyları.
Dahası can sağlığı.
Sessiz, sakin bir derin mavi. Belki arada bir arı vızıltısı veya cırcır böceği cırıltısı.
Turkuazın her tonunda bir su. Suyun şıpırtısı, rüzgarın tınısı.
O kadar.
Denizin mavisinin bittiği yerde başlayan ve birbirinden incecik bir çizgiyle ayrılan masmavi bir gökyüzü.
Hayatta da her şey zaten o incecik çizgiye bağlı değil mi?
O çizgiden yukarısı bir başka, aşağısı bir başka derinlik.
Hepimiz o çizgiye tutunarak-bakarak-umarak gidiyoruz. Denizde olmak insanı kendi çizgisiyle buluşturuyor bir bakıma. Yazgı mı demeliydim?
Bilemedim.
Denizde bambaşka yüzleşiyorsun hayatla. Tatlısıyla, tuzlusuyla...
Deniz ve gökyüzünün elinde kukla oluyorsun, hayata oynuyorsun.
Siz hiç gözünüzü denizde açıp yıldızlarda kapadınız mı?
Siz hiç oltaya gelmeyecek kadar akıllı olan balıkları tutamadıkları için mutlu olan çocukların sevincine tanıklık yaptınız mı?
Hasan Kaptan’ın pişirdiği Girit usulü dereotlu kabağı silip süpürüp bitirmeyi hayatınızın en büyük amacı yaptınız mı?
Çocukları uydurma Çince ile kahkahalara boğan, gitarıyla ay ışığında şarkı mırıldatan gemici Sinan Abi ile sorumsuzluğa kendinizi teslim ettiniz mi?
İçimden geçen hangi şükran duygusunu anlatsam bilmiyorum ki!
Hangi anlatım biçimi, hangi kelime içimdeki “teşekkürü” en güzel anlatır, doğru kelimem yok ki!
Geçen sene Gökova’da Denizkızı’ydı hayatımızın dönüm noktası, bu sene Knidos ve deniz feneri.
Ah o Knidos!
Knidos’un o yapayalnız asaleti, turizmin tecavüzüne uğramamış hali; tarihin bekareti denir mi bilmem ama, sanırım Knidos masumiyetin ve hayatla savaşın ta kendisi.
Binlerce yıllık tarihe bakarak, tarihi taşlarının arasında dolaşarak, Türkiye’nin en yüksek deniz fenerine çıkıp en uçtan, en yukarıdan, ufuk çizgisine, yazgınıza el salladınız mı hiç?
Aşk adasında (ki diğer adı Dişli Ada, e tıpkı aşk gibi) yüzerken denize saldığınız dilekleri, Orhaniye Kızkumu’nda, denizin ortasındaki o mucizevi ince uzun yolda denizin üstüne koşarak topladınız mı hiç?
Selimiye’de Kaptan’ın yerinde mola verdiniz mi hayata? Hilal öğretmenin gülen gözlerine baktınız mı ay ışığında?
Türkiye’nin ne dillere destan güzel ve zengin bir ülke olduğunu hatırladınız mı?
Yıldız kaysın diye beklerken gözünüzden yaş kaydırdınız mı?
Tanrıça Artemis gibi, yanlışlıkla bir kere aşık olup, yanlışlıkla kaybettiniz mi hiç?
Kaybetmeden kıymet bildiniz mi hiç?
Ben bildim.
Yonca “deniz tuzu”
Paylaş