Üzmeyin kendinizi. Kırmayın, hırpalamayın yeterince yorulan gönlünüzü.
Her şey aşktan ve niyetimiz hep iyi ki!
Hani yazdım ya pazartesi günü “Çocuğunu özgür bırakabilmek” diye, ne çok mesaj geldi, “Çok mu geç kaldım, nasıl toplarım, artık çok geç, ne yapsam boş, perişanım” gibilerinden.
Hayır... Haaaaayır!
Hiçbir zaman hiçbir şey için geç değildir.
Çocuk büyütmenin alet edevat gibi kullanma kılavuzu yok ki.
Hepimiz deneye yanıla, düşe kalka büyüdük, büyüyoruz, büyütüyoruz evlatlarımızı, kendimizi.
Şehirli eğitimliysen ayrı sıkıntı; kırsaldaysan ayrı sıkıntı.
Kimse sana bakmasa, vicdan ve mükemmeliyetçi önyargıların yüzünden kendi kendini yiyorsun.
Arkadaşlar, aile, sülale, çevre, dış kapının en dış mandalı, restorandaki biri, dükkanda bir teyze, uçakta bir yolcu, sokakta bir amca herkesin söz ve göz hakkı var analığında.
Sen, bir noktada farkında bile olmadan, kendini de çocuğu da bırakıyorsun, başlıyorsun elaleme göre ve elalemden üstün bir şeyler yapmak için delirmeye.
O kadar zor ki, o kadar yıpratıcı ki!
Bak kocan, babası filan demedim hiç. O kısmı da ayrı bir ansiklopedik yazı.
Geçelim.
Diyeceksiniz Yoncacım sevmediğin hayvan var mı? Yok.
Her hayvanı, her canlıyı çok seviyorum (cansız bir şeyleri de çok seviyorum).
Babam, sabahları yastığımın altına bir sürpriz bırakırdı. Minik bir kart, çikolata, minnacık bir oyun veya kitap.
Bir keresinde bir gergedan kartı bırakmış. Eskiden vardı öyle şeyler, kartı sağa sola oynatınca gergedan sanki hareket ediyor gibi olurdu. Bayılmıştım!
Kocaman boynuzlu bir hayvan. Tipi de bir komik.
Koca göbüşlü, kısa bacaklı, gözleri çok masum ve onun da kirpikleri var.
Merakımdan binlerce şey okudum hakkında. Ne yer, ne içer, ne yapar...
Üç disiplin bir arada olunca triatlon deniyor.
Ironman bir marka aslında.
2 Şubat Cuma günü Dubai’de katıldığım Dubai Ironman 70.3 ise, bu mesafelerin yarısı olandı.
1.9 km yüzme, 90 km bisiklet, 21.1 km koşunun toplam mesafe karşılığı 70.3 mil ediyor, ondan yarı Ironman yarışına Ironman 70.3 deniyor.
Ülkemizde triatlonda müthiş başarılar elde etmiş çok iyi ve çok mütevazı Ironman’ler var.
Ben de sporu çok seven biri olarak, kendi güvenlik alanlarımdan çıkıp zorlanmayı, keşfetmeyi, öğrenmeyi, kendimi geliştirmeyi ve her birini yaşayarak anlatmayı sevdiğimden denemek istedim.
Elimden geldiğince antrenman programıma uymaya çalışsam da, yüzme ve bisikleti yapmamak için hep bahanem oldu. Zorlandım.
Ama insan, çocukluğundan beri “normal”miş gibi gördüğü birtakım duyguların kölesi, bağımlısı olabiliyor-muş.
Bunun farkında olsan bile, üzerine palto gibi giyindiğin o şeyi çıkarmak hiç de kolay değil.
Yani soyunup kendine dönmek...
Örnek 1:
Canım hayli sıkkın, üzülmüşüm. Yaşadığım bir şey kanıma, köküme dokunmuş.
Aman kimse üzülmesin, beni öyle görmesin diye “Yorgunum çok, erken yatıyorum” diyerek gidip yattım. Evdeki herkesten kaçıp, saklandım. Ben erken yatmam ki! Herkes anladı bir durum olup da benim ‘mış’ gibi yaptığımı.
İlk 32 km uzun koşu antrenmanımda ağlamıştım. Ortada fol yok yumurta yok, sabahın köründe kalkmışım yapayalnız koşuyorum diye.
İnanılmaz bir zihinsel ve bedensel süreç. Kendi kendini motive etmek için havadaki bulutla bile konuşuyorsun.
Ağaçlara konan kuşlara yetişmeye çalışırdım. Herkese merhaba deyip gülümserdim, ki bu hâlâ böyle. Koşa koşa uzun mesafeleri gülerek koşan bir insan oldum.
Yaptıkça yapıyormuş insan.
İlk kez tekerlekli sandalye iterek koşarken, takım benim yüzümden yavaşlamak zorunda kalınca; “Bırakın beni gidin” dedim, engelli arkadaşım “Hayır, hep birlikte” dedi.
Takım arkadaşlarım koluma girip “Biz seni de çekeriz icabında” diyerek yavaşladı, finişe hep birlikte girildi.
Ultra maratonlarda, benimle bir gelip kendi yarışını bırakmaya razı olan yol arkadaşlarım oldu. Sırf dayanışmadan, destek olmanın, yol arkadaşlığının kutsallığından, sırf bana, benim de yapabilecek gücüm ve cesaretim olduğunu göstermek ve mutluluğuma ortak olmak ruhundan.
Bu köşeyi okuyan herkesin Instagram kullanıcısı olduğunu varsaymadan, sözlerini birebir aktarmak istiyorum kayda geçmesi açısından.
“Estetik, insanın kendini iyi hissetmek istemesiyle ilgili bir durum diye düşünüyorum.
Yapabilen herkese saygıyla yaklaştığım kadar, kaygıyla da bakıyorum doğrusu. Benim gibi ukala dümbeleklerine gelirsek de; bu çizgi benim (parmağıyla iki kaş arasındaki çizgiyi gösteriyor) acılarım, bu çizgi yıllarım (göz altındaki çizgileri gösteriyor), kayıplarım, alın yazım diyerek hiçbirine dokunmaya kıyamaz.
Sonra bir de yaş var. Her ne kadar yaş bir sayı olsa dahi, peki onu ne yapıcaz peki?
E bir de zaman var. Zamanın da bir bildiği var, onun da bir ruhu var. ‘Aa bu böyle çok hoş, çok güzel, buna zinhar dokunmayalım, bu böyle genç kalsın’ demez. Kimseye bir ayrıcalık tanımaz. Hadi hepsini geçtim, e bir de yani, demezler mi adama ‘Kendinden nereye kadar kaçacaksın? Nasıl ayıp ettin yaşadıklarına?’ diye, e derler tabi. Her şeyin bir bedeli var.”
Nazan Öncel’in bu sözlerinden ve videodan çok etkilendim. Filtresiz, gerçek neyse oydu.
Video çok konuşuldu.
Eve girdim, önümde beyaz bir sehpa. Üzerinde bir hasır sepet, içinde mor menekşe.
Mor menekşeleri görür görmez, ışınlandım maziye resmen.
Bembeyaz dantelli örtüsü olan bir fiskos masasının önündeyim.
Masa boyum kadar.
Ankara soğuğu var dışarıda. Kış.
Sokağa bakan, perdeleri açık, kocaman bir pencereden bakıyorum parmak uçlarımda durunca.
Küçük Esat Caddesi, gelen geçen yüzlerce araba.