Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - KelebekYazarın Tüm Yazıları

Aman kimse üzülmesin!

Hayatımda en tahammül edemediğim şey, kölelik-bağımlılık-zincirli olmak ve “mış” gibi davranmak.

Haberin Devamı


Ama insan, çocukluğundan beri “normal”miş gibi gördüğü birtakım duyguların kölesi, bağımlısı olabiliyor-muş.
Bunun farkında olsan bile, üzerine palto gibi giyindiğin o şeyi çıkarmak hiç de kolay değil.
Yani soyunup kendine dönmek...
Örnek 1:
Canım hayli sıkkın, üzülmüşüm. Yaşadığım bir şey kanıma, köküme dokunmuş.
Aman kimse üzülmesin, beni öyle görmesin diye “Yorgunum çok, erken yatıyorum” diyerek gidip yattım. Evdeki herkesten kaçıp, saklandım. Ben erken yatmam ki! Herkes anladı bir durum olup da benim ‘mış’ gibi yaptığımı.
Kimi kandırıyoruz?
Sabah, çocuklar kuzucuk gibi gözümün içine bakıyor. Nasıl bir çaba halindeler sırf ben iyi olayım diye. Endişe içindeler. Fena oldum onları öyle görünce.
Onlar da, ben daha fazla üzülmeyeyim diye perişan yani. Bilinmeyen bir düşmanla savaşıyoruz hep birlikte. Ben çocuklarımı öyle görmek istemiyorum ki aslında!
Herkesi mutlu edeyim diye ta çocukluktan itibaren ne çok çabaladıysak, büyüdüğümüzde de aynısını “aman çocuğum üzülmesin” diye yapmaya devam ediyoruz.
Ve sen üzmeyeyim dedikçe, herkes daha üzgün, endişeli. Sen de iki kere perişan!
Çabalamaktan, idare etmekten, “yok öyle bir şey” gibi yapmaktan ne hale geliyoruz baksana.
Acıyan canını yok saymak normalmiş gibi, büyüyünce normalin bu oluyor. Sana bakan çocuğun da bunu kanıksıyor. Oysa bu normal değil arkadaş!
Örnek 2:
Geçen cuma pilates topuyla oynarken küt yere çakıldım.
Kuyruk sokumumun acısından kırıldı sandım.
Hüngür hüngür ağlarsam herkes travma yaşayacak, ne güzel bir gündü rezil olacak filan diye düşünüp şakaya vurdum,
“Acımıyo, acımadı, iyiyim, dayanırım” diyerek sabaha kadar burnumu çeke çeke kıvrandım.
Kırık yok çok şükür. Çok ağrıdı ve geçiyor bile.
Peki acımı, ağrımı çocuklarımdan saklamam marifet miydi yani?
Çatlayana kadar ağlasam, kesin dürüst ve doğal bir şey olurdu pek tabii ve bir şeycik de olmazdı.
Onun yerine bastırma mezarlığı yarattım!
Mesajım şu oldu: “Canın yandığında mümkünse acımıyormuş gibi yap, kimse bilmesin, görmesin. İdare et, ortam bozulmasın!”
Aslan Cem zaten ertesi gün “Neden canın acırken gülmeye çalıştın ki annecim” derken çok üzüntülüydü.
Çocuk bunu sorunca, başladım ağlamaya.
Haklısın dedim, saçmalık. Acıyorsa, acıyordur. Aldım ikisini de karşıma yine, çünkü bu ilk değil, başladım anlatmaya:
“O gece ağlasaydım rahatlardım. Siz üzülmeyin diye, sanki iyi bir şeymiş gibi acımı yok saydım. Çocukluktan kalma bunlar. Biz düşünce kızarlardı. Aman kimse kızmasın, olay çıkmasın filan diye diye, insan acısını saklamaya alışıyor.
Siz benden canınız yanınca saklasanız, ben üzülmeyeyim diye derdinizi, ağrınızı içinize atsanız feci üzülürüm.
Bu kadar farkındayım ve hâlâ yapıyorum düşünebiliyor musunuz!
Erteleyince, yok sayınca, dert de acı da büyüyor, dahası herkese salgın gibi yapışıyor. İnsanda kendine karşı öfke birikiyor.
Canım yanınca, yanmamış gibi yapmayacağım.
Yaparsam, hatırlatın.
Hatta yardım edin bana, annecim rahat bırak kendini deyin icabında. Kendimize de, birbirimize dürüst kalalım.”
Çocuklarımın yüzündeki rahatlamayı ve anlayışı görmenizi isterdim.
Aman kimse üzülmesin dedikçe üzüntünün kölesi olduğun gibi, çocuklarına da aynı zinciri takıyorsun.
O beni kıran duygu gidip bir de en sevdiklerimin boğazına yapışıyor.
Nesilden nesile salgın gibi... Resmen acı-üzüntü-öfke-mış gibicilik kısır döngüsü işte.
Yaşadıkça özgürüm. Benimle bir herkes de özgür. Yaşa be Yonca!
Hayat amacım da bu ya...
Ben, kalbimi açtıkça umut veren, böylece insanları her nasıllarsa özgürce öyle olmaları ve sevdikleri şeyi yapmaları için yüreklendiren Yoncayım.
Yonca
“çırılçıplak”

Yazarın Tüm Yazıları