29 Ocak 2012
Araya bir sürü saçmalık girdi, <br><br>elim ermedi, kısmet bugüneymiş... <br><br>“İyi adam” o. *
Can, bildiğin can.
Bonomo, Latince.
Anlamı, iyi adam.
*
Sefarad Musevisi. 540 sene evvel İspanya’dan göçüp, tarihi ilçemiz Bergama’ya yerleşen bi ailenin evladı. Dede, İzmir’e taşınmış, babası gibi,
Can da Alsancak’ta dünyaya gelmiş.
*
Dolayısıyla... En çok bıdı bıdı yapılan mevzuyu kafadan sordum, “van münüt malum, bak biz İsrail’e gıcığız ama, Musevi vatandaşımızı Türkiye’yi temsil etsin diye Eurovision’a gönderiyoruz, işte böyle hoşgörülüyüz filan demek için seni seçmiş olabilirler mi?” dedim.
*
“Ben Türk’üm” dedi.
Nokta.
*
1987 doğumlu. İlkokulu Çakabey Koleji’nde okuyup, Avni Akyol Lisesi’nden diploma almış, Bilgi Üniversitesi sinema-televizyon’u kazanıp, 17 yaşında ver elini İstanbul... Nişantaşı’nda kuzenlerinin yanında kalmış, sonra Etiler’de, şimdi Cihangir’de kirada oturuyor. Tek başına.
*
“İzmir mi, İstanbul mu?”
diye soruyorum. Hiç eğip bükmüyor. “İyi ki İzmir’de doğmuşum,
iyi ki İstanbul’da yaşıyorum”
diyor. Doğduğun yer, doyduğun
yer meselesi... Gerçekçi.
*
“Kız arkadaşın?” diyorum.
Dedim ya, gerçekçi...
“O işe girmesek abi” diyor!
*
Bir de anneciğini konuşmak istemiyor. Geçenlerde kaybettiği anneciğini... 6 yaş büyük ablası var. “Müzikle alakası var mı?” diyorum. Gülüyor. “Güzel müzik dinler” diyor. Ailede müzisyen, sadece, dede... İzmir TRT’de vokalistmiş. Ama, dedeye değil, komşunun gitar çalan oğluna özenmiş, öyle başlamış, 8 yaşındayken... Baba, kâğıt ticareti yapıyor. “İşyeri İzmir’de nerede?” diye soruyorum. Vaziyete o kadar hâkim ki, “bi saniye” diye izin isteyip, “babamın işyeri nerde?” diye anneannesine sordu iyi mi! Benimle telefonda konuşurken, anneannesinin evindeydi. Anneanne çok mutlu, eşin dostun tebriklerini kabul ediyor, gururla.
*
Hayatındaki en önemli insanlardan biri, “manevi kardeşim” dediği
Can Saban... Yapımcısı, kliplerini
o çekiyor. “Ertem Eğilmez’in torunu... Haliyle, kötü iş
yapması yasak” diyor.
*
Samimi. Sıcak. Ancak, genç yaşına rağmen “mesafe ve temas”ı çok iyi ayarlıyor. Tartarak konuşuyor. Tek kelime argo kullanmıyor. Türkçesi pürüzsüz. Ses tonu, spiker kalibresinde.
*
“Meczup” albümüyle patladı...
“14-15 yaşındaydım, biriyle tanıştım, kolunda meczup yazan dövme vardı, sordum, Allah yolunda aklını kaybetmiş kimse dedi, etkilendim” diyor.
*
Peki albüm piyasaya nasıl çıktı? “İlk intiba” için kravat takanların iyi okumasını öneririm... “Altı şarkı hazırladım, cd’ye kaydettim, cd’yi koyacak kap bulamadım, o sıralarda Irvine Welsh’in Porno isimli romanını okuyordum, kitabın bir sayfasını yırttım, cd’yi sardım, Can Saban’a yolladım, yollama şeklim ilgisini çekince tanışmak istedi, gerisi geldi” diyor!
*
Kesinlikle doğal.
Kesinlikle yaratıcı.
*
Dövme hastası... 18 dövmesi var. İlkini 17 yaşında yaptırmış. Göğsünde güneş, içinde kalp, güneş anneciğinin ismi... En son, sol omzuna, anneciğinin fotoğrafını kazıttı. Sol kolunun içinde, Bonomo yazıyor. Sol kolunun dışında, ekibinin, team bonomo’nun logosu var. Sol dirseğinde, bir semazen’le iki robot duruyor, maneviyat’la teknoloji, yaptığı müziği sembolize ediyor. Dövmelerini kendisi tasarlıyor, çünkü, illüstrasyon eğitimi almış. Sol elinin üstünde, üç paralel çizgi var, pagan müzisyenleri enstrümanlarının üstüne çizermiş, ilham perilerine yakın olmak için... Sağ kolunun içinde, ırkçılık ve cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadelesiyle tanınan, Amerikalı siyahi kadın şair Gwendolyn Brooks’un 8 satırlık “we real cool” şiiri var, İngilizce kazınmış, “harbi havalıyız, okulu bıraktık, gezip tozarız, şarkı söyleriz, içeriz, genç ölürüz” filan gibi bi şey... Sağ kolunun pazusunda, The Nightmare Before Christmas filminin başrolündeki Jack Skellington karakterini yansıtan,
iskelet figürü var. Sağ bileğine doğru, The Rat Pack filminde Frank
Sinatra’nın kullandığı dövme var.
Sağ dirseğinde ise, Mevlevi şiiri...
*
Mazi verir acı, keder
Kimse kalmaz, hep gider
Nerede Havva’yla Adem
Dem bu demdir
Dem bu dem
*
Şarkıcı diye gönderiyoruz...
Filozof gibi adam.
*
Nâzım Hikmet’in direnişçi
ruhunu, Barış Manço’nun cesaretini
ve yüreğini örnek alıyor.
*
“Peki ya şöhret?” diyorum.
Önce kıkırdıyor, “düne kadar kimse tanımıyordu, şimdi reklamlardan bile çok çıkıyorum televizyonlara” diyor, matrak buluyor bu durumu... Sonra ciddileşiyor, “şöhret hayalleri olan biri değilim, sadece yaptığım işi iyi yapmayı seviyorum, hepsi bu” diyor.
*
Umurunda bile değil.
En beğendiğim tarafı bu.
*
Kılık kıyafetini örnek aldığı kimse yok. Marka, moda, ilgilenmiyor. Şapka seviyor. Sporu sağlık için yapıyor. Futboldan anlamıyor. Takım tutmuyor.
Yazlarını Çeşme’de geçiriyor.
*
Para kazanmıyor. İdare ediyor. Sıkıştığı zaman, babasından istiyor. Otomobili yok. Alamadığı için değil. Kullanamadığı için. “Beceremiyorum, bi defa aldım, her yerini oraya buraya vurdum, vazgeçtim”
diyor. Motosiklet kullanıyor.
*
“Kaçıncı oluruz?” diyorum. Hakikaten bayıldım bu çocuğa...
“Bilemem abi” diyor!
*
Halbuki, benim bir netice tahminim var. Dandik dundik tipleri sanatçı
diye baş tacı eden Türkiye, bu değerli gencin adını bile duymadığına göre... “İyi adam”dır, iyi netice alacak.
Yazının Devamını Oku 28 Ocak 2012
Açtım televizyonu...<br><br>Haberleri seyrediyorum.
*
“34 kaçakçının öldüğü hava operasyonunda akrabalarını kaybeden kaçakçı baba-oğul, 80 bin paket kaçak sigarayla yakalandı. Serbest bırakılan kaçakçı baba-oğul, geçen hafta da 63 bin paket kaçak sigarayla yakalanıp, gene serbest bırakılmıştı sayın seyirciler.”
*
E canım sigara çekti tabii.
Yazının Devamını Oku 27 Ocak 2012
Harp Okulu’nu birincilikle bitiren Teğmen’i “terörist” diye içeri atmışlar, cep telefonuna “harbi teröristin fihristi”ni yüklemişler, rezalet ortaya çıkınca da “sehven” demişlerdi. *
Tesadüf bu ya... Teğmen’in içeri atıldığı günlerde, üniversite sınavında “şifre” rezaleti patlamış, cevap anahtarını şifreledikleri ortaya çıkınca “pardon, sehven oldu” demişlerdi.
*
Sınavı anında akladılar.
Teğmen’i aylardır süründürüyorlar.
*
Meğer, Savcılık, TÜBİTAK’a yazı yazmış, “Teğmen’in telefonuna yapılan sehven yüklemeyi incele, rapor hazırla” demiş...
TÜBİTAK da cevap vermiş: “Yoğunuz, başka yere incelet.”
*
E merak ettim tabii...
Ne iş yapar bu TÜBİTAK?
Ki, bu kadar yoğun.
*
Girdim TÜBİTAK’ın resmi internet sitesine... Asli görevi olan, bilim ve teknoloji bölümünü tıkladım. Hem vallahi hem billahi, lise öğrencileri için Kriptoloji Kış Okulu açmışlar iyi mi!
*
Kriptoloji malum, şifre bilimi... Üstelik, eğitim, ulaşım, konaklama ve yemek, ücretsiz.
*
Yani, hiç öyle dershaneye mershaneye eşşek yükü para ödeyip, kafa patlatmanın âlemi yok kardeşim... Git TÜBİTAK’ın şifreleme okuluna, ODTÜ mü, İTÜ mü, seç beğen gari.
*
“Benim yaşım küçük, üniversiteye değil, Anadolu lisesi sınavına gireceğim” diyorsan... TÜBİTAK amcan seni de düşünmüş... İlkokul öğrencileri için Kriptoloji Yaz Okulu var.
*
Dolayısıyla...
Yoğun olmaları normal.
*
Ben tatmin oldum!
*
Siz de tatmin olmak istiyorsanız...
Bu yazıdan öğrendiklerimizi üniversite sınavının “11” numaralı sorusuyla test edelim: Beşi beş kuruştan beş yumurta 5 kuruş ettiğine göre, cepteki üç yumurta kaç sene hapis eder?
Yazının Devamını Oku 26 Ocak 2012
Fransız Senatosu önünde biriken Ermeniler, Fransız milli marşını okuyup, kendi kendilerini alkışladılar.
Caddenin karşı tarafındaki Türkler İstiklal Marşı’nı okuyunca da, yuhaladılar.
*
Halbuki.
*
“Tarlalarımızı saf olmayan düşman kanıyla sulayalım” filan diyen Fransız milli marşının, her dizesi yabancı nefreti fışkırıp, ırkçı sözlerden oluşurken... Islıklayıp, yuhaladıkları İstiklal Marşımızın orkestrasyonunu yapan kişi, Ermeni.
Yazının Devamını Oku 25 Ocak 2012
İstediğin kadar bağır, istediğin kadar küfür et... Nicholas istedi, Valerie önerdi, sırasıyla Jacques, Sebastian, Patrick, Jean Pierre, Philippe, Isabelle, Nathalie filan konuştu, Ayşe’yle Mehmet’in soykırım yok demesi suç oldu... Kabaca özeti budur. *
Çünkü...
*
Avustralya kıtasını tesadüfen keşfeden James Cook’un tayfası, karaya ayak basar basmaz, Aborijin yerlileriyle karşılaşır. Tayfalar, Aborijince bilmiyor. Yerliler, İngilizce’den bi haber... İncik boncuk takas ederler, el kol işaretleriyle muhabbet etmeye çalışırlar.
*
Tayfalar o sırada bakar ki...
Tuhaf bi yaratık var.
Hoplayıp zıplıyor.
Hiç görmemişler o güne kadar.
Parmakla gösterip, sorarlar:
“Bunun adı ne?”
Yerliler cevap verir:
“Kanguru.”
*
Aradan yıllar geçer...
Karşılıklı lisanlar öğrenilir ve anlaşılır ki, “kanguru” Aborijince’de “bilmiyorum” demek!
*
Soykırım, kanguru’dur.
*
Körler sağırlar birbirini ağırlar’ın...
Nesilden nesle aktarılan yanlış bilgi’nin sıfatı.
*
Memlekette sanki cami yokmuş gibi, okullara mescit açarlar ama... Arapça’yı monte ettikleri müfredata “1915 gerçeği”ni koymazlar... Tehcir nedir? Katolik ve Protestan Ermenileri neden göç ettirilmedi? Sırtımızdan hançerlendiğimizde, Çanakkale’de balık mı avlıyorduk? Asala nerede kuruldu, hangi ülkeler eğitti, kaç diplomatımızı hangi ülkelerde katletti? EOKA’yı bitirdiğimiz sene Asala’nın kurulması, Asala’yı vurduğumuz sene PKK’nın ilk kez vurması tesadüf müdür? Soykırımsa bu, en başta Fransa, niye Lahey Adalet Divanı’na gitmiyor? Çoluk çocuk binlerce Ermeni’nin öldüğü kesin...
Çoluk çocuk kaç Türk öldürüldü?
*
Öğretmezler.
*
Tek başına mücadele eden... Sözde soykırım iddiasını ABD, Rus, İngiliz belgeleriyle çatır çatır çürüten Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Profesör Yusuf Halaçoğlu, yüce (!) Türk basını tarafından neden linç edildi? Bizzat kendi hükümetimiz tarafından neden görevden alındı?
*
Öğretilmediği için... Ukala dümbeleği Fransız’la, Alman’la, Amerikalı’yla yüz yüze gelen gençlerimizin boyunları bükük kalır. Hem mevzuyu doğru dürüst bilmedikleri için doğru dürüst cevap veremezler. Hem de “Acaba soykırdık mı?” diye, için için şüpheye kapılırlar.
*
Taksi durağında atıp tutmakla olmuyor bu iş... Devlet üstüne düşeni yapamadı.
Bari, daha fazla gecikmeden liselerde, üniversitelerde öğretin de, millet kendi kendini savunsun.
Yazının Devamını Oku 24 Ocak 2012
Sene 1915.Çanakkale.
Tarih böyle kapışma görmemiş, kan gövdeyi götürüyor, boğaz’ın suları kırmızı, sağanak çelik yağıyor, mermiler havada çarpışıyor, birbirine kaynıyor. “Geçerim” diyen arkadaşların kaybı, 200 bini aşmış... “Geç de görelim” diyen dedelerimizin kaybı, 250 binin üstünde.
*
Bu tarifi imkânsız kıyıma rağmen, majestelerinin hükümeti gidişattan memnun. Çünkü gerçeği bilmiyor. İngiliz cephe komutanı, ha bire “vaziyet gayet iyi, bugün yarın geçeriz” raporları gönderiyor. Londra da keyifle viski yudumluyor, ha bugün geçilecek, ha yarın.
*
O sırada genç bi gazeteci var orada. Avustralyalı. Melbourne Age’in muhabiri. Görüyor ki, durum kel... Hadise, hiç de İngiliz komutanın müjdelediği gibi değil. Türkler kafaya koymuş, kuru ekmek yiyor, bulursa üzüm hoşafı içiyor, şakır şakır düşüyor ama, bana mısın demiyor, geçirmiyor. Avustralyalı olduğu için özellikle dikkatini çeken bi konu daha var... İngiliz subaylar klasik müzik eşliğinde şampanya patlatırken, Anzaklar bozuk para gibi harcanıyor. En son iki tabur Anzak sürüyorlar, Türklerin bu iki taburu yok etmesi iki saat bile sürmüyor.
Yazının Devamını Oku 22 Ocak 2012
Bi Alman, bi Fransız, bi İngiliz, bi Türk, ıssız bi adaya düşmüşler...
Türk olanı “beyler lütfen bundan böyle fıkralarınızda bana Türk demeyin, Ermeni deyin” demiş!
*
Japon de.
İspanyol de.
Yunan de.
Gözünün yağını yiyim...
Türk deme.
*
Anket yapmıştı gaztenin biri...
“Biz Kimiz?” diye.
Halbuki cevap belliydi...
“Sizi leylekler getirdi.”
*
Bi başka gazte, kerameti kendinden menkul çakma profesörlere DNA
testi yaptırmış... Atalarımızın olsa
olsa Truvalı olduğunu tespit etmişti.
*
İyonyalı diyen bile oldu.
*
Ama en şahanesi şuydu:
“Türkler etnik grup...”
*
Aslına bakarsanız, babasının kim olduğundan şüphelenen gazteler için yüklü tiraj vesilesiydi. “Tarot falıyla kim olduğunu öğren” kampanyası yapılabilirdi. Gönderiyorsun doğum tarihini, ananın kızlık soyadını, rumuz
cami avlusu... Kart açıp, açıklıyorlar:
“Müjde, İtalyansınız.”
*
Veya...
“Yükselen burcu başak olan kova’lar, bu hafta kendini Afganistanlı, Pakistanlı gibi hissedebilir ama, sevdiğinizden alacağınız sürpriz bi haber karmaşık duygular içine girmenize sebep olacak, Danimarkalı olmak için
güçlü arzular hissedeceksiniz.”
*
Ya da doktor tavsiyesi...
“İlla patolojik olmayabilir, ailevi sebeplerle Türk’üm diye sakın üzülmeyin, tedavisi mümkün.”
*
Hatırlarsınız, bi ara da “Türkiyeli”ye takmışlardı kafayı... Neymiş efendim, Türkiye topraklarında doğmamız
yeterli onurmuş, Türk demiyelimmiş, Türkiyeli diyelimmiş filan.
*
E bu topraklarda doğmaksa şart...
Mustafa Kemal, Türkiyeli diil o zaman...
Di mi şekerim?
*
Netice itibariyle...
Alt kimlik üst kimlik diye, paldır
küldür, altını üstüne getirirsen
memleketin, olacağı budur.
*
İnsan ol, canımı ye.
Ama utanmadan...
Hümanist ayaklarına yatıp.
Eveleyip geveleme.
Açık açık söyle şuursuz cüce.
Kim’liğimi kaybettim...
Hükümsüzdür de.
Yazının Devamını Oku 21 Ocak 2012
Hükümet üyesi bi zat, teee üç sene evvel “İzmir’i artık teslim almamız lazım” demişti. *
İzmir mebusu tutuklu...
İzmir Belediye Başkanı’na
397 sene hapis isteniyor.
*
İnanın abartmıyorum, görenler bilir, dünyanın hiçbir yerinde İzmir’deki kadar güzel batmaz güneş... Alt tarafı bi tur atıp geri gelecek olmasına rağmen, gitmek istemez adeta... Tren garlarındaki duygusal vedalaşmalar gibi ağırdan alır.
*
Gene öyle bi vakit...
Tükenmeyen enerji, kavuniçi top olmuş, trajik yangının küllerinden doğan şehrimin ufuk çizgisinde, körfeze iniyor aheste aheste, usuuul usul... Kadehin dibine vurma saati.
*
Adres, Kordon.
Naim Palas.
Cumbada oturuyor...
Sarışın kurt.
Sevmez fazla yemeği.
Leblebi var önünde.
Garson titriyor.
Çünkü, çocuk Rum.
Sesleniyor gazi...
Şefkatle.
“Vre Dimitri” diyor.
“Gel yavrum.”
Çocuk “buyur pasam” diyor, ş’lere dili dönmeyen kırık dökük Türkçesiyle...
“Sizin Kosti” diyor, işgal sırasında kasıla kasıla İzmir’e gelen Yunan Kralı’nı kastederek, “Sizin Kosti geldi mi buraya?”
- Geldi pasam.
- Oturdu mu bu masaya?
- Oturdu pasam.
- Güneş batarken rakı içti mi?
- İçmedi pasam.
- E o zaman sormadın mı be çocuk, ne halt etmeye almaya kalkmış İzmir’i!
*
Bak açık söyleyeyim...
Kapımızın önüne bırakılan avanta gıda kolisine değil, seçim sandığına atarız oyumuzu biz.
*
Zorla teslim almak istiyorsan, polisle, savcıyla, tankla topla gelmen yetmez.
İtfaiye’yle gelmen lazım.
*
Madem gâvuruz...
Yakarız bu şehri.
Yazının Devamını Oku