26 Şubat 2012
Ömür Gezdiren.<br><br>Ömrünün en güzel günlerini terörist peşinde gezdiriyordu. *
Mayın patladı. Şakağına şarapnel saplandı. Suratı darmadağın oldu. Aylarca komada kaldı. Kefeni yırttı ama... Kör olmuştu. Beyninde hasar oluştuğu için, parkinson’a yakalandı. Konuşmakta güçlük çekiyor, vücudu zangır zangır titriyordu. Baba yok. Kardeş yok. Hayattaki tek varlığı, annesinin yanına yerleşti. Üç kuruş maaş, kiralar ha bire zamlanır, mecburen pahalıdan ucuza taşına taşına hayata tutunmaya çalışıyorlardı. Yeni bi eve geçtiler, Ayedaş’a gittiler, gazi’lere tanınan indirimden faydalanmak istediklerini anlatmaya çalıştılar. Görmüyor, heceleye heceleye konuşuyor, üstelik titriyor, banko memuru sıkıldı! Evrakların eksik diye, kestirip attı. Tartışma çıktı. Güvenlik görevlisi üstlerine yürüdü. Anne çığlık attı. Gazi panikledi, koruma içgüdüsüyle hamle yaptı, zaten sinir sistemi haşat, eline koluna da hâkim olamıyor, bankoda duran elektronik sayaç düştü, kırıldı. İtiş kakış, bayıldı. Ambulansla hastaneye götürüldü. Bedensel çaresizliğinden asabı oynamış, krize girmişti, bayılma sebebi buydu. Ertesi gün taburcu oldu, evine gitti. İki gün sonra, kapı çalındı, Ayedaş’tan gelmişlerdi, evrak mevrak istemeden indirimi uyguladılar. Buna
şükür deyip, tatsız hadiseyi unuttular. Yedi ay sonra,
gene kapı çalındı, postacı... Ellerine tutuşturulan zarfı açtılar, anne okudu, gazi dinledi, mahkeme celbiydi, kamu malına zarar vermekten dava açılmış, hapsi isteniyordu. Ahali sıcacık evinde esneye esneye poposunu kaşısın diye, Hakkâri dağlarında gözünü, beynini, hayatının geriye kalan kısmını bırakan gazi, devlete zarar vermişti yani.
*
Hatırladınız di mi?
*
Hatırladığınızdan eminim. Çünkü, 100 binin üzerinde mail göndermiştiniz, maddi manevi destek için gazi’nin adresini, telefonunu istiyordunuz. Benzer mail’leri Ayedaş’a da göndermiştiniz. Kiminiz “sayacın parasını şu şu numaralı kredi kartımdan çekin” demişti, kiminiz “hesap numarası verin, kaç paraysa yatırayım” demişti. Ayedaş, şikâyetini geri çekti.
*
Vatanı milleti için canını ortaya koyan her gazi gibi, onuruna düşkün bi kahraman olan Ömür, kendisini acındırıyormuş durumuna düşmek istemiyordu.
O nedenle, adresini, telefonunu kimseye vermedim. Buna rağmen, buldunuz... Para yağdı. Kiminiz, mahalleye yetecek kadar gıda kolisi gönderdi, kiminiz, gel benim evimde kal teklifinde bulundu. Sadece 1450 lira maaş alan gazi, yalvarıyordu, abi gözünü seveyim yaz, göndermesinler... Yazmadım. Hayırsever işadamı Zeynel Abidin Erdem, avukatları aracılığıyla iz sürdü, gazi’nin en büyük hayalinin Akçay’da yaşamak olduğunu öğrendi, arattı tarattı, bahçe katı beğendi, hem gaziye uygun, düzayak, hem yeşillikler içinde... Aldı. Tapusunu, gazi’nin adına yaptırdı. Buzdolabı, çamaşır makinesi, televizyon, halı, dayadı döşedi. “Sana minnettarız, güle güle otur evladım” dedi.
*
Tahminim...
Bunu da hatırladınız.
*
E şunu da unutmayın bari.
*
Ayedaş’ın şikâyetini geri çekmesine rağmen... Kamu davası devam etti. Sayacı kırarak, devlet malına zarar veren gazi, 10 ay hapse çarptırıldı. Cezası ertelendi. Beş sene içinde, tekrar kamu malına zarar verirse, içeri tıkılacak. Annesi de unutulmadı... Annesi de, güvenlik görevlisine hakaretten 1 sene 2 ay yedi. Beş sene içinde gene hakaret ederse, dooğru oğlunun yanına.
Yazının Devamını Oku 25 Şubat 2012
TBMM’nin resmi internet sitesine girin...
Tek tek kontrol edin lütfen.
*
Hakan Şükür.
Futbolcu milletvekili.
Yazının Devamını Oku 24 Şubat 2012
Herkes bu fotoğrafı yazıyor.
Kimisi “kadınlar ayakta dururken erkekler oturur mu”ya takılmış...
Kimisi “kravatsız”lığa.
*
Halbuki...
Yazının Devamını Oku 23 Şubat 2012
atv’nin yeni dizisindeki “fahişe” karakterine, üstü kapalı ima ederek filan değil, adıyla soyadıyla, CHP milletvekili Profesör Nur Serter’in adı verildi...
Bi profesör’ü eksik.
*
Sonra da, pardon denildi.
Nur Serter demek istemedik.
Nur Sertaç demek istemiştik.
Yazının Devamını Oku 22 Şubat 2012
Öğretmenleri, polise dövdürüyorlar... Genetik test yapılsın, vatana millete zararlı çocuk doğar doğmaz öldürülsün diyen adamı “ilkokul müdürü” yapıp, “polis” seminerine davet etmişler!
*
E madem mevzu eğitim...
Buyrun meşhur sınava.
*
Seçim var, ülkenizi yönetecek lideri seçeceksiniz... Adaylardan biri, felçli, yürüyemiyor, günde iki paket sigara içiyor, neredeyse elinde viski bardağı olmayan fotoğrafı yok, evlilik dışı ilişkileri ayyuka çıkmış, sık sık metresinin evinde kalıyor, gayrimeşru çocuğu olduğu söyleniyor, kendisiyle parası için evlenen nikâhlı eşi desen, lezbiyen... Oy verir misiniz?
*
Amerikalılar verdi.
Hem de dört defa seçtiler.
Ülkesinin krizdeki ekonomisini uçurdu.
Roosevelt o.
*
Adaylardan öbürü, askeri okulu zor bitirdi, ha bire çakıyordu, tembel, öğlene kadar uyuyor, obez, yürümekten bile hoşlanmıyor, ordudan ayrıldı, herhangi bi meslekte dikiş tutturamadı, zırt pırt işten kovuldu, sigara kesmiyor, purosu emzik gibi hep ağzında, öğrenciyken uyuşturucu kullandığını itiraf etti, her gece bi şişe viski deviriyor... Oy verir misiniz?
*
İngilizler verdi.
Tarihin en saygın siyasetçilerinden oldu.
Churchill o.
*
Son adayımız, annesinin kardeşlerinin geçimini sağlamak için öğrenciyken inşaatlarda çalıştı, ressam, hayvansever, vejetaryen, sporcu, sigarayı ağzına sürmüyor, içki içmiyor, nikâhlı eşi dışında ilişkisi olmadı, şeref madalyası var, Time’a kapak oldu, yılın adamı seçildi, Amerikan basını tarafından Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi... Oy verir misiniz?
*
Almanlar verdi.
Hitler’di o.
*
Hadi gelin, bi soru daha... Kocası alkolik, işsiz, berbat şartlarda yaşayan, dünyaya sekiz çocuk getiren, sekiz çocuğu da zihinsel ve bedensel engelli olan, üstüne vereme yakalanmış bi hamile kadını görseniz, güzel kardeşim sen en iyisi kürtaj yaptır der misiniz?
*
Cevabınız evet’se...
Beethoven’ı öldürdünüz!
*
Yazılı bittiğine göre...
Sözlü’ye geçelim.
*
“Genetik test yapılsın, vatana millete zararlı çocuk doğar doğmaz öldürülsün” diyen, sözde eğitimciyi açığa aldınız, aferin ama... O salonda bulunan, ne biçim konuşuyorsun sen diyeceğine, sırıtan, kahkaha atan, hatta alkışlayan, eğitimci-emniyetçi tipler ne olacak?
Yazının Devamını Oku 21 Şubat 2012
“Fetih 1453” filmi, “Titanic” gibi, taa en başından bilet alırken sonunu biliyorsun. *
Sürprizle bitmiyor yani.
İstanbul’u fethediyoruz.
Ama...
Başıyla sonu arası komple sürpriz dolu.
*
Fatih’in rüyasında Osman Gazi’yi gördüğü sahne, bire bir “Yüzüklerin Efendisi”nde var mesela... Osman Gazi parmağındaki yüzüğü Fatih’e uzatıyor, yüzük ellerinden kayıyor, Mordor diyarında olduğu gibi, lav nehrine düşüyor. Fatih sanırsın Frodo... Ter içinde uyanıyor.
*
Zaten, gir internete, karşılaştır...
Filmin afişinde Fatih’in kılıcını tutuş biçimiyle, “Yüzüklerin Efendisi Kral’ın Dönüşü” filminin afişinde Aragorn’un kılıcını tutuş biçimi, tıpa tıp aynı.
*
Hipodrom...
“Ben Hur”daki hipodrom.
*
Kolların bacakların koptuğu savaş sahneleri tıpkı “Büyük İskender”den mi desem, yoksa “Gladyatör”den mi, tam karar veremedim... Ancak, Ulubatlı Hasan’ın Mel Cipsın gibi, taarruza hazırlanan süvarileri atıyla denetleme sahnesi, kesinlikle “Cesur Yürek”ten.
*
Bizans askerlerinin surların önüne duvar gibi dizilmesi, ok yağmuruna karşı şemsiye gibi kalkan açması “Truva”da var. İttirilerek yürütülen kulelerin yanarak devrilmesi “Cennetin Krallığı”ndaki gibi.
*
Ki... Cennetin Krallığı’nda, Selahaddin Eyyübi, ordusunun önüne atıyla çıkarak, Kudüs’ü savunan Haçlı Kralı’yla yüz yüze konuşuyordu. Bunda da, Fatih, ordusunun önüne atıyla çıkarak, Bizans’ı savunan İmparator’la yüz yüze konuşuyor... Diyaloglar üç aşağı beş yukarı, aynı.
*
Ki... O filmin kahramanı Orlando Bulum kılıç yapan demirci ustasının çırağıydı, babası şövalyeydi. Bu filmin kahramanı Ulubatlı Hasan kılıç yapan demirci ustasının çırağı, babası da Fatih’in babasının fedaisi.
*
(İstanbul diyorum ama... Filmin televizyonlarda yayınlanan reklamında resmen “ya ben İstanbul’u alacağım, ya İstanbul beni” diyen Fatih, filmde öyle demiyor, “ya ben Konstantiniye’yi alacağım, ya Konstantiniye beni” diyor! İstanbul reklamda var, filmde yok.)
*
Ulubatlı’nın zıplayarak Jüstinyanus’a yukardan kılıç saplaması, hık demiş...
“Truva”da Aşil’in zıplayarak Hektor’a kılıç saplamasının burnundan düşmüş.
*
“Matrix”te Neo’ya ateş ediliyor.
Geriye doğru yaslanarak savuşturuyor.
Bu filmde, Ulubatlı’ya tabure fırlatılıyor.
Geriye doğru yaslanarak savuşturuyor.
İkisi de ağır çekim.
*
Son sahne muhteşem...
Fatih, Bil Kılintın oluyor.
*
Depremzede Erkan bebek, çadırkenti ziyaret eden Bil Kılintın’ın kucağına atlayıp, burnunu sıkmıştı. Bu filmde, Bizanslı kız çocuğu Ayasofya’ya giren Fatih’in kucağına atlıyor, sakalından makas alıyor.
*
Ve... “Türk sinema tarihinin en pahalı filmi” denilerek, haksızlık ediliyor.
*
Çünkü, kaba hesap, toplam bir milyar dolara malolan Yüzüklerin Efendisi’ni Cennetin Krallığı’nı Ben Hur’u Büyük İskender’i Gladyatör’ü Truva’yı Cesur Yürek’i Matrix’i düşünürsek... Bence, dünya sinema tarihinin en pahalı filmi Fetih 1453.
Yazının Devamını Oku 19 Şubat 2012
Pişmiş kelle gibi sırıtarak ekrana çıkan tiplerin, insan içine çıkamadığı bi dönemde... Değerli ağabeyim Uğur Dündar’a, Beşiktaş Kent Konseyi tarafından “Onurlu Yaşam Ödülü” verildi. *
Hepinize selamı var.
*
İlkelerin olacak
Seni satın alamayacaklar
Aptalların uydurduğu...
Atasözlerine
inanmayacaksın.
“Paranın satın
alamayacağı şey
yoktur, herkesin
fiyatı vardır”
gibi sözlere kanmayacaksın.
Onurunla...
Kimliğinle...
Ve beyninle...
Akıllı yaşayacaksın.
*
Müjdat Gezen’in, Uğur Dündar için yazdığı bu şiirle başladı tören.
*
Ve, aynı zamanda, kendi kendime mırıldandığım “Allah sonumuzu hayır etsin” temennimle başladı... Çünkü, Müjdat Gezen’in yanı sıra Levent Kırca da oradaydı. Dördümüzün en son bir araya geldiği gün, hakkımızda dört yüz tane filan dava açılmıştı!
*
Ki, Levent ağabey de işin hakkını verdi, en az üç dava çıkabilecek “Hitler fıkrası” anlattı.
*
Duayen Halit Kıvanç, namus denince akla ilk gelen siyasetçilerden Sadettin Tantan, hayatımız boyunca örnek aldığımız ve layık olmaya çalıştığımız rahmetli Çetin Emeç’in eşi Bilge Emeç, doktor’dan ziyade sihirbaz olduğunu düşündüğüm Eser Alptekin, Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, liseliler, üniversiteliler... Ev sahipliğini Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın, sunuculuğunu ise, büyük usta Altan Erkekli’nin yaptığı gecede, Akatlar Kültür Merkezi güzel insanlarla hınca hınç doldurulmuştu.
*
İlerde...
Şu an yaşadığımız dönemi anlatacak “tarihi” gecelerden biriydi.
*
Çünkü...
Çalışandan çok, çalışmayana veriliyor artık onur ödülleri! Çalışıyormuş gibi rol yapanlara değil, çalışmasa bile, duruşuyla, varlığıyla gazeteciliği onurlandıranlara veriliyor.
*
Değerli ağabeyim bahsedilmesinden utanır, neredeyse yirmi metrelik duvarı boydan boya kaplayan ödülleri var ama... Ekranı bıraktıktan sonra, ödüller durmadı, hızlandı.
*
Şu bi kaç aylık kısa sürede, 20’den fazla üniversiteden, 30’dan fazla liseden, 50’den fazla sivil toplum kuruluşundan, ödül aldı. Bursa’dan Manisa’ya, Ankara’dan Gaziantep’e konferanslara yetişemiyor. Ekrana çıkanları değil, çıkmayanı görmek, çıkmayanı dinlemek istiyor insanlar.
*
(Bu satırları yazarken, ODTÜ’den telefonla aradılar, ODTÜ’den de onur ödülü almış.)
*
Türk televizyonculuk tarihinde, futbol maçından bile fazla izlenme oranı yakalayabilen tek haberci, Uğur Dündar...
Bunu da başardı.
*
Çalışmıyor diyorum ama, sanmayın ki, oturuyor...
Kitap yazıyor.
İşte Hayatım’ın devamını.
*
Star Haber’de birlikte çalışmaktan gurur duyduğum, bana göre son yılların en önemli öykü kitabı “Fransız Kal Ayvalık”ın yazarı, Mustafa Sağlamer’le birlikte kaleme alıyorlar.
*
Peki, ya ekrana ne zaman geri dönecek derseniz? Bizi izlemeye devam edin.
Azzz sonra!
Yazının Devamını Oku 18 Şubat 2012
Ulucanlar, müze oldu.
Deniz orada yatmıştı.Yusuf, Hüseyin...Orada asıldılar.Bülent Ecevit, Muhsin Yazıcıoğlu orada yattılar, sağcı solcu, Mustafa Pehlivanoğlu, Necdet Adalı... Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Fakir Baykurt, Kemal Tahir, Halikarnas Balıkçısı.
*
Darağacı var, orijinal.19 can, yağlı urgan.
*
Tecrit hücresi var.Nasılmış acaba diye hissetmek istersen, kelepçelenip içeri tıkılıyorsun, drann diye örtüyorlar demir kapıyı, bir saat kalıyorsun... Anlıyorsun saat denilen kavramın seneden uzun olduğunu.
*
Ki, o tecrit hücresinden çıkınca... “Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar, ve ben, ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak, bu kadar mavi, bu kadar geniş olduğuna şaşarak, kımıldamadan durdum, sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara, bu anda ne düşmek dalgalara, ne baş aşağı, ne baş yukarı, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım... Toprak, güneş ve ben, bahtiyarım” demiş Nazım... Anlamaya çalışıyorsun.
Yazının Devamını Oku