Dakika 78, durum 2-2’ydi. Süre bitiyor, ölüp ölüp diriliyorduk. Gökhan Gönül sağ kanatta topla buluştu, herkes havadan orta yapmasını beklerken, ceza sahası içine yerden yuvarladı, Arda oradaydı, penaltı noktası üzerinde gelişine plaseyle dokundu, köşeye bıraktı, goooooollllll!
*
Soma’daki maden ocağının karanlık dehlizlerinde alkış koptu, birbirlerine sevinçle sarılıyor, “Avrupaa Avrupaa duy sesimiziii” diye bağırıyorlardı.
*
Çünkü...
Ocağın duvarlarında, taşerona devredilmeden önce devlet tarafından kurulan megafon sistemi döşeliydi. Hani, işhanlarında çaycıların hoparlörleri olur ya, bas-konuş şeklinde, işte aynen öyleydi. Isıya dayanıklı kablolar çekilmiş, 50 metrede 60 metrede bir, demir kutular içinde megafonlar yerleştirilmişti. Niye demir kutu derseniz? Yangın çıkarsa veya patlama olursa, hiç olmazsa “derhal kaçın, boşaltın” anonsu yapılana kadar, dayansın diyeydi. Kutuların üzerinde telefon gibi numaralar yoktu, kocaman buton vardı, numara çevirirken vakit kaybı olmasın diye buton konmuştu, basıyor ve yukarıyla konuşuyorlardı. Yukarı dediğimiz yer, ocağın tüm verilerinin toplandığı idare odasıydı. Mesela, sıcaklık mı yükseldi, butona basıyor, söylüyorlardı. Nefes almakta güçlük mü çekiyorlar, butona basıyor, söylüyorlardı. Yukarısı da aşağıdan gelen mesajlar doğrultusunda, kontrol ekiplerini yönlendiriyordu.
*
Taa ki, o geceye kadar...
Ama... Enerji bakanımızla aynı model sakal bırakıp, enerji bakanımızla madende iftar sofrasına oturan taşeron patronu, meğer oruç falan tutmuyormuş.
*
(Sözcü gazetesinde Oray Eğin yazdı, oradan öğrendim. Beraber büyümüşler, ailece tanışıyorlarmış.)
*
*
Sürüngenlere sahip çıkmayı amaçlayan derneğin kurucuları, Bademler Köyü’nden iki genç kız, Seda ve Aslıhan... Seda, üniversite öğrencisi, halkla ilişkiler okuyor. Aslıhan, üniversite mezunu, sanat tarihi okudu.
*
Değerli ağabeyim Müjdat Gezen sayesinde haberim oldu... Atilla Sertel’le birlikte Bademler’e söyleşiye gittiler, bu pankartlarla karşılandılar.
Hafızamızı taze tutmak için, buyrun...
*
Bu katliam madenini bu taşeron patronlarına kim verdi?
a, kertenkele
b, iguana
c, semender
d, süleymancık
*
Tam adı bu.
*
Aslında madenci değildi. İnşaatlarda amelelik yapıyordu, kum taşı, briket taşı, hamaliye işleri bitince kapının önüne konuyordu, aldığı zaten üç kuruş yevmiye, üç günde bir işsiz kalıyordu, lağım çukurları kazdı, bulaşıkçılık yaptı, parklarda umumi hela temizledi, çiftliklerde hayvan pisliği temizledi, evde bekleşen çoluğa çocuğa ekmek götürebilmek için, en zor, en pis işlere razıydı, ala ala asgari ücret bile alamıyordu, sigorta zaten yok, bi gün kahvede otururken laf lafı açtı, niye kömür madeninde çalışmıyorsun diye sordular, çalışmam mı dedi, elbette çalışırım ama nasıl gireceğim? Dayıbaşı denilen aracı tipler var, ona git dediler. Gitti. Dayıbaşı denilen herif, kibarca taşeron tabir ettiğimiz, bildiğin köle tüccarıydı. Günlük yevmiyeyle çalışacaktı, aylık maaş falan yok, kaç gün çalışırsa o kadar gün para alacaktı, her gün şu kadar kilo kömür çıkarmak zorundaydı, azını çıkarırsa yevmiye yok, bayrammış seyranmış, hafta sonuymuş, tatil yok, gece yok gündüz yok, hangi saat derlerse o saatte madene girecekti, en az 10 saat, genellikle 12 saat çalışacaktı, aldığı paradan da dayıbaşına komisyon verecekti. Yersen’di... Boynunu büktü, madene girdi, şartlar ilkeldi, emniyet tedbiri sıfırdı, cihaz mihaz yoktu, gaz maskesi adeta birinci dünya savaşından kalmaydı, n’aapsın, girdi çalıştı, köle gibi... Üstüne aşağılandı, bağırıldı, daha fazla kömür çıkarsın diye bi kamçılamadıkları kalıyordu, yaşananlar insanlık dışıydı, sesini çıkaramadı, çıkarırsa kovulacaktı, altı ay çalıştı, ciğerlerinden hastalandı.
*
Sonra?
Dünyanın en prestijli ödüllerinden, İnsan Hakları Edebiyat Ödülü’nü kazandı!
*
Çünkü...
Ocağın kapısında bekleşen madenci aileleri gibiyiz, Anayasa Mahkemesi’nin önünde.
Üç senedir mahsurlar.
*
Üç şehit çıkarıldı
şu ana kadar.
Murat, Kaşif, Ali Tatar.
*
Tek tük kurtulanlar oldu; iki sene göçük altında kalıp, dayananlar.
İzmir valiliği vaziyeti izah etti, çocuğun aslında şefkatli polis amcaları tarafından göstericilerden korunduğu, pantolonundaki ıslaklığın işeme değil, toma suyu olduğu ifade edildi.
*
Başbakanımızın müşaviri Yusuf, Soma’da vatandaşı yerlerde tekmeledi, Yusuf’un kafaya vole atarken çekilmiş görüntüleri, teee Japonya’dan Arjantin’e kadar bütün dünyada yayınlandı. AKP sözcüsü vaziyeti izah etti, aslında Yusuf’un saldırıya uğradığını, ayağının yaralandığını, doktorun Yusuf’a yedi gün çalışamaz raporu verdiğini, öyle bilip bilmeden yazmamamız gerektiğini ifade etti.
*
Başbakanımız, Soma’da yuhhh çeken vatandaşların üstüne yürüdü, yuh çekerseniz tokadı yersiniz diye tehdit etti, markete soktular, ilk yakaladığı vatandaşa daldı, bu hadisenin, önden, arkadan, yandan, neredeyse her açıdan çekilmiş cep telefonu görüntüleri, teee ABD’den Rusya’ya, Finlandiya’dan Güney Afrika’ya kadar bütün dünyada yayınlandı. AKP sözcüsü vaziyeti izah etti, öyle bi görüntü yok dedi.
*
Başbakanımızın markette daldığı Somalı vatandaş, önce çıktı vaziyeti izah etti, “Sayın başbakanımız istem dışı tokat vurdu, isteyerek vurduğunu sanmıyorum, kendisini seven biri olarak, şu anda Soma kömür işletmesinde çalışıyorsam, onun sayesinde çalışıyorum, o esnada dondurma dolabının önüne düştüm” dedi. Bilahare izahını değiştirdi, “Sayın başbakanımız bana vurmadı, beni korudu, başbakanımızın bana tokat attığını zannettim, sonra olayı çözdüm, başbakanımız bana müdahale eden korumaları itti, o esnada dondurma dolabının önüne düştüm” dedi.
*
Hepsini katlettiler.
*
Benim de yok yaşam odam.
Ama, deprem çadırım var.
*
Ortalık karardığında, içinde cılız mum ışığı yanan, hüzün abajurum.
*
Aslına bakarsanız, elbette başımızı sokacak bi dört duvarımız var ama, ruhumdaki hüzün abajurumda yaşarım ben... Sığınırım her felaket anında... Bazen, bedenimizi ezmek isteyen iftira depremleri vardır dışarda, bazen, zihnimizi savurmak isteyen yalanlardan fırtına... Kapanırım hep ona.