*
Kıllık yapmak istemem ama...
Göktürk 1 nerede birader?
*
İnsan daha 1’inciyi göndermeden 2’nciyi gönderir mi?
*
Ahaliye “2011’de uzaya göndericez” diye müjdelenen Göktürk 1’i... İtalyan-Fransız firmasına sipariş etmemiz, o İtalyan-Fransız firmasının en kritik parçayı, uydu kamerasını mecburen İsrail’den alacak olması, ancak, İsrail’in bu kamerayla dünyanın her yerini görürsün, İsrail topraklarını göremezsin şartı koyması... Ve, bu hazin öykü neticesinde Göktürk 1’in daha fırlatılmadan suya düşmesi nedeniyle olabilir mi acaba?
*
Seneler sonra bu dramatik gerçeği öğrenen iki kardeş, hasretle kucaklaşırken, Pervin’i ilaçlı gazozla yatağa atmaya kalkışan haysiyetsiz çapkın Önder Somer’le, bu şerefsiz komployu tezgâhlayan kumarhaneci Kenan Pars kodese tıkılır. Tonton aşçı Necdet Tosun’la azgın hizmetçi Mürüvvet Sim, tombul yanaklarını birbirine yaslarken, babacan şoför Nubar Terziyan’la saftirik uşak Cevat Kurtuluş mutluluktan ağlamaktadır.
*
Nedendir bilmem...
Devamlı ağlayan devlet büyüğümüz Bülent Arınç’ı dinlerken, siyah-beyaz filmlerimiz geldi aklıma.
*
Durmuş’la Abdullah, anadolunun bağrından kopup, tapu kadastro meslek lisesinde okuyan iki arkadaştır. Okulun karşısında yurt vardır. O yurtta birlikte kalan, namaz kılan, inançlı insanlardır. Maltepe camisine gidip, ders çalışırlar. Seneler geçer... Tahsiline yurtdışında devam eden Durmuş, merkez bankası başkanı olur. Abdullah ise, medine-i münevvere’de mühendis olmak varken, Apo olur. Tapu kadastro meslek lisesinin yurdunda hayatları kesişen, birbirlerini çok seven, namazı birlikte kılan, orucu birlikte tutan, iftarı birlikte açıp, sahurlara birlikte kalkan bu iki arkadaşın yolları ayrılmıştır. (Ki, bu sahnenin fonunda, tasavvuf müziği çalmaktadır.) Oysa, Abdullah’ın da tıpkı Durmuş gibi masum bir çocukluğu, bir gençliği vardır. Derin devletin parmağıyla, bu yollara düşürülmüş, karanlığın kurbanı olmuştur. Ve, şimdi maalesef, bir adada tek başına tecrit halinde yaşamaktadır.
*
Vizyondaki bu acıklı filmin adı...
Yatır’a döndü. Gelen geçen dua ediyor. Türbe olmadığını anlatıyoruz ama, başka şehirlerden ziyarete gelenler oluyor, inşaatın altında yatır olduğunu, bu nedenle çatıya kabir yapıldığını düşünüyorlar, açıkçası çok faydasını gördüm, işlerim açıldı diyor.
*
İstanbul Kasımpaşa’da bir vatandaş, babasından miras kalan evini satılığa çıkardı, telefon edene adresi veriyor, gidin gezin, evde kiracı var diyordu. Ancak, görmeye gidenlerden ne ses çıkıyordu, ne seda... Meğer, kirada oturan arkadaş, banyodaki küvete tabut yerleştirip, üstünü yeşil çuhayla örtmüş, her gelene, burası türbe diyordu. Üstelik, tescillenmesi için belediyeye başvurmuştu iyi mi... Kültür varlıkları kurulu inceledi ki, banyonun altı bodrum, türbe zaten yoktu da, toprakla teması bile yoktu. Kimseye anlatamadılar tabii... Piyasa değeri 200 bin lira civarında olan ev, ittir kaktır 40 bin liraya satılabildi.
*
İstanbul Kartal’da, bahçe duvarına işeyenlerden bıkan vatandaş, bahçedeki ağacın dibine sağdan soldan topladığı taşlarla mezar yaptı, başına küp koyup, ağacın dallarına bez bağladı. İşeyenler bıçak gibi kesildi. Bi gece tıkırtıyla uyandılar ki, üç kişi bahçeyi kazıyor, define arıyor!
*
Ispartalı çoban Muhittin Karakoyun, yol kenarında bi çuvalın içinde gelinlik, elbise, etek filan buldu. Muziplik olsun diye, götürüp Boğaz mevkiindeki ağaçların dallarına astı, sonra da her gördüğüne anlatmaya başladı: Zengin bir adam kızını evlendirmek için adakta bulunmuş, kızı evlenince, getirip bu gelinliği, eteği ağaçlara giydirmiş’ti... Boğaz mevkiine akın başladı! Hem getirip ağaçlara elbise asıyorlar, hem de elbise astıkları ağaçlara dua ediyorlardı. Baktılar ki, iş kötüye gidiyor, her gelene biz uydurduk demeye başladılar. Ancak, baktılar ki, uydurduklarına kimse inanmıyor, e gelen ciplerin, lüks otomobillerin de haddi hesabı yok, bari turizm’den kazanalım dediler. Şimdi her gelene, sakın gelinliklere dokunmayın, biri almaya kalktı, aniden kayboldu, bi daha da gören olmadı diyorlar.
2009 Ekim...
Mustafa Balbay içeri tıkılalı yedi ay olmuştu, ha bugün ha yarın derken, çıkacağı yoktu. Kafalar karışık, yürekler pırpır’dı, basın tırsıyor, tutuklu gazeteci hakkında haber yapmak bile tehlikeli bulunuyordu.
*
Bir kişi hariç...
O güne kadar yapılmayanı yaptı, bindi otomobiline Silivri’ye geldi. Savcıya başvurdu, izin istedi, kabul edildi, ailesi dışında görüşen ilk kişi oldu. Kapalı görüşe girdi, arada cam... İşte her şey, o anda başladı.
*
“Merhaba arkadaş” dedi, “yalnız değilsin.”
120 milyon sayfa var.
*
Ortalama zekâya sahip insan, dakikada 120 kelime okur.
*
Rahmetliden kanıt bulmak için.
Hukuku zehirliyorlar...
İnsanları diri diri gömmek için.
*
Can kulağıyla dinledim.
“Kamu borç stokunun gayrisafi yurtiçi hasılaya oranının, cari işlemler açığındaki küresel rekabet endeksinin makroekonomik konsolidasyon deflatör tahminlerindeki reel sürdürülebilir” filan deniyor.
*
Benim anladığım şu...
*
Bu sene bol bol pırlanta alın.
Kadeve’si sıfır.