Yılmaz Özdil

Casuslarımızdan kriptolu not!

26 Ocak 2013
Velev ki... <br><br>İsminiz, Recep Gül. Veya, Abdullah Erdoğan.
Siidi bulunuyor ve deniyor ki, siidi’de isminiz var, casusmuşsunuz.
*
Rütbe belirtilmemiş.
Görev yeri belirtilmemiş.
Havacı mı, denizci mi?
Sınıf belirtilmemiş.
Fotoğraf yok.
Sadece isim var.
*
İnsan herhalde en önce şunu sorar... Ne malum o Recep Gül’ün ben olduğum? Memlekette, TSK’da benden başka Recep Gül yok mu?
*
Var ama, sensin.
Niye?
Siidi’de isminin yanında
TC kimlik numaran yazıyor!
*
Siz hiç adaşlarıyla karıştırılmasın diye, casuslarını TC kimlik numarasıyla kaydeden casusluk şebekesi duydunuz mu? Duyun.
*
Tutuklu subay anlattı...
Subayı alıyorlar, subay diyor ki, benimle aynı ismi taşıyan yüzbaşı da var, başçavuş da var, ne malum benim olduğum? Şırrak diye siidi’deki TC kimlik numarasını burnuna dayıyorlar... Yani bi tek muhtardan ikametgâh belgesi
alıp, siidi’ye koymadıkları kalmış!
*
Şimdi sıkı durun...
*
Şebekenin “dijital” ortamda hazırlanmış “kara kutu”su var. Arşiv niteliğinde... Bütün bilgiler, belgeler onun içinde dosyalanmış. Üstelik, gizliliğe kozmik derecede önem verilmiş, son teknolojiyle, profesyonelce, şifresi kırılamayacak şekilde oluşturulmuş.
*
Küçücük bi pürüzü var.
Henüz ele geçirilmemiş!
*
Ben söylemiyorum,
iddianamede böyle yazıyor.
“Ele geçirilemeyen kara
kutu, şifreleri kırılamayacak şekilde dosyalandı” diyor.
*
Cahilliğime verin ama,
“ele geçirilemeyen delil”
olur mu birader...
*
Peki, tutuklu subaylar ne diyor? “İddialar tel tel dökülüyor, somut hatalar var, ilk duruşmada üzerimize atılı suçları tek tek çürüteceğiz, tahminimiz o ki, bizim savunmamızdan sonra kara kutu’yu bulduk diyecekler, savunmamıza göre yeni iddialar türetip, kara kutu denilen siidi’den çıktığını öne sürecekler, davayı uzatacaklar” diyor.
*
Tutuklu subaylarla konuştum, benden başka hiçbir gazeteci
henüz konuşmadı. Savcı da
henüz basına konuşmadı. O
halde, iddianame yayınlanmadan
önce, yandaş medyada çıkan haberlerin kaynağı kim?
*
Kaynak belirtmek zorunda
değiliz elbette ama...
Casuslarımızın T37 tipi uçağın hangi yollarla düşürülebileceği bilgisini sızdırdığını, böylece uçağımızın Suriye tarafından düşürüldüğünü yazıyorlar.
*
Birincisi... T37 dediğin, tırışkadan teyyare, eğitim uçağı, Fantom’la alakası yok, radara-füzeye filan gerek kalmadan, tüfekle bile indirebilirsin, hangi yollarla düşürülebileceğinin neresi gizli bilgi?
*
İkincisi... Fantom’un nasıl düşürüldüğünü daha Genelkurmay bile bulamamışken, nasıl düşürülebileceğini nerden
bulup sızdırdılar?
*
Fotokopi gibi...
Aynı cümlelerle...
Foça’daki patlamayı
komutana yıkmaya çalışıyorlar. Halbuki, Foça komutanı patlamadan bir ay önce içeri tıkıldı. Hapisteyken mi casusluk yaptı? Hadi yaptı diyelim, kendi birliğini mi patlatırsın? O askeri aracın
her gün o yoldan, yazlıkların arasından geçtiğini kediler bile biliyor, neresi devlet sırrı? Kaldı ki, orayı patlatan pkk’lı Urfa’da yakalanmadı mı, itiraf etmedi mi? Ayıbı geçtim, günah değil mi?
*
Neticede...
Kapalı görüş bitti.
Vedalaştık.
Ayrılmadan önce, Maltepe’deki arkadaşlarım gibi, hatıra olarak kitap hediye ettiler bana...  Subayların kötü bi alışkanlığı
var, kitap okuyorlar. Ve,
sizin de okumanızı istiyorlar.
*
“Casus”lukla yaftalanan subayların, mutlaka okumanızı istediği kitabın ismi, İnsanın Anlam Arayışı... Yazarı, Viktor Frankl.
*
Kapağın içine şu notu düşmüşler: “Bu kitap, Nazi toplama kamplarının en acımasızı Auschwitz’ten hayatta kalmayı başararak kurtulan ve daha sonra yaşadığı tutukluluk sürecini bilimsel yaklaşımlarla ve herkesin anlayacağı dille kaleme alan, Avusturyalı Profesör Viktor Frankl’ın eseridir. Yaşadığı haksız zulme, insani direniş sergilemekle kalmamış, kaleme aldığı bilimsel makale ve kitaplarla Nazilerin toplum vicdanında insanlık suçlusu olarak yargılanmalarına katkı sağlamıştır. Tarih, bu tür suçları işleyenlerin, er geç adalete muhtaç olduklarının sayısız örnekleriyle doludur. Ülkesine, milletine, devletine sadakatle hizmet etmiş olan bizlerin, alnı ak, vicdanı rahattır. Viktor Frankl’ın tanımladığı hayatın anlamı, bizler için vatan, millet,
bayrak ve insan sevgisiyle ülkemize sadakatle hizmettir. Sizden ricamız... Bu kitabı, dikkatle okumanız ve yaşanan sürece bir de Profesör Frankl’ın penceresinden bakmanızdır. Saygılarımızla, 22.01.2013, İzmir.”
Yazının Devamını Oku

Casuslarımızı tanıyalım!

25 Ocak 2013
Profesör Albay... Tübitak Tıp Kurulu, Sağlık Bakanlığı Bilim Komisyonu, Eczacılık Akademisi Bilim Kurulu üyesi... Roche Araştırma Ödülü, Eczacılık Akademisi Ödülü, Popüler Bilim Ödülü sahibi... 7 kitabı var. Teksas Üniversitesi’nde, Cagliari Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı. Şizofreni tedavisinde çığır açtı, geliştirdiği ilaca patent aldı, milyar dolarla ölçülen formülü “milli” kalsın diye, yabancı şirketlerin astronomik tekliflerini reddetti, parayı Türkiye kazansın diye Tübitak’la sözleşme imzaladı. GATA Farmakoloji Anabilim Dalı Başkanı’ydı, general olmasına kesin gözüyle bakılıyordu, casus oluverdi!

*

“Milli ilacı” bulduğundan beri başı dertten kurtulmuyor, Ergenekon’a, Balyoz’a sokuşturmaya çalıştılar, kısmet casusluğaymış... İstese, zaten patent kendisinin, istifa eder, ABD’ye yerleşir, dolar mültimilyoneri olurdu, hangi bilgiyi sızdıracak da, kaç para alacak?

*

İçeri tıkıldı, Tübitak’ın “milli ilaç projesi” durduruldu. O olmazsa, neyi, nasıl geliştireceksin? Amerikalılar gel demiş, gitmemiş. Her ay uluslararası konferansa gitmiş, laboratuvarına dönmüş, bu neyin kaçma şüphesi? En önce onunla, sonra diğer subaylarla görüştüm, arkada, ayakta bekledi. Meğer, en kıdemlileri olarak uğurlama görevini üstlenmiş. Kelimeler benim işim, her şeyi anlatabilirim ama...
O an, bu ülkenin yurttaşı olarak ne kadar utandığımı tarif edemem.

*

F-16 filo komutanı.
Kurmay albay.
Devrelerinden 5 sene önde gidiyor, yaşıtları henüz binbaşı, o ise, kurmay albay... Boğaziçi Üniversitesi elektrik-elektronik mezunu, Georgetown Üniversitesi’nden masterli... ABD’deki topgun kursunu Amerikalı pilotların önünde birinci bitirdi. NATO’nun Kosova harekâtına katıldı, Balkan harbinden bu yana o topraklara ilk bombayı atan Türk subayı oldu. Terörle mücadelede sınır ötesinde vurdu. Uçuş süresi, rekor seviyede... Gecesini gündüzüne kattı, kızı 10 yaşında, toplasan 2 sene bile görmedi. NATO ülkeleri arasında birinci seçilen birlik komutanı oldu. Amerikalılar istifa et gel dedi, bu devlet beni okuttu, aynaya bakamam dedi. Özel havayolu şirketleri 25 bin Euro maaş teklif etti, kabul etmedi. Batı’dan yaklaşacak tehlikeye karşı ilk havalanacak filonun komutanıydı. Göğsü takdir şeridi dolu. Hava kuvvetleri komutanlığına yürüdüğü açıktı... “Şehit olmak her zaman aklımızdaydı ama, bu casusluk işi nerden çıktı” diyor!

*

Hakem albay var.
Mesleğe astsubay olarak başlamış, zirve rütbeye çıkmış, subay olmuş, gene zirve rütbeye çıkmış, albay olmuş... Tırnaklarıyla kazıya kazıya, kariyerin böylesini, dünyanın hangi ordusunda kaç asker başarabilir? Bu arada, bir değil, iki üniversite bitirmiş iyi mi... Üstüne, Süperlig’de hakemlik yapıyordu. Şike davasında ıskaladılar herhalde!

*

Milgem, milli gemi projesinin komuta kademesi orada, Milgem tersane komutanı orada, burda olmayanlar Hasdal’da... Maaşının 5 katıyla özel tersaneye transfer teklifini kabul etmeyen subay orada.

*

İskenderun, Aksaz, Foça...
Akdeniz’i, Ege’yi savunan deniz üssü komutanlarımız orada.

*

Savarona’da fuhuş yapanları basan komutan, orada... Atatürk’ün yatını kerhaneye çevirenlere beyefendi, yakalayana casus diyorlar!

*

Maltepe’deki arkadaşlarım gibi, askeri ataşe olanlar var. İrticaya bulaşmış personeli yargılayıp ordudan uzaklaştıran hâkim subay var.

*

8 Mayıs’ta tutuklanan var.
Belge, 18 Mayıs tarihli.
Kanıttan önce suç işlemiş yani!

*

1995 tarihli olayla suçlanan var, o tarihte henüz öğrenci.

*

Hemen hepsi, subay-astsubay çocuğu... Babaları bile bu devletin peygamber ocağına hizmet etmiş...
Kılı kırk yaran ordu istihbarat var, milli istihbarat var, şecerelerinde yamuk olsa, elli defa ortaya çıkmaz mıydı?

*

Çürük elma yok mudur?
Elbette vardır.
Ancak...
2010 senesinde söz konusu siidi bulunana kadar, cumhuriyet tarihi boyunca, sadece 1 rütbeli subay casusluktan hüküm giymişken...
Nasıl olur da, 2010’da aniden 3 bin subay casus olabilir?

*

Diyeceksiniz ki, 3 bin subayı nerden çıkardın, yargılanan subay sayısı 300 küsur... Size öyle geliyor! Savcının bizzat tutuklu subaylara söylediğine göre, söz konusu siidi’de 3 bin subayın ismi var!

*

Aileleri perişan... Eşi yabancı uyruklu olanlar var, iki kere perişan... Çünkü, yandaş medyada, Rus eşleri aracılığıyla Rusya’ya bilgi verdikleri iddia ediliyor. İngiliz vatandaşı Maliye Bakanı olmasında sakınca yok, Amerikan vatandaşı milletvekili olmasında sakınca yok, Belçika vatandaşı, Amerikan vatandaşı gazeteci olmasında sakınca yok, Genelkurmay’ın izniyle Rus’la evlenmek sakıncalı, öyle mi?

*

Casusluk bu, zurna değil, yaz yaz sığmıyor... Esrarengiz “karakutu”da ne var? Vaziyeti kavramanız için hangi kitabı okumanızı istiyorlar? Foça’daki patlama ve Suriye’nin düşürdüğü Fantom’un sırrı... Yarın!
Yazının Devamını Oku

Casuslarımızı ziyaret ettim

24 Ocak 2013
İzmir’e geldim.<br><br>Casuslarımıza gittim!

*

Diyeceksiniz ki...
Kimdir bu casuslar?

*

Bilmemeniz çok normal...
Gözden ırak oldukları için, gönülden de ırak onlar.

*

Her şey, e-posta’yla polise gönderilen, ne idüğü belirsiz, isimsiz, imzasız ihbar mektubuyla başladı. Tuzağa düşürülen genç kızlara, fuhuş yaptırıldığı, kameraya alındığı, sonra da bu görüntülerle kameraya alınan kişilere şantaj yapıldığı iddia ediliyordu.

Yazının Devamını Oku

Milli hap

23 Ocak 2013
Hacettepe Üniversitesi Embriyoloji Profesörü, trenlere mescit açılmasını istedi, virajlarda kıble denk gelmiyor diye kabul edilmedi.

*

İstanbul Teknik Üniversitesi Zemin Mekaniği Profesörü, rüyasında tarikat şeyhi gördü, şeyh YÖK’ün yanlış yaptığını söyleyince, şeyhin bu uyarısını dilekçeyle başbakanlığa gönderdi, başbakanlık dilekçeyi inceledi, gereğinin yapılması için milli eğitim bakanlığına havale etti, bakanlık dilekçeyi inceledi, gereğinin yapılması için YÖK’e gönderdi.

*

Dumlupınar Üniversitesi Biyoloji doçenti’nin, evini dergâha çevirdiği, eşinin kendisini peygamber ilan ettiği, kafasına taç takıp, müritlerine ayaklarını öptürdüğü, ayaklarını güzel öpenle seviştiği ortaya çıktı.

*

Selçuk Üniversitesi Profesörü, dekolte giyinen kadınların tecavüzü göze alması gerektiğini söyledi, tahrik edilince sürpriz olmadığını izah etti.

*

Açık öğretimi bile bitirmeyen adamın Kastamonu Üniversitesi’nde bölüm başkanı olduğu, mis gibi dekan olmak varken, Mustafa Kemal Üniversitesi’nde profesör olmaya niyetlenince enselendiği anlaşıldı.

Yazının Devamını Oku

Kusura bakmayın

22 Ocak 2013
Profesörlere, doçentlere...

“Kusura bakmayın, kınıyorum. bıraksınlar bu mesleği.”
Doktorlara...
“Kusura bakmayın, istediğiniz yere çeker gidersiniz.”
Eczacılara...
“Kusura bakma, ya oturur anlaşırsın ya da gereken adımı atarız.”
Şehit ailesine...
“Kusura bakmayın, askerlik yan gelip yatma yeri değildir.”

Yazının Devamını Oku

Yediniz yiyeceğiniz kadar, yemeyin gari

20 Ocak 2013
Güzel güzel ekmeklerimiz vardı. Esmer ekmeklerimiz.
Bi gün...
Ak ekmekler çıktı.
Bu daha güzel dediler.
Daha lezzetli dediler.
Daha faydalı dediler.
Bakıldı ki...
Ak ekmeklere rağbet edilmiyor.
“Yağcılar” devreye girdi.
Yağlaya yağlaya yedirdiler.
Yedire yedire bağımlı yaptılar.
Gel zaman git zaman...
Ak ekmeklerin foyası çıktı.
Vitamin yok, mineral yok.
Koftu.
Üstelik, zararlıydı.
Bünyeyi bozuyor.
Rahatsızlıklara yol açıyordu.
Hatta...
Ak olmadığı anlaşıldı.
Ak görünsün diye, “dışarıdan” katkılar yapılıyor, ak’laştırılıyordu.
Neticede...
Başbakanımız çıktı, artık samimi ekmekler yememiz gerektiğini...
Ak ekmekleri soframızdan mutlaka
kaldırmamız gerektiğini söyledi.
*
Başbakanımıza katılıyorum.
Hatta alkışlıyorum.
Yazının Devamını Oku

Birand

19 Ocak 2013
20-21 yaşlarımda filandım, üniversitede gazetecilik okuyorum, konferanslar düzenleniyor, dinleyelim de öğrenelim falan diye konuşmacılar getiriliyor, sıkılırım bu tür şeylerden, hiçbirine katılmıyordum.

Ukalalıktan değil, gazeteciliğin bulaşıcı olmadığını düşünüyorum, kıdemli gazetecilerle sohbet ederek gazeteci olunacağına inanmıyorum, ressamla arkadaş oldun diye iyi resim yapamayacağın gibi...

*

Neyse, gene öyle bi gün, galiba haber yazma tekniği dersiydi, hoca dedi ki, Mehmet Ali Birand gelecek, soru soracaksınız, soru sormayana not yok, üstelik, gene sıvışacağımı bildiği için, ilk soruyu da sen soracaksın dedi. Mecbur muyuz... Mecbursun, illa soracaksın. Girdik tabii zorla... Birand geldi oturdu kürsüye, amfi full, elimi kaldırdım, buyrun dedi, “çıkabilir miyim?” diye sordum.

*

Böyle tanışmıştık.

*

Sonra gene mecburiyetler üzerine gazeteci oldum, mecburiyetler üzerine televizyoncu oldum, hayat işte, Mehmet Ali Birand’la ana haberlerde rakip olduk. İki defa, birinde atv’yle, birinde star’la... Rakibiz ya, dünya görüşlerimiz de farklı, onu sevmeyenler bana ispiyonluyor, beni sevmeyenler ona ispiyonluyordu. Aynı binada çalışırken, o akşam hangi özel haberi yapacağını bile gelip, çaktırmadan üfleyenler oldu.

*

Yazının Devamını Oku

Muz

18 Ocak 2013
Dokuz kişiydiler. Biri ekip lideriydi.
Biri askeri tabip.
İkisi pilot, biri uçak teknisyeni.
Diğer dördü, silahlı-silahsız, saldırı-savunma uzmanıydı.

*

O tarihte, hedef menzile uçabilecek kabiliyette iki özel uçak vardı, biri kiralandı, 200 bin dolar ödendi, Etimesgut askeri havaalanına getirildi. Buluştular.
Ekip lideri, arkadaşlar dedi...
Ailelerinize telefon edin, uzun olmayan bir süre görüşemeyeceğinizi söyleyin, önce Antalya’ya gideceğiz, Tanrı yardımcımız olsun.

*

Uçtular. Karpuzkaldıran askeri tesislerine yerleştiler. Üç gün kaldılar. Uçağın kuyruğundaki Türk bayrağı ve kimliğini gösteren işaretler bantla kapatıldı. Vakit tamam... Bindiler. Havalandılar.

*

Ekip lideri pasaportları dağıttı. Fotoğraflar hariç, her şey sahteydi. İşadamı görünüyorlardı. Güzel de, nereye gidiyorlar, ne ticareti yapıyorlar, lider hariç, bilmiyorlardı.
Kendi aralarında şakalaşıyor, “muz cumhuriyeti”ne gönderme yaparak “herhalde muz tüccarıyız” diyorlardı!

*

Altı saat uçtular, piste tekerlek koydular. Terminal binasında Welcome to Entebbe International Airport yazısını gördüler. Uganda’daydılar. Taaa 23 sene evvel Filistinli korsanlar tarafından kaçırılan ve İsrail komandoları tarafından basılan Air France uçağının enkazı hâlâ oradaydı.

*
Başkent Kampala’da, The Windsor Lake Victoria Hotel’e yerleştiler. Dört gün sonra... Ekip lideri odaları tek tek aradı, lobide buluştular, Kenya’ya gidiyoruz, bebek katilini alacağız dedi. Entebbe’ye geldiler, pasaport kontrolüne girerken, bi telefon... Ertelenmişti. Otele geri döndüler. Tarihi belirsiz G Günü’nde gideceklerdi. Artık ne yapacaklarını biliyorlar, bu sefer de, saatler geçmek bilmiyordu.

*

Üç gün sonra, beklenen an geldi.
Bindiler, Nairobi Jomo Kenyatta Havalimanı’na indiler. Kule’ye bilgi verildi, iki saat sonra havalanacağız, rotamız Hollanda... Ekibin, Hollandalıya benzeyen sarışın, mavi gözlü elemanı merdiven başına çıktı. Pilot, sağ motoru çalıştırdı. Üç otomobillik konvoy, aprona hışımla daldı, uçağın yanında zınk diye durdu. Hollanda’ya gidiyorum zanneden paket, indi... Hollandalı(!) gülümseyerek, başıyla selamladı. Paket koşar adım merdivenleri tırmanırken, sol ve kuyruk motorları çalıştırıldı, kapı kapandı. Paket, vaziyeti anca o an kavramıştı. Ekip lideri, memlekete hoş geldin dedi.

*

E dün bakıyorum o memlekete...
Neredeeen nereye.

*

Hakikaten kâhin gibi adamlarmış, boşuna muz tüccarıyız dememişler!
Yazının Devamını Oku