E gelmişken,
boyoz-yumurta, midye-bira, rakı-balık mevzularında araştırmacı gazetecilik yapacağım. Bi kaç günümü alır. Nerde bu gene diye hadise çıkarmayın lütfen... Eyvallah.
Badem United...
Şahsi oynarlar, kendi kendilerine pas verirler, kendi ortalarına kendileri vururlar, köşe oldukları için köşe vuruşlarını severler, verkaç bilmezler, vurkaç’ı iyi bilirler, vole vuramazlar, voli’yi iyi vururlar, krampon yerine takunya giyerler, tekmeye kafa uzatmazlar, karambolde kıstırırlarsa kafaya tekme atmaya bayılırlar, 9 kusurlu hareketin 9’unu da yaparlar, elle oynarlar, taban girerler, ofsaytta yakalanırlar ama, federasyon başkanı onlardan olduğu için hep avantaja bırakılır. Bi dokun... Anında yere atarlar kendilerini, penaltıııı diye bağırırlar, sıkışınca topu taca atarlar, senden çıktı derler, buz gibi gol at, saymazlar, teğet geçti derler, altı pastan kazma gibi dışarı vururlar, gooooolll diye tribüne koşarlar, zaten tribünlere de eşlerini dostlarını doldururlar, megafondan kendi isimlerini anons ettirip, kendilerine tezahürat yaptırırlar, 10-0 kaybetseler bile, sanki kazanmış gibi Meksika dalgası yaparlar, kendi kendilerini omuzlara alırlar, istersen hezimete uğrat, hakemlere kömür-bulgur dağıtarak üç puanı toplarlar, itiraz edeni saha komiserlerine coplatırlar, biber gazı sıktırıp, gözüne ateş ettirirler, fikstürü kendileri çeker, sadece kendi statlarında sahaya çıkarlar, maç başladıktan sonra kuralları değiştirirler, herkes 90 dakika oynarken, bunlar 90 artı van münüts uzatmasıyla oynarlar, Avrupa kupası bekleyen taraftarları çöpten marul toplarken, kamplarını Rixos’ta yaparlar, rakipleri duran toplara bile vuramadığı için, medya it’manyurdu da maçı sattığı için, devamlı şampiyon olurlar.
*
Atletico Feto...
Ama, hem İngiliz kuklası olduğu için, hem de çölden mölden sıkılıp İsviçre’de yaşadığı için, Mısır’a pek uğramıyordu. Zahmet edip arada sırada İstanbul’a geldiğinde, ruhu daralıyor, Nimetullah isimli yatına atlıyor, püfür püfür, soluğu Dalaman’da alıyordu. Avlanmaya pek meraklıydı. Dalaman o zamanlar ideal av bölgesi, tavşanlar, geyikler cirit atıyor, tapusu da komple hıdivin... E koskoca hıdiv bu, çadırda kalacak hali yok. Emir verdi, “buraya şööle şatafatlı bi av köşkü dikin” dedi. “Sen Mısır valisi değil misin, niye Dalaman’ı imar ediyorsun” demesinler diye de, dedikoduları önlemek için, “İskenderiye’ye de güzel bi tren garı dikin” dedi. Bastı, İsviçre’ye gitti. Diktiler... Ama, planları karıştırıp, pencereleri gişe şeklindeki tren garını Dalaman’a, av köşkünü İskenderiye’ye diktiler! Yolunuz düşerse, tarım işletmeleri müdürlüğüne uğrayın lütfen... Dünya tarihinin, tren uğramayan ilk ve tek garı, orada... En yakın tren, teee Aydın’da.
*
Bunların torunlarına...
Yani, kendilerine Yeni Osmanlı diyen arkadaşların marifetlerine gelince...
*
Kamerunlu bi arkadaş, varlıklı işadamıyım ayağıyla, İstanbullu mimara e-posta gönderdi, “elimde kimyasal bi solüsyon var, para ebatındaki kâğıtları bu solüsyona yatırıyorum, bekletiyorum, kâğıtlar Euro’ya dönüşüyor, bana yardımcı olursanız, çoğalttığım paranın yarısını size veririm” dedi. Mimarın aklına yattı iyi mi... “Solüsyonu Togo’dan Fransa’ya göndereceğim, işlemler için 30 bin dolar gerekiyor” dedi, mimar 30 bin doları bankadan havale etti. “Solüsyonu Fransa’dan Türkiye’ye göndereceğim, 70 bin Euro lazım” dedi, mimar bankaya koştu, 70 bin Euro’yu havale etti. “Üç kimyagerle birlikte İstanbul’a geliyorum, masraflar için 110 bin Euro gerekiyor” dedi, mimar 110 bin Euro’yu havale etti. Aradan beş ay geçti... Kamerunlu ortada yok. Beş ay sonra mimara e-posta geldi, “İstanbul’dayım, solüsyonu çoğaltmak için 300 bin Euro lazım” deyince, mimar nihayet uyandı!
*
Diyeceksiniz ki, mimarın aklına nasıl yattı? İnternetten temas kuruyorlar, ilk iş randevu istiyorlar, alüminyum folyo kaplı bi kutuyla geliyorlar, para çoğaltma makinesi diyorlar, makinenin kapağını açıyorlar, çekmece var, para ebatındaki boş kâğıtları yerleştiriyorlar, kapağı kapatıyorlar, arkasındaki hazneye solüsyonu ilave ediyorlar, fişe takıp, düğmesine basıyorlar, vouvvvv diye fan sesi duyuluyor, üç dakika sonra kapağı açıyorlar, ıslak Euro’lar çıkıyor. Çünkü... Hokus pokus, kutunun içinde kayan bölmeler var, düğmeye bastığında boş kâğıt dolu çekmeceyle, Euro dolu çekmece yer değiştiriyor.
*
Ve, bu yöntemle sırf İstanbul’da 50’den fazla kişiyi dört milyon dolar tokatladılar. Ankara’da İzmir’de Bursa’da Gaziantep’te Adana’da Konya’da Samsun’da... Mucize solüsyona ödeyen ödeyene.
*
Antalya’da karakulak’ı otomobille ezdiler. Kars’ta, memleketin uydu vericisi takılan ilk kurt’unu vurdular.
*
Leopar erkek... Vaşak dişiydi.
Karakulak erkek... Kurt dişiydi.
Gazeteciliğe yeni başlamışım. O zamanlar şimdiki gibi dandik dundik tipleri gazeteci-yazar diye kakalamıyorlar, oturaklı muhabirler gazeteci... En baba haberlere onlar gidiyor. Benim gibi çömezlerin manşet olabilmesi için ağzıyla kuş tutması lazım... Haber müdürleri de şimdiki gibi değil, “bende bugün haber yok” demeye kalk, iyi gününe denk geldiysen suratına tükürür, ters gününe denk geldiysen, tükürüğe şükür... Öyle bağırırlardı ki, sanırsın Tarzan’dır. Huzurlu bi çalışma ortamı yani!
*
Neyse, gene öyle bi gün... Haber icat etmezsem, oyacaklar. Açtım gazeteleri, ki, belki fikir uçuşur... “Şampiyon İzmir’den” yazıyor. Anadolu liseleri sınav şampiyonu. İzmir’den çıkmış.
*
“Yüzde 84 oranında oy kullanıldı, bunun yüzde 47’sini biz aldık, eğer yüzde 100 üzerinden bu hesabı yapacak olursanız, aldığımız oy yüzde 55.4’tür, kusura bakmasınlar, bu hesapları iyi biliyoruz” diyerek... Yüzde 100 üzerinden hesap yapıp, yüzde 115’i buldu. (Matematik)
*
Ha memlekete nükleer santral kurmuşsun, ha evine Aygaz tüpü bağlatmışsın, riski aynı. (Fizik)
*
Malazgirt zaferini anlatırken, “Romen Diyojen batarya batarya, gülle gülle saldırırken, Sultan Alparslan ve askerleri Allah Allah diye saldırıyordu” dedi, 1071’de gülle-top filan yoktu, çünkü barut teee 250 sene sonra toplarda kullanılmaya başlandı. (Kimya)
İzmirliler hatırlar.
Fuar’dır.
*
Gene öyle bir fuar akşamı, imbat tatlı tatlı okşuyor. Galiba, ilkokul iki veya üçteydim. Babam, Yeni Asır’da şoför olarak çalışıyordu, bi tomar biletle gelmişti eve, yazıişlerinden vermişlerdi, basına dağıtılan hediye biletlerden... İster lunaparkta çarpışan otomobile bin, ister gazinoya gir, gazetecilik forsun var ya, hepsi bedava... Seçtik arasından, Nejat Uygur Tiyatrosu’na gidelim dedik. E malum, okuma hastalığımız var, giriş kuyruğundayken bileti okudum. Oyunun adı, koltuk numarası, başlama saati filanın altında, büyük harflerle, “AVANTAFORLAR İÇİNDİR” yazıyordu.