Yılmaz Özdil

Geriden ileri demokrasi...

24 Mayıs 2011
“Ahh benim milletim, ahh... Bu milletin 70’li 80’li yıllarını heba etmiş Demirel, gelmiş 87 yaşına, hâlâ ortalığı karıştırıyor, çete kardeşliği yapıyor. Aaahh ahh, ne dolaplar dönüyor.” *
“Ahh benim milletim ahh... 1940’larda kitapları plakları yasaklayan kimdi biliyorsunuz değil mi?
İsmet İnönü... Şimdi ne oldu da bunların hepsi bir araya geldi, edep yahu, karanlık ittifaklar var, kirli tezgâhlar var, aaahh ahh, benim milletimden neler gizleniyor.”
*
Demokrasimiz
“ileri”den...
Örnekler hep
“geri”den.
*
İleri-geri demokrasi yani.
Mehter takımı bi nevi.
*
“Bunların zihniyeti boğaz köprüsüne karşıyken, Abdülmecit dedemiz proje çiziyordu”yu öğrenmiştiniz...
Şimdi çıkıp “ahhh şu Alaeddin Keykubat
yok mu, Alaeddin Keykubat, neler
çektirdi benim milletime”
derse, şaşırmayın.
*
Ya da ne bileyim...
“Harzemşahlar döneminde il başkanları bunların valisi değil miydi? Gaznelilerin yolsuzluklarını unuttuk mu? Gençler siz yetişmediniz o günlere, Gıyasettin Keyhüsrev’in iktidarında ekmeği karneyle alıyorduk, tüp yoktu, tüp... Hatırlayın, Alp Er Tunga öldüğünde, acun ıssız kalmadı mı? Kaldı... Bakın, Acun bugün Nihat Doğan’la nerelerde, hayaldi gerçek oldu, kalkınma budur. Ahh benim milletim ahh, Ergenekoncu Göktürklerin neler yaptığını görüyorsunuz, şimdi ne oldu da cehapelisi mehapelisi aynı tezgâhta buluştu? Biz bunların cemaziyülevvellerini biliriz... Hele o Mete yok mu, ne hin oğlu hin’di, hâlâ utanmadan hun’du diyorlar, edep yahu, onun yüzünden Çin’e duvar ördüler, ithalat yapamıyorduk be...” filan.
*
Kendi payıma, Germiyanoğulları’namı oy vereyim, yoksa Dulkadiroğulları’na mı
diye tereddütte kalmıştım, galiba Karesioğulları’nda karar kılacağım.
Yazının Devamını Oku

Köşe mitingi

22 Mayıs 2011
Tık o şehir, tık bu şehir, ha bire miting yapılıyor. Parti liderleri anlatıyor. Ahali dinliyor. Televizyona bakıyorsun, bi mebus adayı konuşuyor, zaplıyorsun, bi başka mebus adayı, ahali seyrediyor. Radyoyu açıyorsun, oradalar, gazeteyi okuyorsun, gene oradalar. Harika. *
Benim oyum Tuncay’a.
*
Miting yapamıyor.
Ekrana çıkamıyor.
Radyolarda yok.
Gazetelerde yok.
Böyle demokrasi olur mu?
*
(Merak edenler için parantez açayım, Tuncay Özkan’ı tanımam, hayatım boyunca yan yana gelip konuşmuşluğumuz yok. Ancak, henüz mahkeme kararıyla mahkûm olmamış birinin suçlu ilan edilmesi ne kadar yanlışsa... Aynı koğuşta aynı suçlamayla yatan iki kişiden birini aday yapıp, öbürünü yapmayıp, toplum nazarında suçlu ilan etmek de o derece yanlış. Bana göre tabii. Üstelik, mebus olursa, davası düşmeyecek, suçlu bulunursa, cezasını çekecek. Tutuklunun aday olması, hapishaneye tünel kazmak değil midir derseniz... Onu bana değil, YSK’ya söyleyeceksiniz, adaylığına izin verildiğine göre, tünel varsa, kazan YSK.)
*
Dolayısıyla, İstanbul Anadolu yakası bağımsız mebus adayı Tuncay Özkan “miting yapsa, ne der” diye merak ettim, kızı Nazlıcan’dan rica ettim, babasından mektup getirdi. Buyrun...
*
“Söz veriyorum. Oyunuzun
hakkını vereceğim. Güveninizi
boşa çıkarmayacağım. İddia ediyorum, 13 Haziran’da içinde
yer alacağım Meclis’te hiçbir
şey eskisi gibi olmayacak.”
*
“Durumum şudur. Tecritteyim. Beş adım uzunluğunda, bir adım genişliğinde, hücredeyim. Bir başımayım. 32 aylık tutuklulukta, 84’üncü günümü yalnızlık kafesinde tamamladım. Kapının mazgalı yok. Günde üç kez açılıyor. Birkaç dakikadan fazla açık kalması yasak.”
*
“5 Mayıs günü, irkildim. Hücrede biri var... Geriye sıçradım. Meğer, gölgemmiş. Aynaya yöneldim. Fark ettim ki, uzun zamandır bakmamışım. Yüzüm değişmiş. Saçlarım kırdı, bembeyaz olmuş. Sonra kızdım kendime, ne olacaktı ki, kızım 15’indeydi, geldi 18’ine.”
*
“İnsanın ruhu gezmeye çıkıyor hücre dışına, umutla... İnancım yerli yerinde. Hıdrellez yazıyordu o gün gazetelerde... Tamam dedim, çoğu gitti azı kaldı, Hızır uğradı hücreme.”
*
“Oturdum, şiir yazdım.
Adı Hıdrellez...
İlk iki mısra:
Hasretimize bir dilek tut,
bana yasak...”
*
“Herkesi hasretle selamlıyorum. Dileğim, bağımsız milletvekili
seçilip, TBMM’de halkın sesi olmak... 13 Haziran sabahı özgürlüğün dolduracağı meydanlarda buluşmak üzere, sevgilerimle.”
Yazının Devamını Oku

Deprem ve mucize

21 Mayıs 2011
Kütahya’da deprem oldu, komple Ege sallandı, İstanbul, Ankara, Eskişehir, Konya, hatta Edirne bile hissetti. Çünkü... Her yere çok yakın, Türkiye’ye çok uzaktır Kütahya! *
Garp’ın tam kalbinde olmasına rağmen, Şark muamelesi görür. Başına bi felaket gelmezse, zahmet edilip, haber bile yapılmaz. Zorlayın mesela hafızanızı... Siyanür ve depremden başka, son 10 senede bi
tane Kütahya haberi hatırlıyor musunuz?
Hatırlayamazsınız.
*
Zaten, bütün gün yapılan deprem
yayınları da, Kütahya endişesi değildir aslında... İstanbul’u tetikler mi rezonans?
Onun derdindedir Bizans.
*
E fırsat bu fırsat...
Kameralar Kütahya’ya çevrilmişken,
araya sokuşturuvereyim bari. Hani her depremden sonra enkaz altından mucizeler çıkar ya... Öyle bir mucize öyküsü
yaşanmak üzere Kütahya’da.
*
Adı, Tavşanlı.
İlçe... Mütevazı.
*
Alt tarafı 60 bin nüfuslu. En eski adı, Harguş’tu. Osmanlıca, tavşan yani... Muhtemelen “siyanür çağı” öncesinde bol bol tavşan barındırıyordu! Tav-ı şanlı’dan geldiği de söylenir. Tav, harlı ateşte leblebi kavurmaya yarayan tava benzeri aletin adı... Mantıksız değil. Leblebinin anavatanıdır. Pek bilinmez. Çorum bilinir. Halbuki, Çorum’a Tavşanlı’dan gitti. Çorum şehir olduğu için, şöhreti de Çorum kaptı. Ege’dedir ama, Akdeniz-Karadeniz iklim kuşaklarının tam ortasındadır. Dedim ya, her yere çok yakındır. Güzel yağmur alır. Bu güzellik sayesinde, neredeyse dünyanın hiçbir yerinde kalmamış olan piramidal karaçam ormanına sahiptir.
İş azdır, işsizlik fazladır. Gençlerin eğitim durumu ise, pek çok şehrimize basar.
*
Takımı var...
*
Linyitspor. Kömür İşletmeleri’nin. Renkleri, kırmızı siyah, şehitler ve kömür. İşin enteresan tarafı, Kütahya’nın tek profesyonel takımıdır. Stadı yok. Bir saat uzaktaki Dumlupınar’da oynar. İki taraftar grubu var. Murat Gazi, yetişkinlerin. Neşter, gençlerin. Hastasıyım Neşter’in... Esprili, yaratıcı. İnternet sitelerine “yabancı futbolcu denenecek, gelin idmanları seyredin” diye duyuru koydular, futbolcuları sıraladılar, Japon Mataramasuko, Senegalli De Ura, Nijeryalı Ge Bureye... Gazeteciler koştu. Halbuki, Neşter’in hergeleleri kafa yapmıştı, yerel lehçeyle isimler uydurmuş, “matarama su koy,
taa orada, gel buraya” demişlerdi!
*
Teknik direktör, Mustafa Akçay. Trabzonlu. Hollanda eğitimli. Daha iyi şartlar mümkünken, sıfırdan başlamak isteyen, idealist spor adamı. Kadroda hiç yıldız yok. Çünkü, para yok. “İmece” usulü... En
pahalı topçu, otomobil fiyatı. Tunçbilek tesislerinde kalıyorlar. Tavşanlı avuç içi
kadar, sosyal hayat yok. 24 saat birlikte yaşıyorlar, aile gibi, bu sinerji sahaya yansıyor. Lakapları meteor. Sadece 4 sene önce amatördeydiler, 4 senede 3 lig atlayıp,
Bank Asya’ya meteor gibi düştüler.
*
Ve...
Bu küçücük ilçe, Türk futbolunda
deprem yaratıp, mucize öyküsüyle,
Süper Lig’e çıkmak üzere!
*
Tarihte örneği yok.
*
Play-off’a kaldılar. Pazartesi günü, Gaziantep Belediyespor’la yarı final oynayacaklar. Elerlerse, Ordu-Rize galibiyle finale çıkacaklar. Gaziantep’in nasıl olsa Süperlig’de takımı var. Ordu ve Rize desen, köklü camialar, bi başka sene illa ki çıkarlar...
Kalbim Tavşanlı’yla.
*
Paraları yok.
Arkalarında şehir yok.
Statları yok.
Ruh var.
*
Deprem dolayısıyla...
Kütahya’ya doluşan medyayı, hazır oradayken, elini taşın altına sokup, bu
takımı haber yapmaya davet ediyorum.
Enkaz altından çıkmak üzere olan bu
mucize için yürekten dua ediyorum.
Yazının Devamını Oku

KASvET

20 Mayıs 2011
Başbakanımız her mitinginde “et tekrar-u ahsen velev kane yüzseksen” diyor... Bi şeyi kırk kere söylersen olur’un Arapça meali, yüzseksen kere tekrarla jetonları anca düşer yani.

*

Büyük sözü dinleyelim.
Taa geçen sene yazdığımızı...
Tekrar yazalım.

*

Yazının Devamını Oku

19 Mayıs

19 Mayıs 2011
O tarihlerde işgal eden...

Ama maçı kaybeden ülkede.
Bu tarihte.



İngiltere Kupası finali, hep olduğu gibi, başkentte oynandı. Onbaşı Mark Ward, onur konuğu olarak davet edildi, Kupa’yı vermesi rica edildi... Ki, bu kupayı geleneksel olarak Kraliçe, Prens, Başbakan filan verir. Savaş risklerinin arttığı, küresel terörün tırmandığı dönemde, silahlı kuvvetlerin moralini yükseltmek için, silahlı kuvvetleri temsilen, onbaşı seçilmişti. Başbakan’la yemek yedi, kupayı vermek için sahaya çıktı, Wembley’i dolduran 90 bin kişi ayakta alkışladı. Şeref tribününde 16’ncı Hava Taarruz Tugayı da vardı. Çünkü, yine silahlı kuvvetleri temsilen, bu sembol tugay seçilmiş, Başbakanlık tarafından özel uçakla getirilmişti. Buckhingham’a da davetli olan onbaşı, bugün, Kraliçe’nin elinden üstün cesaret madalyası alacak.

Yazının Devamını Oku

Dün dündür...

18 Mayıs 2011
2002’de seçimi kazanır kazanmaz, Demirel’e koşup, “engin tecrübelerinizden faydalanmak, danışmak, tavsiyelerinize göre hareket etmek istiyoruz” diyen “çırak” kimdir?

a) Pargalı İbrahim
b) Marcus Merk
c) Lady Gaga
d) Tayyip Erdoğan

* * *

Yazının Devamını Oku

Nan’kör

17 Mayıs 2011
Son bir hafta...

Engelliler
Haftası’ydı.
Birleşmiş Milletlere üye tüm ülkelerde 10-16 Mayıs’ta kutlanır. Ahalinin bilinçlenmesi için, Sağlık Bakanlığı tarafından radyo ve televizyonda eğitici programlar yayınlanır.

*

Bizde de
yayınlandı.

Yazının Devamını Oku

Eşek

15 Mayıs 2011
Geçen sene... *
Irak’ın El Ambar bölgesinde herkesi öldürüp, sokakta insan evladı bırakmayan Amerikalı Albay John Falsom’ın yüreği hayvan sevgisiyle doluydu. Bi eşek gördü. Kimsesiz. İçi acıdı. Göz pınarlarından yaşlar süzüldü. Dedim ya, pek şefkatliydi albay, onu öyle boynu bükük, yapayalnız bırakamazdı, duman rengindeydi, Mister Smoke adını verdi, birliğine getirdi. Çoluk çocuk herkesi takır takır öldüren Amerikan askerleri, komutanlarının bu asil davranışı nedeniyle hisli duygulara gark oldu. Bağırlarına bastıkları eşekle hatıra fotoğrafı çektirip, hasretle baba yolu gözleyen çocuklarına gönderdiler. Çocuklar feysbuklarına koydu. Gazeteler üstüne atladı, manşet üstüne manşet, eşek şöhret oldu. Posterleri, tişörtleri yapıldı... Hadi bakalım, Uluslararası Hayvanlara Karşı Zulmü Engelleme Vakfı devreye girdi. “Eşeği şebeğe çevirdiniz kardeşim, ayıptır” demeleri beklenirken, dediler ki, Nebraska’ya getirelim, gazilerin ve asker çocuklarının rehabilitasyon merkezine koyalım, terapide kullanalım... Pentagon’a danışıldı, “abi süper fikir be” denildi, eşeğin derhal savaş ortamından çıkarılıp, özgürlükler ülkesine getirilmesi emri verildi. O sırada... Amerikalıların öldürmeyi unuttuğu bi köylü çıkageldi, “eşek benim, vermem” dedi. Buyrun burdan yakın... Köylüyü ikna etsin diye, bi şeyh devreye sokuldu. Şeyh “sevaptır, ver” dedi. Köylü “30 bin dolar versinler, ikimiz kırışalım, vereyim” dedi. Şeyh ikna oldu. Köylüyü alıp, Albay’a gitti, “30 bin dolar verin, verelim” dedi. Albay’ın daha makul bi teklifi vardı, “Ya verin, ya da, ikinizi birden vurayım” dedi. Köylüyle şeyh ikna oldu! Hediye ettiler... Böylece, eşeğin özgürlüğe seyahatinde engel kalmadı. 21 gün önce Erbil’e getirildi, Habur’dan Türkiye’ye sokulacak, İncirlik’ten ABD’ye uçacaktı... Ki, kriz çıktı! Bizim gümrük görevlileri “hoopp hemşerim, burası dingonun ahırı değil” dedi. Eşek, mister’dı ama, neticede eşekti, vize için Tarım Bakanlığı’na sorulması gerekiyordu. Tarım Bakanlığı’na soruldu, “giremez” cevabı geldi. Niye birader... Ya eşekte hastalık varsa?
Langır lungur memlekete sokarsak, maazallah bizim eşeklere bulaştırırsa?
*
Geçen sene...
*
Eşeği, hastalık bulaştırabilir diye “gümrükten sokmayan” Tarım Bakanlığımız, et fiyatları patladı ayaklarıyla, hayvan ithalatına izin verdi. “Transit yolcu eşeğe” vize vermeyen Tarım Bakanlığımız, taaa Uruguay’dan sığır, taaa Avustralya’dan koyun getiren ithalatçıya “sıfır gümrük” uyguladı. Bir sene içinde, 413 bin sığır, 683 bin koyun soktu koynumuza... “N’oluyo” demeye kalmadı, karkas et ithalatının kapıları ardına kadar açıldı. 160 bin ton da öyle sokuldu. Kaçakçılık patladı... 53 bin baş kaçak sığır yakalandı. Varın, yakalanmayanı siz hesap edin. Uruguaylı besici, ithalatçı, aracı, kaçakçı, köşeyi döndü. Bizim besici, ayvayı yedi... Tosunu satayım derken, icra’atın içinden oldu, traktörden de oldu. Giren sadece besiciye girmedi, tüketiciye de girdi. Güya, et fiyatlarını ucuzlatmak için yaptılar bu dümeni, et fiyatlarında gram ucuzlama olmadığı gibi, üstüne, et’ikete bindi.
*
Nerde kalmıştık şekerim?
*
Eşekte...
*
Kafamıza çuval geçirenlere gıkını bile çıkarmayan Türkiye, eşeğe dikleniyordu! 413 bin sığırı, 683 bin koyunu, 160 bin ton karkası “zorla” mutfağımıza sokan Tarım Bakanlığı, transit geçecek olan
eşeğe “güzellikle” izin vermiyordu...
E haliyle “zorla güzellik” uzmanı olan ABD Büyükelçiliği devreye girdi. Iraklı köylü ve şeyhten sonra, bizimkiler de ikna oldu!
21 gün süren krizin ardından memlekete giren eşek, İstanbul üzerinden ABD’ye uçtu.
*
Ne mutlu eşeğe...
Yazının Devamını Oku