11 Haziran 2011
Pelee... Yanardağ.
Karayipler’deki Fransız sömürgesi Martinik Adası’nda.
*
Sene 1902.
*
Seçim yapılacak. Ahaliyi temsilen Paris’e mebus gönderilecek. İki parti var. Biri kodamanların, öbürü garibanların... Ada’da bi de vali var. Fransız. Güya demokrasi filan ama, aslında bu arkadaş yönetiyor. Ve, istiyor ki, hep kodamanlar kazansın. Malum, avanta alıyor.
*
Sandığa 10 gün kala... Yanardağ kımıldıyor. Ufak ufak kül püskürtmeye başlıyor. Ahali huylanıyor. Vali tutuşuyor. Çünkü, ahalinin derdiyle valinin derdi başka... Seçim kafa kafaya görünüyor, yanardağ patlayacak diye kaçışlar başlarsa, kodamanlar tüyecek, garibanlar kalacak, denge bozulacak, ve böylece sandıktan gariban çıkacak, ayıkla pirincin taşını.
*
Yerel gazeteler, valinin adamı... Arıyor hemen “sakin olun, tehlike yok” manşeti çaktırıyor. Hatta, mamalı köşe yazarlarına aba altından sopa döşettiriyor, “seçim arifesindeki yanardağ dedikoduları kötü niyetlilerin işi, panik başlar da ticaret aksarsa, sorumlusu olurlar” yazdırtıyor.
*
Ahali yiyor... Çünkü, gazetelere inanmasalar bile, din adamlarına inanıyorlar. Ve, valinin kankası din adamları, papağan gibi, adanın huzurunu bozmak isteyenleri lanetliyor.
*
Kodamanlar yemiyor... Manşetler ne uydurursa uydursun, gözleri de mi görmüyor, villaların çatıları yarım metre külle kaplanmış, kulakları da mı duymuyor, yanardağın homurtusundan geceleri uyuyamıyorlar. Burun desen, bariz kükürt kokluyor... Tası tarağı toplayıp, vınnnlamaya niyetleniyorlar. Ancak eli verip, kolu kaptırdıklarını unutuyorlar. Yok öyle!
*
Vali emir veriyor, limana asker dikiyor, gitmek yasak, seçimden önce gitmek isteyen oyulacak... Hatta, adadaki Amerikan elçisi Washington’ı tehlikeden haberdar eden telgraf çekiyor, postane valinin, el koyuyor, tehlikenin geçtiğini bildiren çakma telgrafı gönderiyor.
*
Seçime dört gün kala...
Dağın sıcağından kaçan yılanlar, böcekler, sürüler halinde şehir merkezine akıyor.
*
Seçime üç gün kala...
Kuşlar.
Patır patır düşüyor.
*
Seçime iki gün kala...
Pelee patlıyor.
Krateri kağıt gibi yırtılıyor, önce 815 derece sıcaklıktaki gaz bulutu, hemen bi kaç saniye ardından lavdan çığ... Saatte 100 kilometre hızla şehre akıyor.
*
İktidar hırsı...
Hepi topu iki dakika.
Komple yok oluyor.
Vali dahil.
*
Ve, seçime bir gün kala...
*
Siz siz olun, yalancı manşetlere, avantalı telkinlere, zorbalığa değil... Uyaranlara kulak verin.
Yazının Devamını Oku 10 Haziran 2011
“Amerika’da Hollywood, Hindistan’da Bollywood, Mardin’de Mardinwood olacak.”
Böyle dedi
“usta” yönetmen.
*
Dean Mardin mesela.
Aslen Mardinlidir.
ABD’ye göçtü...
Martin oldu.
*
Yazının Devamını Oku 9 Haziran 2011
AKP’nin İzmir’i hiç tanımadığı, plakası 35 diye 35 proce icat etmesinden belli...
35.5’tan
haberleri yok!
*
Neyse... Hava fıstık, baharın en güzel günleri, hadi gelin, gezdireyim sizi
biraz, İzmir’den çıkalım
şööyle, Aydın yoluna
Yazının Devamını Oku 8 Haziran 2011
Fitnat Hanım.<br><br>92 yaşında. Şişli’de yaşıyor.
Bi sabah, zırrrr...
Aralıyor kapıyı.
Kravatlı üç kişi.
- Buyrun evladım.
- Tencereciyiz,
lazım mı teyzecim?
İçeri alıyor.
Derhal.
*
(Malum, bizim kadınlarımıza tencere dedin mi, akan sular durur. Bi tencere, bi borcam kardeşim... Saysan, her evde, yatak odalarındaki dolaplara istiflenmiş halde, en az 20 tane borcam vardır. Hem devamlı borcam alırlar, hem de dümenden birbirlerine hediye ederler. Ev aldın, borcam, evlendin, borcam, doğurdun, borcam... Dümenden diyorum, çünkü, hediye borcamın paketini bile açmazlar, hediye verileceği zaman, hediye borcamı götürürler. Ben kendi payıma, ambalajı açılmamış 1960 yılına ait borcam bile gördüm. Tahminim, ilk icat edilen borcam... Kim bilir ne nişanlar, ne düğünler gördü, hâlâ dolaşıyor tedavülde! Tencere ise, daha hassas hadisedir... Her Türk erkeği hayatı boyunca ortalama iki otomobil tutarında tencere parası ödemiştir. Annem mesela, sünnetimden kalma tencereleri kullanır, yenilerine kıyamaz, kanepelerin altında biriktirir. Oralara da sığmıyor artık, kolileri bantlayıp, balkona yığıyor iyi mi... Babam bi ara tencere masrafı yüzünden anamı boşamaya kalktı, kadın hâkime denk geldi maalesef, gelinleri de anamın lehine şahitlik yaptı, bırak boşanmayı, pederi hapisten zor kurtardık. İyi niyetini göstermek ve barışmak için üç tencere, dört borcam daha almak zorunda kaldı. Son dönemde kek kalıbına sardılar ama, o mevzuya girmeyeyim gari.)
*
Sihirli kelime “tencere”yi duydu ya, açıyor kapıyı Fitnat Hanım, buyur ediyor. Üçlü set. Birinin parasını ödüyorsun, iki tanesi avantaya geliyor. Bir koyup, üç alıyorsun yani... 92 yaşında, sanırsın çeyiz düzüyor, teklife bayılıyor, alayım diyor, tiko para ödeyecek, çantasını çıkarıyor. Teyzecim diyorlar, sistemimiz gereği nakit ödeme alamıyoruz... Ya nasıl olacak yavrum? Koluna girip, notere götürüyorlar, yolda anlatıyorlar, ödeme için vekalet vermesi gerekiyormuş... Tencerenin büyüsüne kapılan Fitnat Hanım, vekaletle tencere mi olurmuş demiyor. Sevinçle gidiyor. Tam imza atılacak. Noter memuru kıllık yapıyor, sağlık raporunu getirdiniz mi diye soruyor. Buyrun buradan yakın... Hadi bakalım, çıkıyorlar noterden, doooğru doktora... Muayene, sırtını dinliyorlar, gözüne bakıyorlar filan, 92 yaşındaki Fitnat Hanım’ın akli durumunun vekaletle tencere almaya müsait olduğunu gösteren raporu kapıyorlar. Tekrar noter, basıyorlar imzayı, elini öpüp, veriyorlar tencereleri eline, vınn.
*
Fitnat Hanım’ın evinde tencere gani tabii, yenilerini paketini bile açmadan, usturuplu bi yere kaldırıyor. Bir ay sonra, zırrr... Bu defa telefon... Buyur evladım? Teyzecim evini ne zaman boşaltacaksın diye soruyor telefonun ucundaki adam... Ne evi, ne boşaltması yavrum? Teyzecim evini biz aldık, boşalt da boya badana yapıp yerleşelim artık diyor!
*
İki göz iki çeşme yeğenlerini arayınca, avukat mavukat, vaziyet anlaşılıyor. Hiç evlenmeyen, çoluğu çocuğu olmayan, sadece uzak akrabaları bulunan Fitnat Hanım’ın elinden, tencere ayaklarıyla, evlerinin satış vekaletinin alındığı ortaya çıkıyor. Şişli’deki evi 360 bin liraya, Silivri’deki yazlığı 180, Çanakkale’deki kooperatif evini 60 bin liraya sattıkları belirleniyor.
*
Tencereciler buhar.
*
Üstelik...
Evleri satın alanlar, Fitnat Hanım 4C’li işçiler gibi çıkmamakta direndiği için, yasal haklarını kullanıp, elektriğini suyunu kestiler. Tencere sevdasına kendi evinde işgalci durumuna düşen Fitnat Hanım, doğalgaz da kesildiği için, yemek bile pişiremiyor şu anda tencerelerinde.
*
Demem o ki...
Bireysel öykü gibi görünmekle beraber, Fithat Hanım’ın durumu, tıpkı Türkiye’ye benziyor.
*
Kapı kapı dolaştılar.
Al tencereyi, ver vekaleti...
Gerisini hallederiz dediler.
*
Ne liman bıraktılar...
Ne telefon.
Ne banka.
*
Bi tencereye gitti koskoca memleket...
Hadi şimdi onca sene daha uğraş didin de, al bakayım, alabiliyor musun aile yadigarlarını geriye.
Yazının Devamını Oku 7 Haziran 2011
Bismillah, pazartesi. İlk işgününde...
6 şehirde miting vardı.
Mesai saati içinde.
*
İstediğin kadar makyajla...
İşsizliğin kanıtı meydanlarda.
*
Bakın, Yunanistan’da ekonomik kriz mitingleri yapılıyor. Ne zaman? Saat 18.00’de... Mesai bittikten sonra yani... Çünkü, ekonomik kriz mitingi yapanların bile işi var birader!
*
Frankfurt’ta Salzburg’da Eindhoven’da mesai saati içinde sokağa çıkma yasağı var sanırsın... Sarkozy mesela, pazartesi günü Toulouse’da Nantes’da miting yapsa, hatta Carla Bruni’yi kürsüye çıkarıp şarkı söyletse... Üç-beş hapçıdan başka dinleyen bulabilir mi meydanda?
*
Cumhuriyet tarihinin en kalabalık mitingi, 1977, kanlı 1 Mayıs... Hangi gündü? Tatil, pazar... İyi kötü gidecek işi vardı insanların o yıllarda... Çarşamba veya perşembe yapılsaydı, kaç kişi gelebilirdi?
*
Sar makarayı biraz...
Demirel dönemi, Özal dönemi.
Hafta içi miting var mıydı?
*
Çık şimdi Taksim’e...
Her gün miting.
*
(İzmir’de miting yaptılar güya, İzmirli diye İzmir mitingine gelenler İzmir’de kayboldu iyi mi... Polis tek tek toplayıp, eskortla otobüslerine götürdü ki, memleketlerine geri dönebilsinler!)
*
Uganda’da miting yapılıyor artık...
Nijerya’da, Pakistan’da yapılıyor.
Bi de bizde.
*
Vay efendim neymiş...
Ben bu kadar topladım.
Sen şu kadar topladın.
Ha sidik yarıştırmışın...
Ha miting.
*
İşsiz kalabalığı toplamaksa maharet...
Zuhuratbaba’yı başbakan yapalım.
Asıl onda en büyük marifet.
Yazının Devamını Oku 5 Haziran 2011
Başbakanlık falan filan kurulu, karikatürlerin maneviyatı bozduğu gerekçesiyle, bi mizah dergisini poşete soktu, 18 yaşından küçüklere satılmasını yasakladı. *
Karara poposuyla gülen bir grup ilkokul öğrencisi, gaz bombasıyla dağıtıldı.
*
Kabataş Lisesi’nin yatakhanesine düzenlenen operasyonda, yastıkların altına gizlenmiş halde 327 mizah dergisi ele geçirildi. Yatakhane ilaçlanıp, mühürlendi. Öğrencilere fıkra anlattığı iddiasıyla tutuklanan kimya öğretmeni, gülmekten fenalık geçirerek hastaneye kaldırıldı.
*
İzmir Kız Lisesi’nde gizli gizli
Cem Yılmaz siidileri seyredildiği
yolunda duyumlar alan milli eğitim müfettişleri, baskın yaptı. Kahkaha
atarken suçüstü yakalanan 218
öğrenci, ibret-i âlem için okuldan atıldı.
*
Ankara’da bir anaokuluna yerleştirilen gizli kamerayla, anaokuluna palyaço getirildiği, bebişlerin kıkır kıkır
kıkırdadığı saptandı. Gözaltına alınan
ve sabıka kayıtları incelenen bebişlerin,
ana-babasıyla içkili restoranda gözaltına
alınan bebişler olduğu ortaya çıktı.
*
Poyrazköy’de yapılan kazıda, toprağa gömülü halde, Olacak O Kadar kasetleri bulundu. Din, dil, ırk ve yaş farkı gözetmeden halkı kahkahaya teşvik
etmek suçundan ifadeye çağırılan
Levent Kırca, “gülmekten kasıklarıma ağrılar girdi” dedi. Kasık kelimesini kullanan Kırca’ya, din, dil, ırk ve yaş
farkı gözetmeden halkı pornoya
teşvik etmek suçundan dava açıldı.
*
Müjdat Gezen’in ses kayıtları internete düştü... 18 yaş altı gençlerin söz konusu kayıtları gülücük işaretiyle birlikte feysbuk’tan yayması üzerine, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne baskın yapıldı. Ses kayıtlarının kendisine ait olmadığını söyleyen Müjdat Gezen, “olsa olsa İsmail Dümbüllü’nündür” dedi. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde yapılan aramada, İsmail Dümbüllü bulunamadı, kavuğu bulundu... “İsmail Dümbüllü nerede?” sorusuna “Valla bilemem, Nasreddin Hoca’ya sormak lazım” cevabını veren Müjdat Gezen, iyi hali göz önüne alınarak, serbest bırakıldı. Nasreddin Hoca’nın görüldüğü yerde yakalanması için Akşehir Emniyet Müdürlüğü’ne yazı yazıldı. Bunun üzerine duruma müdahale eden Müjdat Gezen, “ispiyonlamış gibi olmayayım
ama, hoca bu aylarda Akşehir’de olmaz, Noel Baba’nın yanına tatile gitmiştir, siz en güzeli interpole yazın” dedi. İnterpole yazıldı.
*
Televizyonlara uyarı gönderen RTÜK, Çok Güzel Hareketler Bunlar veya Şanslı Masa gibi programlara “18 yaşın altındakiler seyredemez” ibaresinin konulmasını istedi. Minik Osman son bölümde fazla neşeli olduğu için Ali Kaptan’a 250 milyar lira giydirildi, Ali Kaptan’ın o hınçla Cemile’ye tekme tokat girişmesi üzerine, 125 milyarı Soner, 125 milyarı Balıkçı ödedi... Hürrem’in telefon ihbarı üzerine, Şehzade Mustafa’nın Mahidevran’a sarılırken gülümsediği
tespit edildi, 250 milyar akçelik ceza, Topkapı Sarayı’na tebliğ edildi.
*
Hükümet sözcüsü tarafından yapılan açıklamada, Türkiye’nin ciddi bi ülke olduğu, gülmek için reşit olmak gerektiği belirtildi... 18’inden gün almadan “sehven” gülümseyenlere, ileri demokrasi kriterleri çerçevesinde zaten yeteri kadar hoşgörü gösterildiğine dikkat çekildi.
Yazının Devamını Oku 4 Haziran 2011
Hopa İlçesi
Kemalpaşa Beldesi
Köyün adı Dereiçi
*
Gene böyle bi haziran
Hoşgeldin bebek...
Çileye hazırlan.
*
Bembeyaz ekmeğini kapkara maden ocaklarından çıkaran babanın, ilk evladıydı. İlkokul köyde. Ortaokul beldede. Ya lise? O yok. Artvin’e gitmesi lazım. Ona da para yok. Henüz 13 yaşında gurbete çıktı. Taa Batman’a gitti. Amcasının yanına. Meslek lisesi okudu. Elektrik. Üniversite sınavına girdi. Zonguldak Maden Teknik Okulu’nu kazandı. Dört sene okusa maden mühendisi olacak... Dalga mı geçiyorsun? Nasıl kalacak orada, hangi parayla? Rize’ye gitti. Öğretmen Okulu’na yazıldı. Neden Rize? Kendinden sonra dünyaya gelen ikiz biraderleri Rize Ticaret Lisesi’ne gidecekti. Babaları maden ocağından emekli olmuş, ek gelir için balıkçılığa başlamıştı ama, yetişemiyordu. Ailenin en büyük oğlu olarak, masraflara omuz vermesi gerekiyordu. Çaykur’a girdi. Ev tuttu. Kardeşlerini yanına aldı. Bi yandan çalıştı, bi yandan okudu, bi yandan kardeşlerini okuttu. Öğretmen oldu. İlk görev yeri? Konya’nın Bozkır İlçesi’ne bağlı bi köy... Gitti. 1980. Haşırt, darbe oldu. Solcu dediler, tutuklandı. Yattı. Çıktı. Sürüldü. Sivas’ın Suşehri İlçesi’ne bağlı bi köye tayin oldu. Bunun burda ne işi var dediler. Gene sürüldü. Bu sefer, Sivas’ın Kangal İlçesi’ne bağlı bi köy... Soruşturma açıldı. Aklandı. Dava açıldı. Kazandı. Doğru bildiğini söylemekti tek suçu... Âşık oldu. Evlendi. Eşi de öğretmendi. Rize’de. Eş durumundan Rize’nin Derepazarı İlçesi’ne tayin oldu. Soruşturmalar, davalar, boğuştu, hepsinden haklı, hepsinden tertemiz çıktı. Evladı oldu. Ulaş. Okuttu. İzmir’e, Ege Üniversitesi İşletme’ye gönderdi. Emekli oldu. Taksitle iki göz oda, ev aldı. Tapusunu eşinin üstüne yaptı. Hayatı boyunca parasızlık çekmiş, parayla hiç işi olmamıştı. Ödenmeyeceğini bile bile arkadaşlarına kefil olup, ödediği borçların haddi hesabı yoktu. Hiç otomobili olmadı mesela. Öğretmenliğini yaptığı çocuklardı onun serveti. Bi de Tukaş... Köpeği. Yavruyken getirmişlerdi. Tukaş salça kolisinde... Güldü, e adıyla beraber gelmiş, Tukaş olsun bunun adı dedi. Can yoldaşıydı. Avcıydı çünkü. Ama, avcılığı da bi acayipti. Vuran değil. Kurtaran. Yaralı geyik buldu, evine getirdi, tedavi etti, doğaya saldı, yaban hayatı koruma derneklerinden sayısız örnek avcı ödülleri kazandı. Atmaca beslerdi. Büyütür, bakar, günü gelince özgürlüğe uçururdu, hiçbir canlı tutsaklık yaşamamalı derdi. Çevreciydi. Artistlerinden değil. Aktiflerinden. Derelerin üzerinde santral kurulmasına karşıydı. Vatan topraklarının ona buna peşkeş çekilmesine itirazı vardı. Kahvede oturup dedikodu yapmak, aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın demek, ona göre değildi. Tırsmaz, meydan okur, yüreğini ortaya koyardı. Gözüne gaz sıktılar. Yerli malı gaz. Gaz işi ince iştir, ayarını kaçırırsan öldürür dedik, anlatamadık. Öldürdüler. Öldü. Hayatı boyunca doğruları savundu, doğruları söyledi, ölümünün ardından, ölümüyle ilgili olarak bile
Yazının Devamını Oku 3 Haziran 2011
Nerden hatırlıyorum<br><br>Nerden hatırlıyorum Girdim internete...
Buldum iyi mi.
*
Dreams come true
Hayaldi gerçek oldu
*
Disneyland yahu...
Disneyland’ın
sloganı bu!
*
Muazzam hayal gücüyle hayali dünyalar yaratan Walt Disney kurmuştu. Bizde de, sanırım o nedenle procelerini anlatırken “çizgi film” oynatıyor Başbakanımız... Cuk oturmuş doğrusu.
*
Disneyland’da dile ne dilersen, Alaaddin’in Sihirli Lambası varsa... Bizde ampul yok mu?
*
Onda Miki Mouse var.
Bizde miki filmi var.
Kaset kaset yayınlanıyor.
Tıkla mouse’unla, izle.
*
Toy Story mesela.
Oyuncak hikâyesi...
Bagajdan dağıtılıyor.
*
Robin Hood desen...
Makarna bulgur, doyuyorsun, kömürle ısınıyorsun, e avanta iftar da var, daha ne istiyorsun, Pollyanna gibi geçinip gidiyorsun.
*
Dikkatli bakarsan...
Pinokyo da var aslında.
Hani şu yalan söylediği zaman burnu uzayan, ipleri başkasının elinde olan kukla!
*
Aç televizyonu...
Muppet Show orda.
Atatürkçüleri Notre Dame’ın Kamburu ilan eden... Kendi kendilerini konuk alıp, kendi kendilerini tasdikleyenler “yeşil” kurbağa Kermit değil de, kimdir Allah aşkına?
*
Kulak ver Başbakan’a...
Bağırır hep meydanlarda...
“CHP’nin yaptığı çirkin.”
“MHP’nin tavrı çirkin.”
“BDP’nin sözleri çirkin.”
Nedir bu?
Güzel ve Çirkin.
*
Aslan Kral, Roger Rabbit, Donald Duck, Cinderella, hepsi Disney’in çevirdiği filmler... Peki ya, Temel Reis, Garfield, Bugs Bunny ve Kırmızı Başlıklı Kız? Onlar Disney’in değil... Zaten o nedenle, Başsavcı’nın evinde çevrilen filmde suçüstü yakalanıp, gözaltına alındılar.
*
101 Dalmaçyalı ise, değerli ağabeyim Bekir Coşkun yüzünden yasaklandı maalesef... Malum, çocuklar seyredip özenirse, maazallah, köpekleriyle yatarlar.
*
Diyeceksiniz ki, hepsi iyi güzel de, Alice Harikalar Diyarı nerede?
*
Kayseri’de... Büyükşehir Belediye Başkanı bizzat açıkladı, “Anadolu Harikalar Diyarı” procesi üzerinde çalışıyor... “Kayseri’de böyle bi mekânın eksikliğini hissettik” diyor.
*
Disneyland’a gelince...
Onu da Anadolu Ajansı müjdeledi, bi tane Ankara’ya, bi tane İstanbul’a kuruluyor. Haber aynen şöyle: “İsteyen define arayacak, isteyen şatolarda şövalyelerle yemek yiyecek, isteyen denizaltıyla okyanusun dibini keşfedecek, isteyen uzay gemisine binip Ay’a seyahat edecek.”
*
Gözün ay’dın yani.
*
En az üç.
Hedef iki bin yirmi üç.
Üç boyutlu gözlüğü de taktın mıydı, tamamdır bu iş, hayırlısıyla oldun süper güç.
Yazının Devamını Oku