Kayseri alev alev yanıyor, nem zirvede. Erciyes Dağı’nın eteklerindeki Sakar Bağları ise serin mi serin. Kente en yakın bu bağlara "Bağlar Eteği" de diyorlar. Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün babasının bağ evindeyiz. Baba Hamdi Gül’ün bir yanında gelini Hayrünissa, bir yanında oğlu Abdullah. Hamdi Gül, Kayseri Tayyare Fabrikası’nın tesviye şefliğinden emekli. 1972 yılında, 3 arkadaşıyla birlikte 50 metrekarelik bir atölyede makine parçaları ve kalıp üretmeye başlamış. O küçük dükkanı, zamanla organize sanayide "Azteksan" adlı fabrikaya dönüştürmüş, Hamdi ustayla makine mühendisi oğlu Macit.
Baba Gül’ün 2 dönümlük bahçesinde cevizden kiraza, üzümden vişneye bütün meyve ağaçları var. Küçük serasında da, organik domates, biber, patlıcan yetiştiriyor. Bağ evinin terasında uzun bir masa kurulmuş. İsteyen çay içiyor, isteyen buz gibi karpuz yiyor. Koruma Müdürü Osman Çangal, hem çok şirin, hem çok yaman. Moskova Büyükelçiliği’ndeki ilk meslek görevinden beri tanıdığım, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Namık Tan, beyefendilerin padişahı. İsterseniz bu sıcakta fazla uzatmayayım sözü, soyadı gibi güler yüzlü Abdullah Gül’le sohbetimize başlayalım (Hilton Kayseri’de kalacaklara not: Otelde Kayseri mutfağından eser yok, mönülerde mantının adı bile yok. Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp’in Kayseri’ye armağan ettiği bu şahesere çok yazık ediliyor).
Tayyip Bey’le yakınsınız, kan içseniz bile kızılcık şerbeti içtik diyorsunuz. Başbakanlığı bırakıp emaneti sahibine iade ettiniz. Sonra da, bir çeşit tenzili rütbeyle bakanlığı kabul ettiniz. İçinizde hiçbir burukluk, hiçbir rekabet duygusu yok mu?
- Yurt içinden de, yurt dışından da bizi birbirine düşürmek isteyenler var. Biz Tayyip Bey’le arkadaşız, kardeşiz, aramızda bir rekabet olması mümkün mü? Ben sert çıkışlar yapınca o beni yumuşatır. O sert olduğunda da, ben onu ikaz ederim. Konuşmalarımızda hep "Bizi kavgacı, uzlaşmaz birileri olarak göstermek istiyorlar. AKP’yi dar sokaklara, dar sloganlara sokmak isteyenler var. Aman çok dikkat edelim" diye konuşuruz. Bakın size bir misal vereyim; Fazilet Partisi’nde kongreye gidiyoruz. Genel başkanlık için Bülent Arınç mı aday olmalı, ben mi? Arkadaşlar dedi ki "Girin şu odaya, ikiniz karar verin." Girdik, daha ben söze başlamadan Bülent Bey "Senin aday olman daha doğru, sen daha soğukkanlı götürebilirsin" dedi. Bülent Bey söze başlamasaydı, herhalde ben "Siz aday olun, ben arkanızdayım" diyecektim.
Biz Türkiye’nin partisiyiz, doğunun da, batının da, kuzeyin de, güneyin de. Diyarbakır’da da, Edirne’de de, Trabzon’da da 10 binleri toplayan başka bir parti yok. Hálá Türkiye’de, bizim getirdiğimiz siyasi üslup ve anlayış fark edilmedi. Bizim siyaset anlayışımızda ihtiras, aklın önüne asla geçemez. Çok ilginçtir, Türkiye’de ekonomik ve demokratik reform hareketleri hep muhafazakar partiler tarafından yapılmıştır. İşte Demokrat Parti, işte AP’nin ilk dönemleri, işte Turgut Özal’ın ANAP’ı. Ne yazık ki, bunu içine sindiremeyenler var, bunlar halkla bütünleşemeyenler.
BRÜKSEL RESTLEŞMELERİ
Gün geçmiyor ki Tayyip Bey birisini, özellikle de gazetecileri azarlamasın. Bir sinir harbidir, bir zıtlaşmadır, bir tehdittir gidiyor. Madem bu kadar yakınsınız, neden kendisine biraz sükunet tavsiye etmiyorsunuz?
- Ediyorum, etmez olur muyum, o da bana söyler. Diyorum ki "Seni kızdırmak için çok uğraşıyorlar. Aman ne olur kızma, sakın sert çıkma" dediğim çok olmuştur. Hatta bazen yabancılarla yaptığımız toplantılarda elimle, ayağımla bile ikaz ederim. Mesela, 17 Aralık’ta Brüksel’de yaptığımız toplantıda neler çektik. Masa altından gizlice birbirimizin ayağına çok bastık. AB Dönem Başkanı olan Hollanda’nın Başbakanı Jan Peter Balkenende, Türkiye’nin Kıbrıs’ı tanınması konusunda ısrarlı. Saat gecenin 02.00’si, görüşme Kıbrıs konusu üzerinde düğümlendi kaldı. O arada çok sertleşmeler oldu, Tayyip Bey sesini çok yükseltti. Ben aşağıdan alıyorum, bir yandan da Tayyip Bey’i "Aman yavaş" diye elimle gizlice ikaz ediyordum.
Bazen de onun beni ikaz ettiği olur. Mesela 3 Ekim’den sonra TBMM’deki genel görüşmeden önce, hiç görevim olmadığı halde müzakere çerçeve belgelerini tercüme ettirip siyasi partilere gönderdim. Bizim imza attığımız belge değil, AB’nin kendi kağıtları. Görüşmeler sırasında Deniz Baykal bana laf attı; "İnat etme, göndermediniz" diye. Ben de büyük bir iyi niyetle, kendi kopyamı götürüp vereyim dedim. Doğrusu hiç usulde olmayan bir şey. Götürüp uzattım, almayınca kağıt orada kaldı. Ben de dönüp kağıdı aldım, yerime geçtim. Tayyip Bey, "Bana ayağınla vurursun, şunu edersin, bunu edersin, senin bu yaptığın ne? Sen Mecliste benden kıdemlisin ama, ben senin yaptığını hiç yaptım mı? Sen sakinsin, bana da sakin ol diyorsun ama, şu yapılana bak" dedi.
FİLİSTİN’DE ŞİDDET
Son İsrail-Filistin olayında Türkiye’nin arabulucu olmasını kim istedi?
- Biz arabulucu değiliz, diyalogun kurulmasına, gerginliğin azalmasına yardımcı oluyoruz. Hem İsrail’le, hem Filistin’le ilişkisi olan, istediği an görüşebilen ülke, Türkiye. Onlar da sıkışınca bizi arıyor, biz kendi kendimize gelin güvey olmuyoruz. Acı çeken insanların acısına biraz merhem olma duygusunu şova dönüştürmek, insanı küçültür. Bakanların göz altına alınması doğru bir şey değil, bir an önce serbest bırakılmalılar. Aynı şekilde, İsrail askerini kimler kaçırdıysa, bir an önce serbest bırakmalıdır. Başkan Bush da elinden geleceğini yapacağını söylüyor. Gazze’ye gitmediyseniz, Filistin nedir, işgal nedir bilemezsiniz. Filistinliler zaten yokluk içinde, İsrail bir de aşırı güç kullanıyor. Anketlere göre, İsrail halkının yarısı Hamas’la oturup konuşmayı istiyor.
Putin’den Sezer’e ’Şıkıdım’ sürpriziRusya ziyaretinizden ayağınızın tozuyla Kayseri’ye indiniz. Putin’in diyarında ne var, ne yok?
- Rusya Federasyonu ziyaret eden ilk Türk Cumhurbaşkanı olan Ahmet Necdet Sezer’e Başkan Putin çok yakın ilgi gösterdi. Kremlin’de verdiği çok güzel yemekte, ünlü ve güzel sanatçılar klasik parçalar icra etti. Bu arada bir de sürpriz yayıp Tarkan’ın hareketli, ünlü şarkılarını söylediler. Özellikle "Şıkıdım Şıkıdım" şarkısı, salonda çok hoş bir renklilik yarattı. Bir Rus, bir Türk şarkısı söylüyorlardı. Rusların klasik şarkıları malum çok ağır, bizimkiler ise aksine çok hareketli. Bir ara salonda öyle bir hava oldu ki, Türkiye’de zannettik kendimizi. Tam bu sırada Putin, Cumhurbaşkanımıza dönüp, mütebbessim bir yüzle "Kendimi şu anda Antalya’da hissediyorum" dedi.
Denizli, İran Milli Futbol Takımı’na antrenör oluyorİran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecad’la Tahran’da neler konuştunuz, nükleer silah sorunu sizce çözülebilecek mi?
- İran’la ilgili telefon trafiğimize bakarsanız, Birleşmiş Milletler’in daimi 5 ülkesi, artı Almanya’ya neredeyse biz de eklendik. Biz burada da kendimize bir rol biçme sevdasında değiliz. Ben bu konuda ümitliyim, çünkü flu noktalar ortaya çıktı. Ayrıca, her iki tarafta da, bu konunun diplomatik yoldan çözülmesi niyetini ben gördüm. Ancak, her iki tarafta da müthiş bir güvensizlik var. Çözüm olmaz, tartışmalar tekrar başlarsa, sonunda dünyayı hiç umulmayan noktalara götürebilir. Ateş Irak’ta yanıyor, Iraklıları yakıyor ama, bizi de ısıtıyor. Allah korusun, bir de İran’da bir gerginlik olursa, yine bizi ısıtır, yine bizi zarara uğratır. Ahmedinecat’la Tahran’da yaptığımız resmi görüşme bittikten sonra, konu futboldan açıldı. Dedi ki: "Mustafa Denizli müthiş bir teknik direktör, burada çok popüler." Övmeye devam ederek "Çık da kendin gör, insanların birlikte bir fotoğraf çektirmek için etrafına nasıl toplandığını. Kulübü çok iyi yetiştirdi, futbolcular arasında birlik ve beraberlik sağladı. Mustafa Denizli’yi milli takımın başına geçirmeyi düşünüyoruz" dedi.
Sayın Aliyev anlaşılan sizi aç bırakıyormuşuz
- Gıdama da dikkat ediyorum; tatlı, hamur işi, falan fazla yemiyorum. Ama, son haftalar içinde Orta Asya ziyaretlerim oldu. Kazakistan, Azerbaycan, İran. Bu ülkelerdeki yemek alışkanlığı çok farklı. Bitti dediğinizde başka yemekler geliyor, yemezseniz ayıp oluyor. Cumhurbaşkanı Aliyev, Bakü’de bir yemek verdi. Yemek bitti diyoruz, başkası geliyor. Onunla bitti zannettik, başka, başka yemekler daha geldi. Ben dayanamadım "Sayın Cumhurbaşkanı, siz Türkiye’ye geldiğinizde anlaşılan biz sizi aç bırakıyormuşuz" dedim.
Yürüme dinlendirir
Abdullah Gül, babasının bağ evinde konuk ettiği Yener Süsoy’a yapabildiği tek sporun yürüyüş olduğunu söyledi. Ama öyle böyle "yürüyüş" değil. Bakan Gül, "sıkı" yürüyüşçü. Abdullah Gül, evde olduğu sabahlar "maalesef koşu bandı"yla idare ediyor ve "Çok ilginçtir, yorgun uyandığımda, kendimi yürüyerek dinlendiriyorum" diyor.
Korumalar bana yetişemiyorBunca seyahat trafiğinize rağmen, nazar değmesin yüzünüzde hiçbir yorgunluk izi yok. Dün bu saatlerde St. Petersburg’daydınız, şu anda Erciyes eteklerinde çay içiyoruz.
- Yapabildiğim tek spor yürüyüş, onu hiç elden bırakmıyorum. Yurtdışında olduğum zaman geceleri mutlaka yürüyüş yapıyorum. Brüksel’de şehrin biraz dışına çıkıp orman içinde yürüyorum. New York’ta isem Central Park’ı tercih ediyorum. Elbette yalnız olmuyorum, hem bizim, hem de ev sahibi ülkenin korumaları peşimde. Bir saat gerçekten çok hızlı tempoda yürürüm, bana yetişmek çok zordur. Bizimkiler alışkın ama, bazen yabancı korumaların tempoma dayanamadığı oluyor. Birinde çocuk düşüp bayıldı, arabayla götürdüler.