Safiye Soyman ve Faik Öztürk...Ya da "Safiyeli Faik"... İşte Star TV’nin hafta içi her sabah izleyicilerin tiryakisi olduğu "Sabahlara Şenlik" programının iki yıldızı. Safiye Soyman’ı yıllardır Türk sanat müziği dünyasından tanıyoruz güler yüzüyle. 1986’da Devlet Türk Musikisi Korosu’na katılmıştı. Fakat bu Faik Öztürk adlı eniştemiz kimdir, nedir bilmiyoruz. Meğer içinde ne cevherler varmış, programın ilk günü yıldız olup çıktı başımıza, iyi mi. Bayram özel programının çekiminden sonra Kutup’la birlikte Yeniköy sırtlarındaki Boğaz’a nazır evlerine gittik. Gördüm ki, şu Faik Öztürk pek pek yaman bir Gakkoş. Şeytan tüyü olduğu kesin, tatlı diliyle bu dünyada bağlayamayacağı kimse olmadığına bahse girerim. Bakmayın siz saf Anadolu delikanlısı göründüğüne, aslında o cin oğlu cin.
Faik Bey her gün, her an iki dirhem bir çekirdek. Elbisesiyle aynı renk gömlek, kravat, kol düğmesi, çorap. Safiye Hanım bilir, iç çamaşırları bile o renktir. Evlerini gezdirirlerken, giyinme odasının önünde durdum. Gardıroplar ağzına
kadar Faik beyin kostümleri, ayakkabıları, saatleri, kravatları, gömlekleri, kol düğmeleriyle dolu. Öteki yanda da Safiye Hanım’ın tuvaletleri, ayakkabıları, bilmem neleri. Çaylar, kekler derken gündüz girdik söze, gece zor çıktık evden. Hayatı bu kadar gırgıra alan, kendisiyle bu kadar dalga geçen, canının kıymetini bu kadar bilen bir adam olabilir mi? Bırakalım soru faslını, onlar anlatsın, biz dinleyelim.
Unutmadan, Soyman’a okul yıllarında "Bayraklı Safiye" diyormuş arkadaşları; kavgacı ve çetin ceviz tavırlarından dolayı. Faik’in lakabı ise "Süslü"ymüş; giyime olan aşırı merak ve düşkünlüğünden ötürü.
Faik, tepeden tırnağa benim özel kreasyonum- Faik, tepeden tırnağa benim özel kreasyonumdur. Onun modacısı da, akıl hocası da, yaşam koçu da benim. Onu giyiminden otomobillerine kadar kendi zevkime göre değiştirdim. Emeklerime fazlasıyla değdi, helali hoş olsun. Elbiselerinin, gömleklerinin renk ve modellerini bana seçtirir. Bütün gömleklerinde adı yazılıdır. Bazılarını ise, pembe bir kalp içinde Safiye- Faik diye yazdırırım. Televizyonda giydiği kıyafetlerin hepsi kendi gardırobundandır, saatinden, çorabına kadar. Ayakkabılarını Ankara’da yaptırır, değişik renklerde 2 ana modeldir. Kaymasın diye daima uzun konçlu çorap giyer. Eskiden mes gibi yumuşacık ayakkabı giydiği için çok kızardım.
Ayakları 39 numara olduğu için, ayağa kalkarken sallanırdı. Onun için ayakkabılarını 40 numara, uzun burun olarak yaptırdım. Bu arada 15 kilo verdi, şimdi tığ gibi delikanlı, gurur duyuyorum onunla. Taktığı kol saatleri de çok özeldir, kol düğmeleri de aynı şekilde. Faik benim hem çocuğum, hem sevgilim. 7 sene ona çatal bıçak kullandırmadım, kendi ellerimle besledim. İçimden gelen sevgiyle yapıyorum bunları, en küçük bir riya yok.
Huzuru Safiye’de buldum- Polonezköy’de çiftliğini yaptığım bir işadamı bana dedi ki; "Sen akıllı, herkesin seveceği tipte bir adamsın. Ankara memur, bürokrasi şehri. Git Ankara’da çok lüks bir lokanta aç. Her gün cebine 10 milyar lira para koyup gezersen, yalaka derler, herkes senden kaçar. Lokantan olsun, her gün bedava bir tas çorba içmek için 50 kişi seni arar. Bir kilo kuşbaşı etten 5 porsiyon şiş çıkıyor..." Hakikaten, sözünü dinleyip Ankara’da çok lüks bir lokanta açtım "Beyler Sofrası" diye; Yukarı Ayrancı Son Durak’ta. Ondan sonra "Dedikodulu Meyhane", en sonunda da "Çorbacım". Atakule’nin karşısındaki 4 katlı Çorbacım günün 24 saati açık, her çeşit sulu, ızgara Türk yemeği var. Mekanımın hijyeni, yemeklerin lezzeti kadar ünlüdür.
Bunların yanı sıra, Dünya Bankası finanslı, yurt dışına ihraç işler yapıyorum. Bazı firmaların Türkiye temsilcisi olarak askeriyeye malzeme teminlerim oluyor. Ben çok yoksulluk çektiğim için, şimdi paranın keyfini çıkarıyorum. Altın tabakta yemek verseler umurumda değil. Kars’ta Safiye ile tanışana kadar, gece hayatı sicilim hayli bozuktu. Ben gerçek huzuru Safiye’de buldum, evimden hiç çıkmam. Tatilden nefret ederim, çalışmayı çok severim. Boş olduğum zaman hiçbir şey yapamazsam gidip araba yıkarım. Safiye ile 7 yıllık beraberliğimizde hiç ön plana çıkmadım. Evinde mutlu bir adam olarak hep geri plandaydım. Ta ki, Star’da yayınlanan televizyon programımıza kadar.
Hostese bahşiş- Sene 1985. Hayatımda ilk defa uçağa bineceğim. En kral kıyafetlerimi giymişim, gıcır gıcırım. Arkadaşım "Uçağa binerken hostesin eline beş on kuruş sıkıştır, seni güzel bir yere oturtur" dedi. Uçağın kapısına geldim, önceden hazırladığım parayı hostesin eline sıkıştırmaya çalıştım. Kız bir zıpladı "Olmaz beyefendi" diye. Ben "Çekinme şunu al, beni de güzel bir yere oturt" diye ısrar ediyorum. Neyse, kibarca yerimi gösterdiler oturdum.
Tuvalet temizleyiciliği ve genel müdürlük- Ben, 1962 Elazığ Ağın doğumluyum, Mehmet Ağar’la aynı köydeniz. Babam rahmetli İhsan Öztürk, karacı astsubaydı. Kars’ta görev yaptıktan sonra tayini Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’na çıktı. Fahri Korutürk cumhurbaşkanı seçildiğinde başkente geldik. Babam Muhafız Alayı’nda 11 sene kaldı; Yaşar Büyükanıt, Edip Başer gibi komutanlar onu çok severdi. Ben Çankaya Lisesi’ne gidiyordum ama, okumaya hiç niyetim yoktu. Aklım ticaretteydi. Babacığım tek maaşla hem kendi evindeki 6 nüfusa, hem de köydeki ana baba ve bacısına yetişmek zorundaydı.
Lise 2’de 3. senemdeydim. Sınıfımızın caddeye bakan camına kocaman harflerle "Kiralık daire" diye yazı astım. Yoldan geçen 6 kişi gelip okulda beni buldu, "Nerede bu ev" diye. En son okul müdürümüz rahmetli Cevdet Göktürk "Oğlum bu ev nerede" deyince film koptu. Bir kişi bile "Niye astın bu yazıyı" diye sormadı. Ben de "Bu kadar akıllı adam varken ben niye okuyorum" deyip okulu bıraktım. Mehmet Yazar’ın İstanbul yolundaki fabrikasında tuvaletleri temizleyip yerleri siliyordum. Aldığım para 600 liraydı. Bir buçuk sene sonra, el yazım çok düzgün diye Mehmet Bey beni muhasebeye aldırdı. 1982’de oradan ayrılırken, fabrikanın genel müdür yardımcısıydım.
Grevdeki sendikaya 110 milyon bağış- O sırada Türkiye Demir Çelik İşletmeleri’nde grev vardı. Balıkesirli bir asker arkadaşım "Bana hurda tren rayı bulabilir misin" dedi. Grev var, yurt dışından kütük getiremiyorlar, fabrikalar çalışmıyor. Hemen Ankara’da araştırdım, öğrendim ki Devlet Demir Yolları’nın hurdasını Makine Kimya alıyormuş. MKE’ye gidip bir dilekçe verdim, hurda rayları almak istiyorum diye. Orada Elazığlı bir hemşerime denk geldim. Bir yerlerden 1 milyon lira borç buldum. O tarihte Doğan marka bir araba, 6 milyon liraydı. Rayları, TIR’ların başında Balıkesir’deki haddehaneye kadar bizzat taşıdım. 6 ay sonra 185 milyon param vardı. Şansıma bak ki, grev 6 ay daha uzadı. 6 ay sonra devlete olan borcumu kuruşuna kadar ödedikten sonraki kazancım, 285 milyon liraydı. Şimdinin parasıyla 5-6 trilyon yani.