Yener Süsoy

Gazi’nin masmavi gözlerini unutamam

26 Aralık 2006
Namık Kemal’in torunu, Türkiye’nin ünlü diplomatı Turgut Menemencioğlu, bugün 97 yaşında. 88 yaşındaki eşi Nermin Hanım’ın baktığı Turgut Menemencioğlu, Churchill, Roosevelt ve İnönü’nün katıldığı ünlü Kahire Konferansı’nın yaşayan son tanığı. Eşi Nermin Hanım, tarihe tanıklık etmiş ortak anılarını Yener Süsoy’a anlattı. - Her yaz olduğu gibi kardeşim Ekmel’le birlikte o yaz da, babamın senelerden beri aza olduğu Büyükada Yat Kulübü’ne tatilimizi geçirmek için gitmiştik. 26 Haziran 1938 günü akşam yemeğine bir okul arkadaşımı davet etmiştim. Galatasaraylı bir arkadaşımızı bize kavalyelik yapması için bekliyorduk. Bir iki çift dans etmeye başlamıştı ki, birdenbire ışıklar yanıp sönmeye başladı.

Birden neşeli çığlıklar koptu; "Gazi geliyor, Mustafa Kemal Paşa geliyor" diye. Garsonlar telaşla oyun binasına koşup briç masalarını içerdeki camlı kapıların önüne dizmeye başladılar. Birdenbire bahçe tarafından yavaş yavaş içeriye kalabalık bir grubun ortasında Gázi Mustafa Kemal Paşa girdi. Hepimiz ayağa kalktık. Bembeyaz giysiler içindeydi. Gömleği, pantolonu, ayakkabıları, ceketi bembeyazdı. Çok şık, ince, genç ve çok yakışıklıydı. Saçları altın gibi parlıyordu.

O oturunca, hepimiz alkışladıktan sonra oturduk. Bütün kapılar kapatıldı, önlerinde de süngülü askerler nöbet tutuyordu. Kavalyemiz içeri girememişti. Gazi’nin karşısında oturuyorduk. Çok heyecanlıydım, sanki rüya görüyordum. Müziğin tekrar çalmasını emrettiler ve yavaş yavaş dans edenler dönmeye başladı. Bir müddet sonra Mustafa Kemal Paşa etrafına bakmaya başladı. Birdenbire ateş gibi, masmavi iki göz bize dikildi. Yanındakilerle konuşmalar oldu, Heybeliada Bahriye Okulu’nun amirali de koştu geldi. Sonra danslar ve sohbetler eskisi gibi devam etti.

Aradan belki 15 dakika geçti, içeriye beyaz bahriye üniformalı iki yakışıklı genç girdi. Gazi’nin önünde selam durup, elini öptüler. Gázi bizi gösterdi, bahriyeliler dosdoğru yanımıza gelip bizi dansa kaldırdılar. Dans ederken anlattılar; "İskeledeki pastanede dondurma yiyorduk. Birdenbire babamız geldi, bizi faytona bindirdiği gibi buraya getirdi" dediler.

Meğer, Gazi, bizim dans etmeyip oturmamızı fark etmiş. "Bu genç kızlar neden ötekiler gibi dans etmiyor" diye sormuş. Kavalyelerimizin içeriye alınmadığı söylenince, "Hiç burada oğulları olan kimseler yok mu" demiş. Amiral de bir faytona binip oğullarını getirmiş. Böylelikle neden bütün hanımların ve genç kızların Gazi’ye hayran olduklarını daha iyi anlamış olduk. Büyük bir gurur ve iftiharla, ömrümün sonuna kadar bu müstesna geceyi hep hatırlayacağım.

Prens Philip’in Ağrı Dağı sorusu

- Turgutcuğum, Washington Büyükelçiliği’nden sonra 1968’de CENTO Genel Sekreteri oldu. 1972’de ise Londra Büyükelçisi olarak tayin edildik. Bir gün haber geldi ki, Kraliçe Elizabeth bizi kendi evi olan Windsor Sarayı’nda akşam yemeğine ve gece yatısına davet ediyor. Doğrusu büyük onur, o daveti almak öyle kolay değil. Tabii muhteşem bir saray, muhteşem bir yemek salonu. Ben Prens Philip’in sağında oturuyordum. Turgut da Kraliçe’nin yanındaydı. Turgut, Kraliçe Elizabeth’i, CENTO Genel Sekreterliği yaptığı yıllardan beri tanıyordu. Masada Prens Charles da vardı, o zaman bekardı. Bir ara "Ben arkeoloji okudum, araştırma yapmak için Anadolu’ya gelmek istiyorum" dedi. Prens Philip’in çok keskin bir şakacı olduğunu biliyordum. O yüzden hazır bekliyorum, bakalım ne gelecek diye. Bana "Sizin memlekette Ararat Dağı var değil mi" dedi. "Evet" deyince, devam etti. "Madem ki, Allah’ın kainattan kurtulmak için böyle bir fırsatı vardı, ne diye bir ruhsat daha verdi?.." Suale bakın, ben o zamandan beri düşünüyorum, neden acaba?
Yazının Devamını Oku

Kahire’nin son tanığı

25 Aralık 2006
Tanıdığım diplomatlara soruyorum; "Turgut Menemencioğlu acaba nerede" diye. Çoğundan aldığım cevap, ya "Sizlere ömür" ya da "Hiç gören yok." O ki Namık Kemal’in kızı Feride’nin eşi, Osmanlı’nın son Meclis-i Ayan Reisi Rıfat Menemencioğlu’nun torunu... O ki son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin Saruhan Mebusu, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kurucu ve başkanlarından Muvaffak Menemencioğlu’nun oğlu... Oysa Turgut Menemencioğlu, eşi Nermin’le birlikte Gümüşsuyu’nda tarihi bir apartmanın en üst katındaki emektar dairesinde yaşıyor. Turgut Bey, 92 yaşında ve hálá 1943 Kahire Konferansı’nın hayatta olan tek tanığı. Varsın Parkinson hastası olsun, varsın konuşamasın, varsın kendi başına yürüyemesin. 62 yıllık eşi Nermin Vahid Hanımefendi, yardımcılarıyla birlikte Turgut’una gözü gibi bakıyor. Onu yalnız bırakmamak için, evden dışarı adımını atmıyor. O ki Sultan II. Abdülhamid’in 13 yıl Dahiliye nazırlığını yapan Memduh Paşa’nın torunu... 1924’te "İngilizce-Türkçe Mükessef Lügat"ı yazan Ahmed Vahid Moran’ın kızı... Edebiyatçı, ressam, piyanist... Buram buram Mustafa Kemal Atatürk kokan, 88 yaşında, zarif, bilgili, bakımlı, kibar bir Cumhuriyet kadını. Sorgusuz, sualsiz Nermin Menemencioğlu’nu dinleyelim. (Not: Bu röportajı, vefayı Fatih’te bir semt sananlara ithaf ediyorum.)

Halide Edip Adıvar’la Paris’te mutlu günler/images/100/0x0/55eac469f018fbb8f89567aa

- Turgut’la, Moda Deniz Kulübü’nde bir baloda tanıştık. Çok yakışıklı, çok hoş bir beyefendiydi. Bugün hasta yatağında bile, benim için öyledir. Turgut, Robert Kolej’i bitirdikten sonra Cenevre’de hukuk tahsil etmiş. 1939’da Ankara’ya dönüp Hariciye’ye girmiş. Ben de Paris’ten gelmiştim, harp yüzünden sınırlar kapandığı için geri dönememiştim. 1944’te yıldırım nikahıyla evlendik, çünkü Romanya’ya tayini çıkmıştı. Evlenmemizden bir sene önce de, meşhur Kahire Konferansı’na katıldı. Roosevelt’in, Churchill’in olduğu o konferansta, İsmet Paşa ve Türk heyetinin mütercimiydi. Ben leyli olarak Notre Dame de Sion Lisesi’nde okudum. Sonra Galatasaray Lisesi’nde olgunluk imtihanını verip Paris Sorbonne Üniversitesi’ne gittim. Çok sevinçliydim, Paris’te hayatımın belki de en mesut dönemini yaşayacaktım. Edebiyat okuyordum, lisans almak için 4 sertifika almak lazımdı. Türkçeyi alayım dedim, kabul ettiler. Bir sınıfa girip oturdum, Türk öğretmen ders veriyordu.

Sınıftakiler beni gösterip "Hocam, yeni bir öğrenci geldi" dediler. Öğretmen bana Fransızca olarak "Ayağa kalkın, siz nerelisiniz" dedi. Türk olduğumu söyleyince, ters bir şekilde oturmamı söyledi. Çok şaşırmıştım, sınıftakiler ise kahkaha atıyordu. Meğer, kendisiyle alay ettiğimi sanmış. Kimmiş o öğretmen biliyor musunuz, Halide Edip’in kocası Prof. Dr. Adnan Adıvar. Sonra benden özür diledi, kalbimi aldı. Halide Edip’le de Paris’te çok sıkı dost olduk. Çok yaşlıydı ama, çok hoştu. Beni çok severdi, onun hayalindeki cumhuriyet kızıydım. Avrupa’da okuyan bir Türk kızı olmam pek hoşuna giderdi. Paris’te talebeyken, bindiğim taksinin şoförü bana nereli olduğumu sordu. Türk olduğumu söyleyince, otomobili durdurdu. Bana dönüp "Ne şanslı bir talebesin, Kemal Atatürk’ü tanıdın" dedi.

Kennedy’nin vurulduğu gün

- Turgut’un ilk büyükelçiliği 1959’da Ottawa oldu. 1963’te ise Washington büyükelçisi olduk. O zaman Amerikalılar bizi çok tutardı, Türkiye’yi Avrupa diye bilirlerdi. Washington’da, Jacqueline Kennedy’nin annesi Janet Auchincloss’la aynı kulüpteydik. Birbirimize isimlerimizle hitap ederdik. Bizi New Port’taki muhteşem malikanelerinde de ağırladılar. 22 Kasım 1963 Cuma günü arabamızla Boston’a gittik. İdil Biret Amerika’daki ilk konserini verecekti. Bütün Boston sokakları Türk bayraklarıyla donatılmıştı, o kadar güzeldi ki. İdil konserin ikinci bölümde sahneye çıkacaktı. İlk sanatçıdan sonra antrakt olmadan, salon müdürü sahneye çıktı. "Bayanlar, baylar size çok kötü bir haber vereceğim. Başkan Kennedy vuruldu" dedi. Orada bayılanlar, düşenler, telefona koşanlar. Hemen İdil’in yanına koştuk, hüngür hüngür ağlıyordu. "Ben şimdi nasıl konser veririm" diyordu. Yetkililer "Vermelisiniz" diye ısrar etti. İdil de çıktı ve çok güzel bir konser verdi.

Esir olursak önce hanımları sonra da kendimizi vuracağız

- Bükreş’e, Sirkeci’den kalkan hususi bir vagonla hareket ettik. Müsteşar, askeri ataşe de bizimle beraberdi. Bulgaristan’dan gece geçerken birden durdurulduk. Bizim vagonu tek olarak ormana doğru çektiler. Sabaha kadar vagona kurşun yağdı, çok korktuk. Askeri ataşe, beyleri topladı; "Esir olursak evvela hanımları, sonra da kendimizi vuracağız" dedi. Sabah Sovyet askerleri gelip bizden özür diledi. Bükreş, o zamanlar bizim bildiğimiz İstanbul’u andırıyordu. Fransızca konuşanlar, güzel lokantalar çok hoştu. Ama çok da tehlikeliydi tabii. Sovyet askerleri ellerindeki silahlarla istediklerini öldürürdü. İki oğlumuzu da Bükreş’te dünyaya getirdim. Ekber 1945, Namık Kemal ise 1948 doğumlu. Ekber, Cenevre BM’den yeni emekli oldu. Kemal ise İstanbul’da yayıncılık yapıyor. Japonya’ya atom bombası atıldığında Bükreş’teydik.

/images/100/0x0/55eac469f018fbb8f89567acİkinci Kahire Konferansı

4-7 Aralık 1943 tarihinde Mısır’ın kahire kentinde ABD Başkanı Roosevelt, İngiltere Başbakanı Churchill ve Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, bir araya geldi. Churchill ve Roosevelt, Türkiye’yi müttefikler safında savaşa sokabilmek için İnönü ve Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu ile görüştüler. İnönü, iki lidere ilke olarak müttefiklerin yanında savaşa katılmaya karşı olmadığını, ama ordunun donanımının yetersiz olduğunu, ayrıca savaş sonrası siyasal durumun belirsizlik taşıdığını belirterek savaşa taraftar olmadığını bildirdi.

Yanan köşkün tavanında koşuşturan ’yılanlar’

- Ben 1918’de Berlin’de doğdum, babam Ahmet Vahit Moran sefarette deniz ataşesiydi. Cemal Paşa’nın yaveriymiş, o göndermiş 1916’da Berlin’e. Babam bahriye subayı, hem de çok iyi bir ressamdı. Talebeliğinde İngilizce lügat almaya parası yetmemiş. Durmadan resim yapıp satarak sonunda lügatin sahibi olmuş. O zaman kendi kendine karar vermiş, İngilizceyi çok iyi öğrenip herkesin ucuza alabileceği bir lügat yazmaya. Dediğini yaptı, lügati Oxford’da da kabul edildi. Cumhuriyetin ilanından önce, Hamburg’dan vapura binip İstanbul’a geldik. Doğru Arnavutköy’deki köşkümüze taşındık. Memduh Paşa Köşkü’ydü adı. Bir gece bizim köşk yandı, ben o zaman 4,5 yaşındaydım. Çok korkmuştum. Yatak odamın tavanında yılanlar koşuşuyordu, dışarıda kar vardı. Çocukluk işte, herhalde alevlerin gölgesiydi. Bunu Fransızca olarak kitap yapmıştım, "Boğaziçi’ndeki Kırmızı Köşk" ismiyle.

YARIN: GAZİ’NİN UNUTAMADIĞIM MAVİ GÖZLERİ
Yazının Devamını Oku

Chicago’nun en hızlı neşter çeken cerrahı

18 Aralık 2006
Tıp dünyası, her yıl 300 bine yakın kadının ölümüne yol açan "rahim ağzı kanseri"ni önleyen aşının Amerikan FDA’dan sonra Avrupa Birliği’nce de onaylanmasının heyecanını yaşıyor. Aşı, aynı zamanda FDA’nın bugüne kadar onayladığı ilk kanser aşısı olma özelliğini de taşıyor. Bu önemli konuyu, hazır İstanbul’a gelmişken, jinekolojik kanserin ABD’deki ünlü otoritelerinden Prof. Dr. Coşkun Tunca’yla konuşalım dedim. "Josh" Tunca, 2003’te ABD’li meslektaşları tarafından "En iyi 500 cerrah" listesine alınmış. Ünlü cerrah, 5 saat süren kanser ameliyatlarını 1 saatte yapmasıyla da ünlü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni 1968’de bitirip kazandığı bursla Illinois’nin yolunu tutmuş. Gidiş, o gidiş. 16 yıllık eşi Bahtışen ise, ABD’deki en girişimci Türk işkadınlarından biri. Ataköy Galleria’ya, Kıbrıs Türk Havayolları’na talip olan, Best Air’in sahibesi Mardinli ünlü patroniçe. Kızları Gizem, oğulları Tamçelik’le birlikte Tunca Grubu olarak Chicago’da sağlık, turizm, gıda, işletmecilik ve emlak alanlarında şirketleri var. Buyurun "Josh" hocam, o tatlı Türkçenizle söz sizin.
/images/100/0x0/55eaa4a5f018fbb8f88d68c6
Josh hocam, HPV virüsü kimdir, nedir, nasıl bulaşır?

- HPV (Human Papilloma Virus) cinsel ilişki ile geçen bir virüstür. Rahim ağzı kanseri ve kanser öncesi değişikliklerin yüzde 80’ine bu virüs neden olmaktadır. Son yıllarda önemi daha çok anlaşılan HPV virüsünün ABD’de yapılan bazı çalışmalarda, cinsel olarak aktif kadınların yüzde 60-70’inde var olduğu görüldü. Bu virüs, yüzde 99 erkekten kadına, kadından da erkeğe bulaşıyor. Erkeklerin ve kadınların yarısı, hayatlarının bir döneminde mutlaka HPV’ye yakalanıyor. İnsanın bağışıklık sistemi bu tür enfeksiyonları birkaç yıl içinde kendiliğinden temizliyor. Ama, daha dirençli HPV türleri rahim ağzı kanseri veya genital bölgede başka kanserlere yol açabiliyor. Bağışıklığı zayıf ve sigara içenlerde bu hastalık kolaylıkla ilerliyor. Gebelik, AIDS, kortizon tedavisi gibi kişinin bağışıklık sisteminin çok iyi çalışmadığı durumlarda hastalık hızla ve yaygın olarak seyredebilir. Ayrıca, 5 yıldan uzun süre doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda da rahim ağzı kanseri gelişme riski var.

Hasta, virüsün varlığını ne gibi belirtilerle anlayabilir?

- En önemli belirtiler; genital bölgedeki kaşıntılar, kanama ve siğiller çıkması. Kadınlar rahim ağzı kanserine karşı her yıl mutlaka pap-smear testi yaptırmalı. Özellikle genç kadınlar arasında HPV (Human Papilloma Virus) nedeniyle rahim ağzı kanseri sıklığı arttı. Son derece basit bir yöntem olan Pap-smear testiyle kanseri erken evrede saptayabiliyoruz. Bunun için, rahim ağzından hücre alarak HPV virüsü olup olmadığını anlıyoruz. Eğer sonuç 16-18 olarak çıkarsa yüksek kanser riski var demektir. Virüsü tespit edip bu aşıyı vurduğunuz zaman, kadında bağışıklık meydana gelip, süreç durduruluyor. Ayrıca siğilleri de tedavi edip yok ediyor. Ama, eğer rahim ağzı kanseri meydana gelmişse, çok geç demektir.

Bir salisede düğüm atarım

Ameliyatlardaki el çabukluğunuz dillere destan, Chicago’nun en hızlı neşter çeken cerrahıymışsınız.

- Ben ve benim gibi özel eğitim alanlar, batına girdiğimiz zaman kanserin bulaştığı tüm organlara müdahale edebiliriz. Bunun için jinekolojinin üstüne bir de "orkoloji cerrahisi" eğitimi aldım. Bağırsaktan mideye, karaciğerden dalağa kadar tüm kanser ameliyatlarını yaparım. Bu eğitimi almayanlar, yetkileri olmadığı için genel cerrah çağırmak zorundadır. Gerçek insan anatomisini Amerika’da öğrendim. İlk geldiğimde bir kadın kadavrasını 3 ay boyunca tek başıma kestim, inceledim. Bu arada ellerimi muazzam geliştirdim, devamlı dikiş attım. Ameliyattayken kullandığım aletleri kimse göremez, sol elimle 1 salisede atarım düğümü. Hocamız "Ben asistanımın kibrit kutusunda düğüm atması isterim" derdi. Başka hemşireler bana ayak uyduramadığı için, özel hemşiremle girerim ameliyatlara. Bunca yıllık cerrahlık hayatımda masada tek bir hasta kaybetmedim.

Her yıl 240 bin kadın rahim kanserinden ölüyor

HPV virüsünün tehlikeleri neler?

- Tüm dünyada kadınlar arasında kanserden kaynaklanan ölümlerin birinci sırasında meme, ikinci sırasında ise rahim ağzı kanseri var. Her yıl yaklaşık yarım milyon teşhis var, bunun 240 bini ne yazık ki, ölümle sonuçlanıyor. Ayrıca, düşük dereceli riske sahip belirli HPV tipleri, genital siğillere ve anormal pap sonuçlarına yol açabiliyor. Her yıl dünya çapında yaklaşık 32 milyon genital siğil vakası ortaya çıkıyor. ABD’de, her yıl yaklaşık 15 bin kadın, rahim ağzı kanserine yakalanırken, bunlardan yaklaşık 6 bini ölmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ise bu problem çok daha büyük, çünkü kadınlar kansere yol açan ajanların gelişimini hastalığa yakalanmadan kontrol ettirmiyorlar.

Dünyayı sarsan HPV aşısı sadece koruma amaçlı mı?

- Evet, genel olarak koruma amaçlı bir aşı. HPV’nin 6, 11, 16, 18 tiplerinin bulunmadığı kadınlarda, rahim ağzı kanserine karşı yüzde 100 koruma sağlıyor. Şu anda sadece 9-14 yaş grubundaki hanımlara uygulanabiliyor. Ancak çok yakın bir zaman içinde 26 yaş üstü hanımlar ve erkekler için de kullanımı mümkün olacak. Fiyatını sorarsanız, 1’inci, 2’nci ve 6’ncı ay olmak üzere kullanılan üçlü kitin fiyatı ABD’de 400 dolar civarında. Amerikan hükümeti bu aşıyı genç hanımlara ücretsiz yapmayı programına aldı, AB de onun izinde. Ne diyelim, darısı bizim de başımıza. Yener beyefendi, aşı HPV 6, 11, 16, 18 tiplerini içermiyor. HPV 16 ve 18, dünyadaki rahim ağzı kanserlerinin yüzde 70’den fazlasına neden olurken, HPV 6 ve 11 ise genital siğillerin yüzde 90’nından sorumlu. Aşının HPV ile temas öncesi uygulanmasını öneriyoruz.
Yazının Devamını Oku

Tayyip Bey seviliyor ama halk Çankaya’ya çıkmasını istemiyor

11 Aralık 2006
Ciddi bir araştırmacının en büyük özelliği, kapalı kutu olmasıdır. Çok fazla bilgi sahibidir ama bu bilgileri başkasının adına öğrendiğini hiç unutmaz. Hani, "ser verir, sır vermez" derler ya. İşte 30 yıllık araştırma ustası Bülent Tanla tıpatıp böyle biridir. Hep güler yüzlüdür, çok konuşmaz, not tutmaz. Yıllarca Turgut Özal’la beraber olmuştur. Demirel’in hem başbakanlık, hem de cumhurbaşkanlığı dönemlerinde danışmanlığını yaptı.

Şimdi ise CHP İstanbul Milletvekili. Sahibi olduğu PİAR-GALLUP, seçim sonuçlarını yüzde 100’e yakın bilmesiyle literatüre geçti. 1983 seçimlerinde herkes MDP derken, o ANAP dedi, aynen çıktı. 1987’de "ANAP yüzde 36.3" dedi, aynen çıktı. 1991’de

"1. DYP, 2. ANAP, 3. SHP" dedi, o da

aynen çıktı. Tanla ile Mahmut Şevket Paşa dolaylarındaki bir sitedeki görkemli villasının salonunda konuşuyoruz.

CHP artık sine-i millete dönmeli /images/100/0x0/55ea23e8f018fbb8f86da93e

Tayyip Erdoğan’ın dışında herkes, onun cumhurbaşkanlığına aday olup olmayacağını konuşuyor. CHPli bir milletvekili olarak görüşünüz, duruşunuz, eyleminiz nedir?

Tayyip Bey, siyasal ve toplumsal mutabakatı sağlayabilmek amacıyla derhal TBMM’de grupları olan Baykal ve Mumcu’yla görüşmeli. Ocak ayı ortalarına kadar bir mutabakat sağlanamadığı takdirde CHP sine-i millete gitme kararı almalıdır. Yöneticilikle liderlik arasındaki fark da burada zaten. Bir işi iyi yapmak yöneticilik, iyi bir iş yapmak ise liderliktir. Eğer partim bunu yapmazsa, ben ve arkadaşlarım sine-i millete dönmeye kararlıyız. CHP olarak, toplumun tepkisini beklemek yerine, biz toplumu harekete geçirmeliyiz. Toplumdan gelecek baskı sonucunda sine-i millete gitmek başka, sine-i millete giderek toplumsal hareketi sağlamak başka. Elbette bu yetmez, bütün meslek oda ve kuruluşlarının, Anayasal kuruluşların, üniversitelerin, yargının, akademik kurumların, sivil toplum örgütlerinin de bu konuda görüş ve beklentilerini açıklamaları beklenir. Bugünkü şartlar devam ettiği takdirde, 2007 gergin, gerilimli geçer ve demokrasimizin intiharı ile sonuçlanır. Tekrar söylüyorum ki, Türk demokrasisi intiharın eşiğindedir. Şunu da ekleyeyim, Türk Silahlı Kuvvetleri Türkiye’nin en güvenilir kurumudur. Özellikle Silahlı Kuvvetlerimizin yıpratılması Türkiye’yi içte ve dışta güçsüz kılar. İktidarın yönetim hataları, muhalefetteki yetersizlik ve becerisizlik, sivil toplumun kayıtsız ve çekingen davranışları, zaman zaman toplumun Silahlı Kuvvetler’den beklentilerini arttırıyor. Bu durum Türk demokrasisi ve Türkiye’nin geldiği seviye bakımından tehlikeli ve utanç vericidir.

Başbakan’ın popülaritesi partisinin 12 puan önünde

Sayın Tanla, siz, 73 milyonluk Türkiye’de, ayağına kadar gelen cumhurbaşkanlığını reddedecek birini tanıyor musunuz?

2023 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılını kutlayacağız. Bence, bunu kutlama heyecanımız ve kutlayacağımız cumhuriyetin özellikleri, 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yatıyor. Ben 2007 yılını ve cumhurbaşkanlığı seçimini bu anlamda çok önemsiyorum. Cumhurbaşkanlığı seçimleri, ardından yapılacak genel seçimleri de doğrudan etkileyecek. Ayrıca sonuçlarını da doğrudan belirleyecek özellikleri olacak. Hem Merkez Bankası Başkanı’nın, hem de DAVOS Başkanı’nın, hem de birçok etkili yerli ve yabancı kamuoyu önderinin ifadeleriyle, 2007’de Türkiye üzerinde karabulutlar gezecek. Dünyanın her yerinde bu seçimler oluyor, neden oralarda karabulutlar yok? Elimde dört farklı grubun yaptığı son araştırmalar var, AKP’nin yaptırdığı dahil. Erdoğan, hepsinde "popülaritesi ve güvenirliliği en yüksek liderler" arasında, partisinin de 12 puan önünde olarak yüzde 38’ler civarında. Ama, aynı araştırmalardaki, "Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olmalı mı?" sorusunun cevaplarında ise dördüncülüğe düşüyor. Özal da, Tayyip Bey gibi, popülaritesi partisinin önünde bir liderdi. Çankaya’ya çıktıktan sonra partisinin ne hale geldiğini gördük. Tayyip Bey, partisinin başından ayrılırsa, AKP oylarının 6-8 puan arasında düşeceğini tahmin ediyorum.

Nuri İyem’in en güzel tablosu kızı Müjde

DUVARLAR , Nuri İyem’in hüzünlü, iri gözlerle bakan Anadolu kadını resimleriyle dolu. Müjde Tanla, şömineye birkaç odun daha attıktan sonra kahvelerimizi getirdi. İlk yudumla birlikte bastım teybin start düğmesine. Aaa, bir de ne göreyim, Bülent Tanla dolmuş da, taşmış bile. O ki, bugüne kadar gördüklerini, duyduklarını kimselerle paylaşmamış. Kayınpederi, büyük ressam Nuri İyem’in belki de en güzel tablosu olan sevgili eşi Müjde’yle bile.

Erdoğan bence Köşk’e çıkmayacak

Türkiye’deki genel kanaat ve beklenti, Erdoğan’ın Köşk’e çıkmaya kararlı olduğu noktasında.

Ben aksini düşünüyorum. Başbakan Erdoğan ve kurmayları Türkiye’yi çok sevdiğini söylüyor. Bugün, cumhuriyet değerleri çok yüksek, Atatürkçü, laik bir cumhurbaşkanı var. Buna karşılık, İslami referansı olan bir hükümet var. Gerginliğin nedeni, iktidarı ele geçiren siyasi olarak küçük zümrenin, çoğunluğa karşı dayatmacı bir siyaset yapma anlayışı. Eğer önümüzdeki dönem, Erdoğan cumhurbaşkanı, hükümette de koalisyon olursa bugünün tam tersi yaşanır. Bana göre önümüzdeki dönem parlamentomuz dört partili ve birtakım bağımsızlardan oluşan bir yapıda olacak. Türkiye böyle bir gerginliği yedi yıl kaldıramaz. Başbakanlık otomobilin direksiyonu ve gaz pedalı, cumhurbaşkanlığı ise fren ve vitesi. Erdoğan’ın kişiliği, heyecanı, gelişimi, yaşı ve beklentilerinin başbakanlığa daha uygun olduğu kanaatindeyim.
Yazının Devamını Oku

Bir Disneyland bir milyar dolardan aşağı değil

4 Aralık 2006
İşte eğlence... İşte hayalleriniz... İşte Orlando... Ve işte Walt Disney World... Birbirinden ilginç eğlence parkları, çılgın eğlenceler. Dilerseniz Walt Disney dünyasında büyülü bir yolculuğa çıkıp, geçmişle gelecek arasındaki köprüde yol alın. Dilerseniz Sea World’ün en ıslak maceralarına katılın. Ya da, Walt Disney’in unutulmaz sevimli kahramanlarıyla Epcot Center ve MGM stüdyolarında buluşun. Kendinize güveniyorsanız, "Mission: Space" ile Mars yolculuğuna çıkın. Bu arada, esmer, uzun boylu, yakışıklı, kibar, güleryüzlü bir genç adam görürseniz durup iyice bakın. Gözünüzün önüne Hürriyet’in şehit Genel Yayın Müdürü Çetin Emeç gelsin.

Tıpkısı ise, o gencin adı Mehmet Emeç’tir. Bilge-Çetin-Mehveş üçlüsünün sevgili Memo’ları... Sevgili Memo, çocukluğundan beri hep saklar kendini. Başkalarına lüks mevki bileti alır, kendisi 2. mevkide oturur. Alabildiğine sessiz ve alçakgönüllüdür, konuşurken yüzü kızarır. Babasını kaybettiğinden beri ABD’de kendi alınteriyle, kimseden yardım istemeden bugünlere geldi. Başını dik tuttu, boynunu eğmedi. Onun için bu röportajı, Çetin Emeç’in oğlu Memo ile değil, Walt Disney World EPCOT’un bölge müdürlerinden Mehmet Emeç’le yaptım.

"Onların peşinden gidecek cesaretiniz varsa, bütün rüyalar gerçek olabilir. Her şeyin bir fareyle başladığını asla unutmayın. (Walt Disney)

- 1970 İstanbul doğumluyum. Moda Lisesi’ni bitirdikten sonra bir yıl İngiltere’de okudum. Oradan Amerika’ya geçip Indiana’da işletme okudum. Sonra da Wisconsin ve Orlando’da master ve MBA derecelerini aldım. Wisconsin’de bir gün okula Disney’den bir ekip geldi. Seçecekleri öğrencilerle mülakat yapıp, başarılı olanlara iş teklif edeceklermiş. Ben de Türkiye’ye dönüp dönmemekte kararsızdım. Beni de mülakata çağırdılar, kazandım ve Disney maceram böyle başladı. Disney’de çeşitli eğitimler aldım, neredeyse bir üniversite daha bitirdim. Daha sonra otel departmanında, ön bürodan başlayıp proje müdürlüğüne kadar yükseldim. Ardından, otellerin dış ilişkiler proje müdürlüğüne getirildim. 2000’de Disneyland’ın bilgi ağı projesini baştan sona ben dahil üç kişi yaptık. Bu proje üç sürdü, sonraki iki yıl da bilgi iletişim ağının proje müdürlüğünü yaptım.

TÜRKİYE BU YILKİ FUARIN YILDIZIYDI

EPCOT Center, ABD’nin Florida Eyaleti’nin Orlando şehrinde, Disney World’den Seaworld’e kadar uzanan onlarca tema parkından biri.

- Türkiye, Epcot’ta 11 yıldır düzenlenen Uluslararası Yemek ve Şarap Festivali’ne ilk kez bakanlık düzeyinde katıldı. Bunda az da olsa benim payım olduğu için kendimi çok mutlu sayıyorum. 12 Kasım’da sona eren festivale Türkiye, Fas ve Fransa daimi pavyonlarının arasında 315 bin dolara kiraladığı 150 metrekarelik bir alanda katıldı. Yaklaşık iki milyon ziyaretçi yemeklerimizle, şaraplarımızla, zeytin yağlarımızla tanıştı. Maket Kapalıçarşı’dan alışverişlerini yaptı, üç boyutlu peri bacalarını gördü, İstanbul yalılarını tanıdı.

Türkiye’de Disneyland ha kuruldu, ha kurulacak. Sevgili Emeç, bu konuda ne biliyorsan söyle de, kurtulalım.

- Hep böyle söylentiler çıkıyor ama, bence Disneyland’in Türkiye’ye gelebilmesi pek mümkün değil. Çünkü Hong Kong yeni kuruldu, onun kendini kurtarması lazım. Türkiye’de şimdilik belki bir maket Disneyland projesi gerçekleşebilir. Bir Disneyland projesi, neresinden bakarsanız bir milyar dolardan aşağı değil. Orlando’dakinde dört ana park, iki su parkı, 18 otel, içinde beyzbol dahil bütün oyunlar olan bir spor kompleksi var. New York Manhattan’ın iki katı yani. Yılda 40 milyon kişinin ziyaret ettiği, dünyanın bir numaralı tatil beldesi. Bizim otellerin en ucuzu odası 170 dolar, o da sadece dört duvar. 35 bin yatak kapasitemiz var, en küçüğü 1000 yataklı. Buna rağmen yüzde 97 doluluk oranıyla çalışıyoruz.

Aynı yerde iki Miki göremezsiniz

"Disneyland’ların temel felsefesi nedir, nasıl ederler de dünyanın dört bir yanından mıknatıs gibi insan çekerler?

- Bizim görevimiz, gelen insanları bir şekilde o muhteşem şovun içine dahil etmek. Disney’in temel karakterlerin kılığında dolaşacaklar boy ve kiloya göre seçiliyor. Mickey Mouse, Minnie, Donald Duck, Goofy, Pluto’ya kadar hepsinin kendine özgü el yazıları vardır. Kahramanlar 20 dakika çalışır, 20 dakika dinlenir. Çünkü, giydikleri tüylü kostümlerin içi yaz sıcağında neredeyse 90 derece olur. Disneyland’larda bir prensip daha vardır, Mickey tektir. Onu değişik yerlerde görürsünüz ama, asla aynı yerde iki Mickey Mouse olmaz.

Parkların altı tünellerle dolu

Sanmayın ki, Disney parklarının sadece üstünde hayat var.

- Orlando’yu her yıl dört-beş kasırga vurur. Öyle olur ki, ağaçları kökünden söküp atar. Diyelim, kasırga 16.00’da gelip, ertesi gün 04.00’de gidecek diye haber geldi. 1200 kişilik temizlik ordusu, iş aletleriyle birlikte bir gün önceden parkların altındaki tünellere yerleşir. Her türlü yiyecek, içecek, yatak, yorgan hazırdır. Hatta, isteyenler evcil hayvanlarını bile getirebilir. Kasırga geçer geçmez, bütün personel ellerinde süpürgeler, testereler, küreklerle dışarı çıkıp parkları tertemiz hale getirir. Sabah 09.00 olduğunda, kapılar hiçbir şey olmamış gibi açılır.
Yazının Devamını Oku

Elimde olsa Türkiye’yi şu an AB’ye alırdım

27 Kasım 2006
Adı: Socrates P. Kokkalis. Doğum tarihi ve yeri: 1939 Atina. Eğitimi: Berlin Humbolt Üniversitesi Fizik ve Elektronik. Yatırımları: Şans oyunları, telecom, elektronik savunma sanayii sistemleri. Görevleri: Intracom (Yunanistan’ın uluslararası telekomünikasyon devi) Holding’in kurucusu, CEO’su ve Yönetim Kurulu Başkanı; Intralot (Gelir olarak dünyanın 3. büyük şans oyunları operatörü) Yönetim Kurulu Başkanı; Pire Oliympiyakos Futbol ve Basketbol Kulübü Başkanı. Serveti: 2 milyar dolar. Bildiği yabancı diller: İngilizce, Almanca, Rusça, Rumence, İtalyanca ve Fransızca. Türkçe’yi anlıyor ama, konuşmuyor. Medeni hali: Eleni Kokkalis ile evli ve 3 çocuk sahibi. Bay Kokkalis’le, Süzer Plaza Rezidans’ın en üst katlarından birindeki muhteşem rezidansında buluştuk. Kalın kaşlı, güler yüzlü, tonton görünüşlü bir komşumuz Bay Kokkalis. Futboldan iş dünyasına, Kıbrıs’tan AB’ye kadar uzun uzun sohbet ettik. Birlikte Türk kahvesi içtik, antepfıstığı yedik. Yanarım ki masadaki enfes yaprak sarmadan birini ona kendi ellerimle yediremedim. Her neyse, belki gelecek sefere. Ne demişti Socrates; "Galip asker, hiçbir zaman mağlup askerin üzerine eğildiği zamanki kadar yüksek değildir."

Yunanlı işadamları son zamanlarda Türkiye’ye pek merak sardı. Bizi salam gibi doğrama niyetiniz yok değil mi?

- Yok canım. Yunanistan küçük bir ülke. Türkiye çok büyük ve önemli bir ülke. Biz bir Yunan şirketi olarak /images/100/0x0/55ead092f018fbb8f8986f63Türkiye’deki en büyük yatırımı yaptık. Şu ana kadarki yatırımlarımız 100 milyon doları buldu. Şimdi Milli Piyango’nun özelleştirilmesini bekliyoruz. Yüzde 45’ne sahip olduğumuz İddaa oyununun fonunu artıracağız. Ayrıca Türkiye’de Telekom özelleştirmelerini takip ediyoruz. Özellikle Broadband (geniş bant internet hizmeti) var gündemimizde. Buna Wi-Max de dahil. Benim için İstanbul’a gelmek ile Selanik’e gitmek arasında hiçbir bir fark yok. Ama Selanik’te hiç iş yok, İstanbul’da çok iş var. Türkiye özel bir ülke. Hem İslam ülkesi, hem de demokratik. Bu açıdan eşsiz bir ülke. Bu da Kemal Atatürk zamanında gerçekleşti. Türkiye bölgede çok önemli bir rol oynuyor, çok büyük kalkınma potansiyeli var. Bence Türkiye’ye yakın zamanda birçok yabancı yatırımcı gelecek.

ERDOĞAN TAM BİR LİDER

İstanbul’da yapılan Dünya Ekonomik Forumu’nda konuşmacıydınız. Bu arada Başbakan Erdoğan ve Maliye Bakanı Unakıtan’la özel görüşmeleriniz oldu. İkisiyle de aranız pek çok iyi, gördüğüm kadarıyla.

-Sayın Erdoğan’ı ve Gül’ü dinledim. Erdoğan, bence şu anda hem Avrupa, hem de dünya genelinde en önemli liderlerden biri. Tam bir lider. Geçmişine bir bakın, nereden başlamış, şu anda nerede? Türk insanının nasıl düşündüğünü bence çok iyi biliyor. Ve Türkiye’nin geleceği için bir görüşe sahip. Onu iyi bir lider yapan da bu özellikleri zaten. Ayrıca bir liderin duruşu da çok önemlidir. Erdoğan’da bu da var. Yanlış bilmiyorsam, Türkiye’de yıllardır ilk kez bir parti tek başına iktidarda. Bu da gösteriyor ki, Türk halkı Erdoğan’ı takdir ediyor. Erdoğan bence güçlü bir kişilik. Türkiye’yi ekonomik açıdan çok açık bir ülke haline getirdi.

KIBRIS KÜÇÜK BİR SORUN

AB’ye girmemize hep karşı çıkıyorsunuz, hani dosttuk? Güney Kıbrıs’a sözünüz geçmiyor mu? Bu nasıl komşuluk beyefendi?

- Başlangıçtan beri ben hep "Türkiye AB’ye üye olmalıdır" diyorum. Türk-Yunan İş Konseyi toplantılarda da bu görüşümü hep anlattım. Benim elimde olsa Türkiye’yi hemen bugün AB’ye alırım, neden almayayım ki? Kıbrıs, AB ve Türkiye birlikteliğini stratejik açıdan ele alırsak çok küçük bir sorun. Politikacı olsaydım ve o gücüm olsaydı, iki tarafa da "Annan ya da her kimin ne teklifi varsa hepsini unutun, birleşin" derdim. AB daha çok bir ekonomik birlik. Siyasi olarak AB’nin çok güçlü bir geleceği olduğundan da emin değilim. Her ülkenin başbakanı, ülkesinin patronu olmak istiyor. AB de Brüksel’den onları kontrol etmek istiyor. İşte burada bir çatışma var. Bugün, herkesin kendi ülkesini yönetmesi bir anlam taşımıyor. 

BALKAN DOSTLUĞU BURSU

Harvard Üniversitesi John F. Kennedy Okulu’nda Kokkalis Vakfı programı var. Sadece Arnavutluk, Bulgaristan, Macaristan, Romanya, Makedonya ve Türkiye ile sınırlı. Bu programdan amacınız ne?

- Balkanlar sorunlu bir bölge ve modern vizyon eksikliği var. Bu programlarla; sadece kendi ülkesini değil, tüm bölgeyi görebilen insanlar yaratmayı amaçlıyoruz. Bence ABD, modern toplumların nasıl olduğunu, nelere önem verdiğini görmek için iyi bir yer. Bu programın herhangi bir ara amacı yok, sadece bir hizmet. Öğrenciler ABD’de iyi bir eğitim aldıktan sonra kendi ülkelerine dönüyor. Birbirini tanıyan bu insanlar sayesinde belki daha iyi ilişkiler kurabiliriz. Birbirleriyle konuşarak anlaşırlar, böylece kavga olmaz. Birlikte daha güçlü bir bölge yaratabiliriz. Bir projem vardı, futbolda olduğu gibi, basketbolde de bir Avrupa ligi yaratmak. Böylece 500 milyon insan için çok iyi bir rekabet imkanı oluşacaktı. AB buna izin vermedi, o zamanki FIBA Başkanı Stankowitz "Bu projeyi unutun" dedi.

Emre ve Hasan Şaş hayranı

Gelelim Olympiyakos futbol ve basketbol kulüpleri başkanlığınıza. Bunca işiniz arasında onlara nasıl zaman ayırabiliyorsunuz?

- Ben çocukluğumdan beri Olympiyakos fanatiğiyim. Küçük bir çocukken tribünlere çıkar, sesim kısılana kadar takımım için bağırırdım. Olympiyakos’un amansız bir taraftarıyım, kulüp başkanlığını ticaret için yapmıyorum. Televizyonda her gece ya futbol, ya basket maçı izlerim, dizi falan bilmem. Evimde kulübümüzün kocaman bir bayrağı asılı, kırmızı-beyaz. Karamanlis dışında tüm başbakanlarımız bizim kulübün taraftarıdır. Atina’da "Georgios Karaiskakis" adlı 33 bin kişilik çok güzel bir stadyum yaptık. Olympiyakos, Yunan tarihinde üst üste 7 yıl şampiyon olan tek takım. Bundan dolayı 7 benim uğurlu rakamımdı. Ama Juventus’e 7-0 yenildikten sonra bundan vazgeçtim. Kulübümüzde bir de Türk oyuncu var, Alman vatandaşı Erol Bulut. 22 sırt numaralı başarılı bir genç savunma oyuncusu. Sizin ülke içinde ve dışında oynayan birinci sınıf çok futbolcunuz var. Mesela Emre ve Hasan Şaş benim favorilerim. Aynı şekilde, basketbolde de son yıllarda müthiş bir çıkış yaptınız.
Yazının Devamını Oku

Allah’a can borcum var gerekirse o da gitsin

19 Kasım 2006
Koruma Müdürü Recai Birgün, Ecevit’in hastalığının TOBB’daki yemekle başladığını belirtiyor. Doktorları "Kıpırdarsanız felç olursunuz" demişler. Ama Ecevit, evde 3 ay boyunca mutfakta kahvaltıdan sonra, mavi koltuğunda gazetelerini okumuş. Doktorların geldiğini telsizden öğrenince de gidip yatağına yatmış. TOBB’DAKİ YEMEK

Sayın Ecevit’in hastalıkları peş peşe geldi. Başlangıç noktası neydi?

Beyefendi’nin ilk büyük rahatsızlığı, TOBB’un 4 Mayıs 2002’de verdiği resepsiyondan sonra başladı. O akşam gelen pilav dönerin ne şekli, ne tadı güzeldi. Benim şahsi kanaatim, beyefendiye o yemek dokundu. Başbakanın yiyeceklerini tatma uygulamamız yok. Ancak, servis ilk noktadan itibaren gözetim altında olurdu. Ayrıca, içeceklerinin kapağını ilk biz açarız. Ertesi gün görevli değildim, anons edilince fırladım. Beyefendi evde yatıyordu, "Sırtım ağrıyor" diyordu, Başkent Hastanesi’ne götürdük.

Neden Başkent Hastanesi? /images/100/0x0/55eb3846f018fbb8f8b32631

Oranın doktorlarından Turgut Zileli, Beyefendi’yi Hindistan gezisinden sonraki rahatsızlığında tedavi etmiş. Böyle başlamış Başkent’le ilişkileri. Hastanede 1.5 saat içinde çok yoğun tetkikler yapıldı. Doktorlar sonunda; "Ne olduğunu anlayamadık, önemli bir şeyi yok ama, tedbiren bu gece burada kalması iyi olur" dedi. Önemli bir şey yoksa niye kalalım. Eve gitmeye karar verildi, doktorlar da peki dedi. Gazeteciler bekliyordu, fakat Beyefendi’nin konuşmasında sıkıntı vardı. "Başkent Hastanesi Başhekimi" diyemedi bir türlü. Neden diyemediğini sonra öğrendik ama, iş işten geçti.

Neden olmuş?

Mideye gastroskopi yapılmadan önce, hastanın ağzı ve boğazı uyuşturulurmuş. Bu yüzden hasta, bir süre felçli gibi konuşamazmış. Doktorlar bizi önceden ikaz etselerdi, onu arka kapıdan çıkarırdık. Neyse eve geldik. Beyefendi bir şey yaparken düşüyor, sırtını sandalyeye çarpıyor. Başkent’e gittik, "Kaburgada kırılma var ama, önemli değil. Kendi kendine kaynar" açıklaması yapıldı. Eve döndük, sonraki günlerde beyefendi düzelir gibi oldu. 10 gün kadar yattık. O arada giriş katındaki kütüphane evi hazırladık, merdiven çıkılmasın diye. Tam eve girerken Beyefendi’nin ayağı tökezledi. Ertesi gün "Sırtımda bir ağrı var" dedi, yine Başkent’in yolunu tuttuk. "Şu numaralı omurda çökme var, yatacaksınız, kıpırdarsanız felç olursunuz. Tuvalete bile gitmeyeceksiniz" diye uyardılar.

EVDEKİ 3 AYLIK YATAK OYUNU

Bülent Bey evde yatarken günleri nasıl geçmeye başladı?


Evde, her sabah ayrı branşlardan 8-9 doktor gelip Beyefendi’yi muayene ediyordu. Genellikle; "Kıpırdarsanız felç olabilirsiniz" deniyordu. Beyefendi ilk gün sözlerini dinleyip yattı. Ama, 2’nci günün sabahından itibaren gazetelerini salondaki mavi koltuğunda okumaya başladı. Her sabah kahvaltısını mutfakta yapıyordu. Doktorların gelme saatini telsizle takip edip kendisine haber veriyorduk. Gelmelerine yakın girerdi yatağına, kımıldamadan onları beklerdi. Niye mi, doktorlara karşı ayıp olmasın diye. Biz 3 ay boyunca, yatıyor gibi davrandık. Doktorlar gider gitmez beyefendi salondaki mavi koltuğuna geçip, çayını, kahvesini içer, muhabbetini yapardı. Bütün özel ihtiyaçlarını da kendisi giderirdi.
/images/100/0x0/55eb3846f018fbb8f8b32633
Hanımefendi’nin yanında kalacağım

EMNİYETTE 22 senem doldu, 16 Aralık’ta emekliliğimi isteyeceğim. Hanımefendi’nin yanında kalmaya devam edeceğim, emeklilik gerekçem de bu. Kendilerinden bir ücret almam asla söz konusu değil. 1966, Gümüşhane Köse doğumluyum. 3 yaşımdayken aile İstanbul’a göç etmiş. Soyadımız aslında Aygün, ATO Başkanı Sinan Aygün’le amca çocuklarıyız. 1970’lerde aile içi tartışma sonucu babam Birgün soyadını aldı.

Evde kalınca borsa inip çıkıyordu

SALI günü Bakanlar Kurulu olacak. Pazardan başlıyoruz sormaya; "Katılabilir miyiz?" diye. "Sorun yok, katılabilirsiniz" deniyor. Ben de kapıda bekleşen gazeteci arkadaşlara katılacağımızı açıklıyordum. Toplantı sabahı "Aman efendim, toplantıya katılmayın, baskı var sinire" deniliyor. Doktor olarak tolerans göstermemekte haklı olabilirler ama, neticede bu hasta bir başbakan. Gitmediğimiz zaman yine manşetler; ’Ecevit yine evden çıkamadı’ diye.

Kaç kez oldu bu erteleme?

Bu olay 3 kere geldi başımıza. Biri Milli Güvenlik Kurulu, biri Bakanlar Kurulu, bir de Cumhurbaşkanı’nın Kıbrıs’la ilgili liderler zirvesi. Her gitmeyişimizde borsa karıştı, yer yerinden oynadı.

Doktorlara rest çekip konutta yaptığı bir toplantı var.

Başbakanlık konutunda koalisyon liderleriyle yapacağı toplantı günü yine; "Beyefendi, kesinlikle gidemezsiniz" denildi. Beyefendi yatağında doğrulup yeri indi, ayağa kalktı ve aynen şöyle dedi: "Ben çıkacağım deyip çıkmadığım her toplantıda borsa düşüyor, ortalık ayağa kalkıyor. Benim Allah’a bir can borcum var, başka bir şey yok. Gerekirse o da gitsin. Mutlaka katılacağım, siz bana ne yapmam gerektiğini söyleyin yeter." Sonunda bir korse taktılar, böylece toplantıya katıldık.

Onu burjuvalaştırdım

GÜLHANE’ye gitme fikrini ben verdim kendisine. İlginçtir, Sayın Ecevit, Gülhane’ye gidebileceğini dahi bilmiyordu. O kadar hassas, nazik, olağanüstü alçakgönüllü bir insandı. Bana; "Orası askeri bir yer, biz gidip onları rahatsız etmeyelim" dedi. Dedim ki: "Efendim siz başbakansınız, istediğiniz her yere gidersiniz. Herkes size hizmet etmek zorunda." İnanın, Sayın Ecevit’e hizmet ederken biz utanıyorduk, bazı düşüncelerimizden. O kadar mütevazı, o kadar sade Ecevitler’i ben biraz burjuvalaştırdım. Beyefendi asla yabancı arabaya binmezdi, ben bindirdim.

Aile hatırası

EMİNE-Recai Birgün çiftinin çocukları Tuğçe Beyza ile kardeşi Bülent Efe rahmetliye "Ecevit Dede" dermiş. Bülent’in adını da o vermiş. Bayramlarda, yeni yılda, doğum günlerinde çocuklara mutlaka bir armağan alırmış.

Mirası kravatları

ECEVİT’in Recai Birgün’e bıraktığı en büyük miras, onun kravatları. İngiliz malı ipek kravatları Ecevit yıllarca, hiç eskitmeden giymiş. Birgün onun kravatlarından birini takmadan sokağa çıkmıyor.
Yazının Devamını Oku

Beyin kanaması aşırı heyecandan

18 Kasım 2006
Emniyet Müdürü Recai Birgün, 6 yıldır yanında çalıştığı Bülent Ecevit’in sadece Koruma Müdürü değildi. Onun en yakın can yoldaşı, manevi evladı, sırdaşıydı aynı zamanda. Onun içindir ki, son seçimde Birgün’ü Zekeriya Temizel’in önündeki sırada aday göstermişti. Birgün Ailesi, Ecevitler’in eski evlerinde konuk olarak yaşıyor hayli zamandır. Oran, No: 69, Kat: 3. Hey gidi günler hey... Ecevitler’in yaşadığı Kütüphane Ev bir koşu uzaklıkta. Salona giriyoruz, tablolardan halılara, koltuklara kadar her şey Bülent Ecevit kokuyor. Birgün; güler yüzlü, dünya beyefendisi, diplomat görünümlü, şık bir salon beyefendisi. Görünüşüne aldanmayın, o terörist avcısı yaman bir Özel Harekátçı. 100 metre şampiyonu bir atlet. Sesine aşık olarak evlendiği eşi Emine Hanım’la mutlulukları ikisinin de gözlerinden okunuyor. Buna bir de kızları Tuğçe Beyza ve oğulları Bülent Efe’yi ekleyin. Girişi burada kesmek lazım, çünkü buraya Recai müdürden Ecevitli günlerini dinlemeye geldik. İlk kez bize anlatacak. Rahmetli Bülent Ecevit’in ’Yargı’ şiiriyle söze girmek geldi içimden.

"Öldürenle katiliz çalanla hırsız, tümümüz sanığız tümümüz savcı, tümümüz suçlu tümümüz yargıç, kimi aklar kimi suçlarız, kimi bağışlar kimi asarız/ kendimizi başkasında, her gün bıçak saplı, birinin arkasında, vurulan da biziz vuran da."

CENAZEYE GİTMEK İÇİN ISRAR ETTİ

Rahmetli Özbilgin’in cenaze töreninin öncesi ve sonrasında merhum Ecevit’le neler yaşadınız?


18 Mayıs 2006, Danıştay üyesi merhum Mustafa Yücel Özbilgin’in cenaze töreni günü. "Benim bildiğim Beyefendi buna gider" deyip arkadaşları Kocatepe’ye gönderdim. Sabah hiçbir şey demedi. Oh dedim, herhalde gitmeyecek. Partide oturuyorum, cenazenin kalkmasına 40 dakika falan var. Beyefendi aradı; "Recai Bey, cenazeye gitmemiz lazım, hemen gelin" dedi. Eve geç gitmek için her şeyi yapıyorum, trafiği bahane edeceğim. Baktım, giyinmiş bekliyor kapıda. Hanımefendi de gitmesini hiç istemiyor. Bende bahane bol; "Efendim şimdi orası dolmuştur, yetişemeyiz." Cevap: "Olsun, yolda oluruz hiç değilse." Çok yavaş gidiyoruz, uzatıyorum yolu. Ara sokaklar, çıkmaz sokaklar. O kadar oyalanmama rağmen, cenazeye yetiştik. Durduğumuz yerle cenaze arasındaki mesafe uzun. "Efendim kaldırıyorlar, yetişemeyiz" diye yalan söylüyorum. "İnelim, hiç değilse aşağıda karşılarız" diyor. İnip yürümeye başlıyoruz, Sayın Ecevit’in hiç böyle alkışlandığını görmedim. Alkışlar bizle beraber çoğalıyor, slogansız, sevgi dolu. İnanılmaz, müthiş bir duygu yoğunluğu. Doktorlar da beyin kanamasının aşırı heyecandan olduğunu söyledi zaten.

VEDA DONDURMASI VE ÜSTÜNE ÇAY

Ecevit’in Kocatepe’nin merdivenleri çıkarken görüntüsü hálá gözümüzün önünde.


Beyefendi, caminin merdivenlerini aksine gayet rahat çıktı. Çünkü heyecanlandığı zaman müthiş güçlenirdi. Arabaya dönerken Beyefendi halsizleşmişti, artık ayakları tutmuyordu. Birkaç dakika dinlense, rahatlayacaktı. Bizi dinlemedi, ısrarla cenazenin peşinden gitti. Sonunda arabaya döndüğümüzde yorgundu ama, rahatlamıştı. Yolda giderken; "Recai Bey bize dondurma ısmarlar mısın?" dedi. Bizim buradaki pastanede dondurmamızı yedik, üstüne de bir çay içti. Sonra onları eve bıraktım. O gece yardımcım Tolga Yılmaz’lardaydık. Hanımefendi aradı, "Bülent biraz iyi deği" dedi. Hemen Tolga’yla eve gittik.

ÖPTÜRMEDİĞİ ELİNİ SON KEZ ÖPTÜM

İlk tablo neydi?

İçeri girdiğimizde, Beyefendi yatağında çok değişik bir yüz ifadesiyle yatıyordu. Gözleri açıktı, bizi anlamıyor, cevap vermiyordu. Hemen GATA’da Hanımefendi’nin hayatını kurtaran Necmettin Hoca’yı aradım. Bulamayınca aynı ekipten Hayati Hoca’ya durumu anlattım. Mücahit Bey hemen geldi. Beyefendi’nin tansiyonu 20 küsurlardaydı. 112’den ambulans da çağırmıştım. Mücahit Bey suni teneffüs yaptı önce. "Beyin kanaması geçiriyor, hemen hastaneye kaldırmamız lazım" dedi. Eski tip bir tansiyon aletinin lastik hortumunu koparıp, onunla Beyefendi’nin gırtlağını temizledi. O sırada ambulans geldi, GATA’ya gittiğimizde zaten her şey hazırdı. 172 gün direndi ama, şuuru hiç açılamadı. Beyin ameliyatından sağ çıkmasını büyük bir mucize olarak gördü doktorlar. Definden önce onu son kez; Hanımefendi, ben ve yardımcım Tolga gördük. Yıkama işleminde yardımcı olduk, son kez kimselere öptürmediği elini öptüm.

BÜYÜKANIT PAŞA ISRAR ETTİ...

Rahşan Hanım’ı Devlet Mezarlığı için kim, nasıl ikna edebildi?

Ben de çok eminim ki, Sayın Ecevit Devlet Mezarlığı gibi bir yerde yatmak istemezdi. Hayatı sadelik içindeydi, kendisini asla ayrıcalıklı bir yerde görmedi. Rahşan Hanım istemedi ama, yukarıdan biraz baskı oldu. Genelkurmay Başkanımız Büyükanıt eve taziyeye geldiğinde dedi ki: "Hanımefendi, arzu ettiğinizi sonra yapabilirsiniz. Fakat şimdi biz devlet töreni yapalım. Sayın Ecevit’e son görevimizi yerine getirelim. Biz ona layık, çok büyük bir tören yapmak istiyoruz."

ERBAKAN TAZİYEDE KURAN OKUTTU, RAHŞAN HANIM MEMNUN OLDU

Necmettin Erbakan taziyede Kuran okutmuş, ya Başbakan ne yaptı? Rahşan Hanım kızmadı mı olan bitene?


Sayın Erbakan taziye ziyaretine geldi, içlerinden birisinin Kuran okumak istediğini, bunun mümkün olup olmayacağını sordu. "Burası cenaze evi, çok da memnun oluruz" dendi ve okundu. Hanımefendi odasında, kapısı kapalı olduğu için haber vermedim. Birden Kuran sesi duyulunca, Hanımefendi kapıyı açtı. Bir gün önce; "Bir hoca bulalım da, evde Kuran okutalım" demişti. Bana; "Yoksa hoca mı getirttiniz?" dedi. Durumu anlattım, "Çok güzel oldu, bırakın okusunlar. Ama, ben yanlarına çıkamadım ne olacak?"dedi. "Önemli değil ben kendilerine söylerim" dedim. Zamanı /images/100/0x0/55ea7fe8f018fbb8f883fce5gelince hem evde, hem de camide mevlit okutulacak. Hanımefendi’nin Devlet Bahçeli’ye kafasını çevirdiği de doğru değil, görmedi ki. Öyle olsaydı bana; "Recai Bey, Devlet Bey’in kardeşi vefat etmiş, adamcağız bize taziyeye de geldi. Hemen kendisine başsağlığı telgrafı çekelim" demezdi. Sayın Başbakan ziyarete geldiğinde Hanımefendi’yle güzel kedi muhabbeti oldu, sonra ayrıldılar. Biliyorsunuz, bizim evde 3 kedimiz var. Halbuki ben; "Hanımefendi Tayyip Bey’e çıkmaz" diye düşünüyordum.

Beşiktaş değil, Özel Harekát kartalı

BİRGÜNLER’in salonunun başköşesinde Bülent Ecevit’in fotoğrafının yanı sıra bir de kartal heykeli var. O kartal Beşiktaş’ın değil, Özel Harekát’ın simgesiymiş meğer.

Sırdaşı, can yoldaşı

KORUMA Müdürü Recai Birgün, Ecevit’in Rahşan Hanım’dan sonra en yakınındaki kişiydi, can yoldaşıydı. Birgün, "Sayın Ecevit’in bıraktığı hiçbir sözlü ve yazılı vasiyeti yok. Ben ve ailemin hiçbir ferdinin mirasla ilgisi yok. Yani manevi evlatlık falan söz konusu değil. Sadece bu evlerinde kira vermeden oturuyoruz" diyor.

YARIN: Onları burjuvalaştırdım
Yazının Devamını Oku