Paylaş
Onunla en son çarşamba günü konuştuğumuzu hatırlıyorum... ‘‘Bir ay önce iki gün hastanede kendimi bilmeden yatmışım’’ demişti. ‘‘Bizi çok ihmal ettin. Seni görmeden ölüp gidecektim.’’
İçim cız ettiyse de fazla önemsemek istemedim. Çok genç ve güzel bir kadındı. Yorgunluk ya da sıkıntıdan bir kriz geçirmiş olabilir diye düşündüm. Cevap verdim:
‘‘O zaman cuma akşamı geliyorum. Bir şey hazırlamayın, balık da getireceğim.’’
‘‘Olsun, ben gene de yemek yaparım’’ dedi. ‘‘Senin sevdiğin bir şeyler yaparım.’’
Onlarla 10 sene önce Erdek'te bir plajda tanışmıştık. Birbirlerini çok seven genç bir karı-koca ile iki pırıl pırıl kız çocuğuydular. Biz ve oğlanlarla kaynaşmaları uzun sürmedi. Zamanla en yakın akrabadan öte, ‘‘dost’’ olup çıktık.
Şimdi düşününce, onun benden genç yaşına rağmen bana ‘‘ağabey’’ gibi değil, ‘‘çocuğuymuşum’’ gibi davrandığını anlıyorum. Benim bütün hayatımı öğrenmişti. Annemi kaybettiğimi, beni babaannem Melek Hanım'ın büyüttüğünü biliyordu. Kendisini, bana hiç sezdirmeden Melek Hanım'ın yerine koymuş ve onlara her gidişimde bana annemin olağanüstü ihtimamını göstermişti. O da Melek Hanım gibi incecik, dal gibi bir kadındı.
* * *
Cuma sabahı uçağa gitmeden önce, kızı Ankara'ya telefon ederek annesini gene hastaneye kaldırdıklarını söyledi. Gene bir tansiyon yükselmesi olduğunu düşündüm. İstanbul'a ulaşıp Haydarpaşa Numune Hastanesi'ne vardığımda onu yoğun bakımda yapay solunum cihazına bağlanmış buldum.
Doktor Nur Hanım beni alıp onun yanına götürdü. Uzun saman sarısı saçları yastığa savrulmuş, gözleri kapalı yatıyor ve solunum cihazından inatla soluk alıyordu. Her zamanki gibi bakımlıydı. Artık refleksi kalmayan ayaklarının tırnaklarına beyaz ojeler sürmüştü. Doktor Hanım, onun bir gözkapağını hafifçe kaldırdı. Artık her şeyi anlamıştım.
Gene de ona ölümü bir türlü konduramadım. Bir mucize olacak umudundaydım. Konuştuğum herkesten, onun için dua etmelerini istedim. İçimde bir genç anne daha yitirme ihtimalinin acımsı kuşkusunu taşıyor ve kafamdan bütün ölümcül düşünceleri atmaya çalışıyordum.
İçimdeki bakıma muhtaç çocuk, annesinin ölümüne isyan ediyordu.
* * *
O gece saat 21.00 sularında hayata veda etti. İçimdeki çocuk gözyaşlarını gene içine akıttı ve onun kocası ve kızlarını olabildiğince teselliye çalıştı.
Onu toprağa verdikten sonra Erdal İnönü'nün ‘‘Anılar ve Düşünceler’’ kitabındaki güzelim sözü hatırladım:
‘‘Şu ölümlü dünyada insanların birbirlerine bu kadar kızıp kavga etmelerine bir türlü anlam veremiyorum.’’
Belki dostum Ali Şefik Özgen'in sevgili karısı Aynur'la hiç kavga etmediğimi, onu hiç kırmadığımı hatırladığım için huzurluydum. O bana anne sevgisi vermiş ve ben genç annemi hiç üzmemiştim. Ama bu sadece beni teselli ediyordu. Onu geri getirmiyordu ki.
Güle güle Aynur. Bundan sonra Allah'a emanetsin.
Biz de burada Batı Çalışma Grubu'na emanetiz.
Paylaş