Yasemin Fatih Amato

Cilt renginiz ve güneş arasında nasıl bir ilişki vardır?

25 Temmuz 2016
Kızıl saç ve çilli ten cilt kanserine karşı en duyarlı gruptur.


Güneşli günler dolu dizgin devam ederken, güneşin etkilerini cildimizde doğrudan etkileyen etkenlerden biri de unuttuğumuz ‘’cilt rengimizdir!’’

Cilt renklerimize değinmeden önce güneşin cildimiz üzerindeki 4 kritik etkisinden de bahsetmeden geçmekte istemiyorum. Bu etkiler,

1 - GÜNEŞ CİLDİMİZİN DÜZENİNDE BÜYÜK DEĞİŞİKLİĞE SEBEP OLUR

Güneşe maruz kalan ciltler, kendini korumak için kalınlaşır, kabalaşır ve sertleşir. Güneş cildimizde koyu renkte veya beyaz lekeler, bazen çiller oluşmasına neden olur. Kılcal damar çatlamaları, varisler ve yüzümüzdeki siyah noktalar güneşte artarlar. Güneş ışınları gözde katarakt oluşmasına da neden olurlar.

2 - GÜNEŞ SERBEST RADİKALLERDE ARTIŞ MEYDANA GETİRİR

Güneş, hücreleri yiyip bitiren serbest radikalleri çoğaltır ve aktifleştirir, cilt hücrelerindeki yağın parçalanmasına neden olur. Serbest radikaller, cildimizdeki kolajeni ve vücuttaki tüm proteinleri tüketirler. Daha önemlisi, hücre yapısına, kanımıza ve beyine zarar verirler. Böylece savunma gücümüzün kaybolmasına, erken yaşlanmaya ve her türlü hastalığa neden olurlar.

3 - DERİ KANSERLERİNİN OLUŞUMU

Güneş deri hücrelerindeki genetik yapıyı bozarak kanser hücrelerinin çoğalmasına neden olur. Özellikle güneşli ülkelerde ve bazı açık tenli insanların yüzünde ve ellerinde kahve renkli pürtükler oluşur. Bunlar zamanla kötü huylu bir cilt kanserine dönüşme riskini taşırlar.

4 - PHOTO-AGİNG ETKİSİ

Güneşte kaldıkça, derideki lifler dejenere olur. Cildi gergin, esnek ve pürüzsüz tutan doğal yapı bozulur. Bu tipik bir photo-aging veya ışık yaşlanması tablosudur.


KAÇ ÇEŞİT CİLT RENGİ VARDIR?

Herkes güneşten aynı sürede veya aynı ölçüde etkilenmez. Bazıları güneş hasarlarına karşı daha dayanıklı olurlar, diğerleri hemen yanıklar ve lekelerle dolarlar. Bütün bunlar genetik ve hormonal faktörlere bağlıdır. Cilt rengi konusunda tüm dermatologlar ve kozmetik dünyası “Fritzpatric Cilt Tipleri” sınıflandırmasını referans olarak kabul eder.

Buna göre cildimiz genellikle 6 grupta incelenir.

TİP 1 - BEYAZ TEN - AÇIK RENKLİ GÖZ ( KANSER RİSKİ YÜKSEKTİR )

Bu tiplerin de güneşe karşı direnci zayıftır. Ciltleri güneşte yanar, kızarır, soyulur ama bronzlaşmaz. Ellerinde ve yüzlerinde kahverengi lekeler oluşabilir. Genellikle çok beğenilen, gözleri renkli bu tip insanların yüzünde lekeler oluşması çok yazıktır. Ayrıca bu ciltler kanser riskine karşı korumasızdır. Bu nedenle güneşe karşı her türlü tedbirin alınması gerekir.

TİP 2 - KIZIL SAÇ VE ÇİLLİ TEN ( CİLT KANSERİNE KARŞI EN DUYARLI GRUPTUR )

Bu tip insanların cildinde, doğal bir koruyucu olan “melanin” üretimi çok azdır. Melekler kadar beyaz tenli-kızıl saçlı olan bu insanlar, güneşe çıktıklarında hemen kızarırlar sonra da yüzleri ve omuzları çillerle dolar. Bilirsiniz, çiller kızıl saçların devamı gibidir. Nedeni tamamen güneşe karşı bu hassasiyettir. Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, bronzlaşmaları mümkün değildir. Yanmakta ısrar edecek olurlarsa cilt kanseri riski çok yüksektir. Bu tip insanların ve özellikle çocukların, güneşten çok iyi korunmaları gerekir.

TİP 3 - KOYU BUĞDAY TEN ( İMTİYAZLI, ŞANSLI CİLTLER )

Bu ten rengi güneşe çıktığı ilk andan itibaren esmerleşmeye başlar. Yaz geldiğinde hepimize dudak ısırtacak kadar hoş bir renge bürünebilir. Güneş hasarları oluşursa, kozmetik çözümlerin uygulanması biraz zahmetlidir. Ayrıca lekeler ve kanser riskine karşı bir garantisi yoktur. Bu nedenlerle ihtiyatı elden bırakmamak en iyisidir.

TİP 4 - AÇIK RENK, KUMRAL TEN ( DİKKATLE KORUNMASI GEREKİR )

Kumrallar hafifçe esmerleşebilir. Cildi koruyarak ve nemlendirerek, ihtiyatla bronzlaşabilir. Buna rağmen herkes için geçerli olan riskler, kumralların da başına gelebilir.

TİP 5 - AFRİKA ZENCİLERİ

Biz fark etmesek de güneş onların da rengini koyulaştırır. Ayrıca leke ve kanser riski olmadığı da söylenemez.

TİP 6 - ASYALILAR ( SARI IRK )

Asyalı, Hintli, Orta Doğulu, Güney Amerikalı insanlar veya melez tipteki Afrikalılar bu gruba girerler. Güneşe karşı tepkileri koyu buğday tenliler gibidir. Yanıp kızarmadan, bronzlaşırlar. Ama bilinen tüm riskler, onlar için de geçerlidir.

Yukarıda sıraladığım “Fritzpatric Cilt Tipleri” sınıflandırması, kendinizi ve cildinizi tanımanız için oldukça değerlidir. Güneşten koruyucular genellikle bu ilkelere uygun olarak hazırlanır. Tiplere farklı ürünler önerilir. Ama zenciler için bile güneşten koruyucu ürünler imal edilir. İster güneşte, ister solaryumda olsun, bronzlaşmak için koşullarınızı zorlamayın. Güneşten koruyucu kreminiz bittiyse, yenisini almaya bizzat kendiniz gidin ki, hangi ürüne ihtiyacınız olduğunu, sizi görerek belirlesinler.

Güneşli günler dolu dizgin devam ederken, güneşin etkilerini cildimizde doğrudan etkileyen etkenlerden biri de unuttuğumuz ‘’cilt rengimizdir!’’

Cilt renklerimize değinmeden önce güneşin cildimiz üzerindeki 4 kritik etkisinden de bahsetmeden geçmekte istemiyorum. Bu etkiler,

Güneşe maruz kalan ciltler, kendini korumak için kalınlaşır, kabalaşır ve sertleşir. Güneş cildimizde koyu renkte veya beyaz lekeler, bazen çiller oluşmasına neden olur. Kılcal damar çatlamaları, varisler ve yüzümüzdeki siyah noktalar güneşte artarlar. Güneş ışınları gözde katarakt oluşmasına da neden olurlar.

Güneş, hücreleri yiyip bitiren serbest radikalleri çoğaltır ve aktifleştirir, cilt hücrelerindeki yağın parçalanmasına neden olur. Serbest radikaller, cildimizdeki kolajeni ve vücuttaki tüm proteinleri tüketirler. Daha önemlisi, hücre yapısına, kanımıza ve beyine zarar verirler. Böylece savunma gücümüzün kaybolmasına, erken yaşlanmaya ve her türlü hastalığa neden olurlar.

Güneş deri hücrelerindeki genetik yapıyı bozarak kanser hücrelerinin çoğalmasına neden olur. Özellikle güneşli ülkelerde ve bazı açık tenli insanların yüzünde ve ellerinde kahve renkli pürtükler oluşur. Bunlar zamanla kötü huylu bir cilt kanserine dönüşme riskini taşırlar.

Güneşte kaldıkça, derideki lifler dejenere olur. Cildi gergin, esnek ve pürüzsüz tutan doğal yapı bozulur. Bu tipik bir photo-aging veya ışık yaşlanması tablosudur.

Yazının Devamını Oku

Güneşe şaka yaptırmayın!

18 Temmuz 2016
Kendinize değer verin, güneşi kendinize düşman değil dost edinin.

Başlığı yazarken gülümsediğimi itiraf etmeliyim. Ama aslında başlığa değil, güneşin bu günlerde insanlara yaptıkları gözümün önüne geldiği için gülümsediğim daha doğrudur. Bu aylardaki güneş ışınlarının vücudun bağışıklık sistemine büyük zarar verdiğini biliyorsunuz!
Çiller, lekeler, zamansız yaşlanma, cildin morarması, kılcal damar çatlamaları, varisler, siyah noktalar hatta katarakt tedbirsiz davranmanın yol açabileceği sonuçlar içinde önemsiz bile sayılabilir. En büyük tehlike cilt kanseridir. Bu sorunun bilinen en büyük sorumlusuda güneştir.

Sık sık tekrarlamakta fayda gördüğüm şeyleri şimdi yazacağım. Sizlerin bu maddeleri artık hayat felsefesi haline getirme zamanınız geldi de geçiyor bile!

Yaz mevsiminde en az 15 SPF kullanılmalıdır. 15 SPF açık renk ciltleri 2,5 saat, esmerleri gün boyunca koruyabilir. Tabii suya girerseniz veya terlerseniz durum değişir. O zaman kreminizi yeniden sürmeniz gerekir. Çünkü güneşten koruyucular genellikle terle veya su ile etkilerini kaybederler. Bazıları suya dayanıklıdır. Bunların etiketinde “water proof” veya “water resistant” yazar. Sporcular için daha dayanıklı özel ürünler de yapılmaktadır.

Güneşten koruyucunuzu seçerken, hem UVA hem de UVB koruması içeren ürünleri tercih edin. UVA ışınları tahribatını uzun sürede, UVB ışınları ise kısa sürede gösterir.

Güneşten koruyucu kremlerin en pahalısını almak zorunda değilsiniz. Bazen markaya bazen ilave kozmetik maddelere para ödersiniz. Örneğin fondöten ilavesine veya cildin üzerinde bir parlaklık oluşturmamasına. Bunlar tabii ki güzel ürünlerdir ama siz gene de ekonomik olanlarını tercih ederseniz kullanırken daha cömert olabilirsiniz. Hiç olmazsa şehirde kullandığınız krem ile, deniz kıyısında bol bol kullanacağınız kremi ayrı satın alabilirsiniz.

Güneşten koruyucuları sürerken gözünüze kaçırmamaya dikkat edin. Birçoğu gözlerinizin yanmasına neden olur. Siz sineye çekseniz bile küçük çocuklar bir daha sürdürmek istemeyebilirler.

Yazının Devamını Oku

Güneş gözlüğü imajınız için değil, sağlığınız için gereklidir!

11 Temmuz 2016
Güneş gözlüğü alırken ilk önce fiyatına değil bu özelliklere dikkat edin.


Dünya üzerinde yaşam süresi her geçen gün artarken aynı zamanda karşılaşılan sağlık sorunları da çeşitlenip, farklılaşıyor. Güneş doğru kullanılmadığı zaman bir çok şey gibi yarardan çok zarar getiren sınırsız kaynağımızdır. Vücudumuzdaki organlarımız içerisinde gözlerimiz doğrudan güneş ile ilişki kuran ve ondaki gelişmelere göre etkilenen bir yapıya sahiptir. Hal böyle olunca gözlerimizi güneşten korumak için kullandığımız en yararlı aksesuar güneş gözlükleri oluyor.


GÜNEŞ, GÖZ VE ÇEVRESİNE NELER YAPAR?

Güneşli bir havada, ışığı azaltmak için göz bebeklerimiz kendiliğinden küçülür. Biz de elimizde olmadan gözlerimizi kısarız. Yalnız gözlerimizi mi kısarız, aynı zamanda alnımızı buruşturur, kaşlarımızı çatarız. Bütün bu refleksler, parlak ışıktan korunmaya ne kadar ihtiyacımız olduğunun belirtileridir.

Çıplak gözle güneş altında dolaştığımız, çevremize bakmaya çalıştığımız zaman gözlerimiz sulanır, kanlanır. Araba kullanırken, karşıdan gelen güneş ışığı, yoğun sis kadar tehlikelidir. Çünkü önümüzü görmemiz mümkün olmaz!

UZUN SÜRE GÜNEŞE BAKMAK DOĞRUDAN DOĞRUYA KÖRLEŞMEYE NEDEN OLUR

Öte yandan kataraktın belli başlı nedenlerinden biri güneştir. Uzun süre güneşe bakmak doğrudan doğruya körleşmeye neden olur.

Güzellik açısından bakarsak; göz çevresindeki deri son derece incedir. Göz altı için farklı kremler kullanmamızın nedeni, bu derinin daha ince ve daha hassas olmasıdır. Güneş ışınları göz çevresindeki ince deri tabakasını aşırı derecede zorlar. Onu daha da kurutur, inceltir, kılcal damarların çatlamasına neden olur. Zaten göz altındaki derinin morarması kılcal damarların deriye çok yakın olmasındandır.

Güneş göz çevresindeki, kapaklarındaki derinin şişmesine, su toplamasına yol açar. Parlak ışıktan korunmak için yapılan göz kısma mimiği, kaz ayakları denilen kırışıklıkları başlatır.

Güneşin diğer hasarlarının yanı sıra, göz çevresinde derin çizgiler oluşurken, göz kapakları sarkar. Aynı mimiklerin uzantıları, kaş çatma çizgilerine, alındaki yatay çizgilere ve ağız çevresinin de buruşmasına yol açar.


GÜNEŞ GÖZLÜĞÜ ALIRKEN NELERE DİKKAT ETMELİYİZ?

    Güneş gözlüğü alırken camlarının yüzde yüz UVA ve UVB'yi bloke edip etmediğine bakmalıyız.Camın UV blokajının ölçtürülmesi veya gözlüğün sapı veya etiketinde yüzde 99-100 UV blokajının olduğunu gösteren yazı olup olmadığına bakılması gerekmektedir.Camın en az 400 nanometreye kadar UV emilimine sahip olduğu gözlükte yazmalıdır.Yüzde yüz UV koruması sağlıyorsa, istenen renk ve koyulukta camlara sahip güneş gözlüğü tercih edilebilir. Yine de renk konusunda dikkat edilmesi gereken nokta; çevremizdeki renklerin ayrımını zorlaştırmayacak camların tercih edilmemesi gerektiğidir.Polarize gözlük tercih edilmişse camın yüzde yüz ultraviyole koruma sağladığına bakılmalıdır. Polarize gözlük sahilde, karda veya su birikintileri üzerinde parıldama etkisini azaltırken elektronik aletlerin ekranlarına bakarken zorluk yaşatabilir. Güneşli havalarda otomobil kullanırken, deniz üzeri aktivitelerde rahatlık sağlaması nedeniyle tercih edilir.

UV blokajını maksimum sağlayan her gözlük bizim için faydalıdır. Polarize tarzı tercihler ise kişinin kullanım alışkanlıklarına kalmış bir seçenektir. Sonuçta ozon tabakasının gittikçe inceldiği günümüzde, hem parlak ışık hem de bir yağmur gibi inen UV ışınları gözlerimiz ve cildimiz için büyük bir tehdit oluşturur. Güneş gözlüğü alırken ilk önce fiyatına değil, yukarıda saydığım özelliklerine bakın. Çünkü ucuz ve ehil olmayan yerlerden alınan gözlüklerle, farkında olmadan siz gelecekteki katarakt ve estetik ameliyatlarına yatırım yaparsınız, bunu unutmayın!

Dünya üzerinde yaşam süresi her geçen gün artarken aynı zamanda karşılaşılan sağlık sorunları da çeşitlenip, farklılaşıyor. Güneş doğru kullanılmadığı zaman bir çok şey gibi yarardan çok zarar getiren sınırsız kaynağımızdır. Vücudumuzdaki organlarımız içerisinde gözlerimiz doğrudan güneş ile ilişki kuran ve ondaki gelişmelere göre etkilenen bir yapıya sahiptir. Hal böyle olunca gözlerimizi güneşten korumak için kullandığımız en yararlı aksesuar güneş gözlükleri oluyor.

Güneşli bir havada, ışığı azaltmak için göz bebeklerimiz kendiliğinden küçülür. Biz de elimizde olmadan gözlerimizi kısarız. Yalnız gözlerimizi mi kısarız, aynı zamanda alnımızı buruşturur, kaşlarımızı çatarız. Bütün bu refleksler, parlak ışıktan korunmaya ne kadar ihtiyacımız olduğunun belirtileridir.

Çıplak gözle güneş altında dolaştığımız, çevremize bakmaya çalıştığımız zaman gözlerimiz sulanır, kanlanır. Araba kullanırken, karşıdan gelen güneş ışığı, yoğun sis kadar tehlikelidir. Çünkü önümüzü görmemiz mümkün olmaz!

Öte yandan kataraktın belli başlı nedenlerinden biri güneştir. Uzun süre güneşe bakmak doğrudan doğruya körleşmeye neden olur.

Güzellik açısından bakarsak; göz çevresindeki deri son derece incedir. Göz altı için farklı kremler kullanmamızın nedeni, bu derinin daha ince ve daha hassas olmasıdır. Güneş ışınları göz çevresindeki ince deri tabakasını aşırı derecede zorlar. Onu daha da kurutur, inceltir, kılcal damarların çatlamasına neden olur. Zaten göz altındaki derinin morarması kılcal damarların deriye çok yakın olmasındandır.

Yazının Devamını Oku

Yorgunluk haliniz geçici mi, kalıcı mı?

4 Temmuz 2016
Yorgunluk kronik bir hale gelmişse ciddiye almak gerekir.

Ramazan ve yüksek sıcaklıklar nedeniyle son bir aydır kendinizi yorgun ve halsiz hissetmeniz normaldir. Asıl sizi endişelendirmesi gereken, yılın 11 ayında da aşağı yukarı aynı yorgunluğun olmasıdır. Her birimizin enerjik ya da yorgun olduğu saatler farklıdır. Kimileri tam bir “gece kuşu”dur, gece yarısından sonra açılır; bazıları sabahları verimlidir, akşamları durgunlaşır. Bunlar bir ölçüye kadar yapısal sayılabilir ancak bazen farklı sorunların belirtisi olabilir. Bazı insanlar sabahları yataktan çok zor kalkarlar. Sanki gece boyunca ağır bir yük taşımış gibi sabah kendilerini yorgun hissederler. Canları giyinmek, sokağa çıkmak, hayata karışmak istemez. Kimileri sabah iyi kalkarlar ama gece olunca adeta çökerler. Bazıları yemeklerden sonra bitkin düşer. Bazı insanların çabucak pili biter! Kendini güçsüz, isteksiz, yaşlı hisseder…

Bu şikayetler o kadar yaygın ki! Çoğunlukla vitamin alıp geçiştirmeye çalışırız. Veya “geçer” deyip, bekleriz. Atlatabiliyorsanız, ne ala. Ama yorgunluk kronik bir hale gelmişse ciddiye almak gerekir.

Çünkü yorgunluğun tek nedeni yoktur. Yaşadığınız sıkıntılar; beslenme sorunlarından hareketsizliğe, kan şekerinden kabızlığa, adet sorunlarından cinsel tatminsizliğe, strese, dolaşım bozuklukları, tansiyon veya kalp sorunlarına, su kaybından mineral eksikliklerine ve hormon dengelerine kadar uzanan sayısız nedene bağlı olabilir.

Bugün yorgunluğun hormonlarla ilişkisini biraz sorgulayalım. Çünkü üzerinde en az durulan konu bu. Her hormon farklı bir enerji yaratır. Bir veya birden fazla hormonda yetersizlik baş gösterdiğinde, yorgunluğun değişik şekilleriyle karşılaşırız.

En derin uykudan uyandığınızda bile yataktan çıkmak size zor gelir. Ancak ilginç olan, siz çalışmaya başlayınca, hareket ettikçe, bu yorgunluğun yavaş yavaş kaybolmasıdır. Yani sabahları “afyonu geç patlayan” insanlardan biriyseniz, bu ihtimali düşünmenizde fayda var.

Yazının Devamını Oku

Ramazanda suyun değerini bir kez daha anlıyoruz!

27 Haziran 2016
Susama hissi ortalama 400-500 gram su kaybettikten sonra başlar. Canınız bir bardak su istediğinde, su kaybına çok yakın olduğunuzu bilmelisiniz.


Ramazan ayının son günlerine yaklaştığımız bu günlerde, bayrama hazırlanırken yiyecek kadar önemli, suyun da değerini bu ayda anlama fırsatına sahip oluyoruz. Günlük hayatın koşuşturması içerisinde elimizi bardağa uzatıp 3-5 saniye içerisinde içtiğimiz suyun hiç bitmeyeceğini ya da yok olmayacağını düşünüyoruz! Oysa ki küresel ısınma ve su fakiri ülke olma yolunda bilim insanlarının açıklamalarını her gün duyuyoruz. Bu durumda maneviyatı güçlü Ramazan ayında, su üzerine birkaç kez daha uzun uzun düşünmemiz gerekiyor.

YAŞAMAK İÇİN SU İÇMEK GEREKİYOR!

Güzellik ve sağlıkla ilgili her türlü yayında, bol bol su içilmesi önerilir. Bu alanda hangi kitabı açsanız, hangi televizyon programını izleseniz, su konusu hep merkezde yer alır. Gerçekten su sağlık için de güzellik için de, özel olarak cilt güzelliği için de ama en önemlisi yaşam için belirleyicidir. Cenin anne karnında su içinde büyür. Yeni doğan bir bebekte vücudun %75’i sudur. Orta yaşlarda vücuttaki su oranı % 60’a iner, giderek % 50’ye düşer. Su kaybı doğrudan doğruya bir ölüm nedenidir, ağır ishallerde olduğu gibi. Kadınlarda vücut ağırlığının %50 si sudur. Erkeklerde bu oran %60 dır. Suyun büyük çoğunluğu (%40) hücrelerimizdedir. Bu oranlara bakarak, gençlik ve canlılıkla vücuttaki su oranı arasındaki ilişkiyi açıkça görebiliriz. Yani bir bakıma, vücudunuz su açısından ne kadar zenginse, o kadar gençsiniz, denilebilir.


YAŞLILIK İLE SUYUN ÖNEMİNİ DAHA ÇOK ANLARIZ!

Yaşlandıkça cilt de saçlar da kurur zaten. Bu belirtiler bize çok şey anlatır. Yaşlandıkça vücuttaki su dengesi bozulur. Yeteri kadar su içilse bile, hücreler suyu tutmakta zorlanır. Çünkü hücreleri çevreleyen koruyucu yağlar gittikçe fakirleşirler. Bu da hücrelerin su kaybetmesine neden olur. İnce, kuru, sarkmış bir cilt gördüğünüzde, bu durumun kalpte, kaslarda, karaciğerde, kan damarlarının duvarlarında ve eklemlerde de farklı olmadığına emin olabilirsiniz.


CİLT BİZİM KOUYUCU GİYSİMİZ

Belirtiler daima ciltte başlar. O bizim koruyucu giysimizdir. Cildimiz sürekli olarak yıkıcı dış saldırılar altındadır. Zehirli kimyasallar, hava kirliliği, güneşten gelen ultraviyole ışınları, tahriş, enflamasyona yol açan maddeler ve serbest radikaller gibi. İçerden ise doğal enzim etkileri, enflamasyonlar, toksinler ve yine serbest radikaller, cildimizi ve tüm sağlığımızı tehdit ederler. Ve bütün bunlar hücrelerimizde su kaybına neden olurlar.


KAYBEDİLEN 2,5 LİTRE SU YERİNE KONMAK ZORUNDADIR!

Gün boyunca ortalama 2,5 litre su kaybederiz. Bunun 1,5 litresini idrarla, 0,4 litre kadarını terleme yoluyla, gene 0,4 litre suyu da nefes verirken kaybederiz. Demek ki, günde en az 2,5 litre suyu yerine koymak yaşamsal önem taşır. Hava sıcaksa veya herhangi bir nedenle fazla terlemişsek su ihtiyacı artar.

Su vücudun kan yapmasını ve kan dolaşımını sağlar, mukoza dokularını ve cildi nemli tutar, bazı vitaminleri çözer, idrarla böbreklerin temizlenmesine aracı olur, sindirimi düzenler, kabızlığı iyileştirir. Vücutta biriken ödemi atmanın en iyi yolu da su içmektir. Çünkü en iyi idrar söktürücü (diüretik) bizzat suyun kendisidir. Vücudunda su biriken kadınların genellikle yeteri kadar su içmedikleri görülür. Sabahları aç karnına su içilmesi vücuttaki zararlı toksinleri temizler.


SUSUYORSANIZ VARDIR BİR SEBEBİ!

Aklınızda olsun, susama hissi ortalama 400-500 gram su kaybettikten sonra başlar. Canınız bir bardak su istediğinde, su kaybına çok yakın olduğunuzu bilmelisiniz. Bu nedenle özellikle sıcak ve kuru yerlerde bulunduğunuzda, su içmek için susamayı, ağzınızın kurumasını beklemeyin. Spor yaparken de sık sık su içilmesi gerekir. Biraz soğuk veya serin su, ılık sudan daha kolay emilir böylece su kaybını daha etkin bir şekilde giderir. Su hakkında ne kadar çok şey söylenirse söylensin, azdır ve daima eksik kalır.

Ramazan ayının son günlerine yaklaştığımız bu günlerde, bayrama hazırlanırken yiyecek kadar önemli, suyun da değerini bu ayda anlama fırsatına sahip oluyoruz. Günlük hayatın koşuşturması içerisinde elimizi bardağa uzatıp 3-5 saniye içerisinde içtiğimiz suyun hiç bitmeyeceğini ya da yok olmayacağını düşünüyoruz! Oysa ki küresel ısınma ve su fakiri ülke olma yolunda bilim insanlarının açıklamalarını her gün duyuyoruz. Bu durumda maneviyatı güçlü Ramazan ayında, su üzerine birkaç kez daha uzun uzun düşünmemiz gerekiyor.

Güzellik ve sağlıkla ilgili her türlü yayında, bol bol su içilmesi önerilir. Bu alanda hangi kitabı açsanız, hangi televizyon programını izleseniz, su konusu hep merkezde yer alır. Gerçekten su sağlık için de güzellik için de, özel olarak cilt güzelliği için de ama en önemlisi yaşam için belirleyicidir. Cenin anne karnında su içinde büyür. Yeni doğan bir bebekte vücudun %75’i sudur. Orta yaşlarda vücuttaki su oranı % 60’a iner, giderek % 50’ye düşer. Su kaybı doğrudan doğruya bir ölüm nedenidir, ağır ishallerde olduğu gibi. Kadınlarda vücut ağırlığının %50 si sudur. Erkeklerde bu oran %60 dır. Suyun büyük çoğunluğu (%40) hücrelerimizdedir. Bu oranlara bakarak, gençlik ve canlılıkla vücuttaki su oranı arasındaki ilişkiyi açıkça görebiliriz. Yani bir bakıma, vücudunuz su açısından ne kadar zenginse, o kadar gençsiniz, denilebilir.

Yaşlandıkça cilt de saçlar da kurur zaten. Bu belirtiler bize çok şey anlatır. Yaşlandıkça vücuttaki su dengesi bozulur. Yeteri kadar su içilse bile, hücreler suyu tutmakta zorlanır. Çünkü hücreleri çevreleyen koruyucu yağlar gittikçe fakirleşirler. Bu da hücrelerin su kaybetmesine neden olur. İnce, kuru, sarkmış bir cilt gördüğünüzde, bu durumun kalpte, kaslarda, karaciğerde, kan damarlarının duvarlarında ve eklemlerde de farklı olmadığına emin olabilirsiniz.

Belirtiler daima ciltte başlar. O bizim koruyucu giysimizdir. Cildimiz sürekli olarak yıkıcı dış saldırılar altındadır. Zehirli kimyasallar, hava kirliliği, güneşten gelen ultraviyole ışınları, tahriş, enflamasyona yol açan maddeler ve serbest radikaller gibi. İçerden ise doğal enzim etkileri, enflamasyonlar, toksinler ve yine serbest radikaller, cildimizi ve tüm sağlığımızı tehdit ederler. Ve bütün bunlar hücrelerimizde su kaybına neden olurlar.

Yazının Devamını Oku

Ramazan ayında ağız kokusu neden artar, çözümü nedir?

20 Haziran 2016
Sabahları kalkar kalkmaz ağzınızı su ile çalkalayın.

Geçen hafta ‘’Zayıflamak için oruç tutmayın’’ başlıklı yazım sonrası bu ay sıkça karşılaşılan diğer bir soruna da değinmem gerektiğini anladım, ağız kokusu!

Ağız kokusunun, sosyal ve psikolojik problemler yarattığını bilmeyen yoktur. Bilinmesi gereken şu ki bu sorunun kaynağı kesinlikle ramazan ayı değildir. Önceden karışılaşılan sorunların yığılması ve bir şekilde ramazan ayını fırsat bilip ortaya çıkmasıdır.

Ağız kokusu sorunu bazı hastalıkların habercisi olabilir. Mide, bağırsak, karaciğer veya ağızla ilgili diş çürüğü gibi hastalıklara neden oluyor. Bu yönüyle de haber verici bir özelliği olduğunu unutmayın! Ayrıca tükürük akışının az olduğu zamanlarda da ağız kokusunun oluşma ihtimali artar. Çünkü dil yüzeyindeki bakteri ya da sindirim sitemindeki gazlar nedeniyle koku meydana gelebilir. Yiyeceklerin de koku oluşumuna katkısı vardır. Özellikle soğan, sarımsak gibi ürünler tüketildiğinde koku verici moleküller oluşturur. Ve koku verici moleküller sindirimle kana geçer, kanla akciğerlere, akciğerden de konuştuğumuzda nefes yoluyla dışarı çıkar.

Ağız hastalığı, periodontal hastalıklar, diş enfeksiyonu, diş eti kanaması, diş çürümesi gibi sağlıksal sorunlar siz farkında olmadan kokuya neden olur. Eğer bu rahatsızlıklara çözüm bulabilirseniz kokunun zamanla ortadan kalktığını göreceksiniz.

Özellikle ramazan ayında uzun süreli açlık yaşanması ve ağızdaki az tükürük nedeniyle bakteri artışı oluşur. Ve ağız istenmeyen şekilde kokar. Bunun haricinde vücut düzenli besin almadığı için ortaya çıkan eksikliği telafi etmek adına vücuttaki yağlar ve proteinler parçalanır. İşte bu işlem sonucunda da kimyasal kokuların ortaya çıkması normaldir. Bu tarz kokular geçicidir, su içilip diş fırçalandığında ortadan kalkar. Dikkat etmeniz gereken en önemli şey sahurda soğan ve sarımsak gibi şeyler tüketmemeye çalışmak. Çünkü ertesi gün, gün içinde ağzınızın kokmasına sebep olur.

Yazının Devamını Oku

Zayıflamak için oruç tutmayın!

13 Haziran 2016
Kilo vermeyi bırakın, kilo almamaya bakın!

Ramazan geldi, hoş geldi...

Bayramlar daima akrabaları, komşuları yakınlaştırır. Yoksullara yardım etmeyi hatırlatır. Ben bunu çocukluğumdan beri çok severim. Ne var ki, modern yaşam elimizden bu gelenekleri alıp götürdü. Hepimiz artık bayramları tatil olarak algılamaya başladık. Hayatımız o kadar yoğun geçiyor ki, başka çaremiz yok. Ama Ramazan farklı! Bir ay boyunca bir bakıma normal yaşam devam ediyor. Ne iş yerleri kapanıyor ne de tatil yapmanın çekiciliği var. Çünkü oruç tutmayanlar bile hiç olmazsa içki içmemeye çalışıyorlar. Bu nedenle birçok aile evinde kalmayı tercih ediyor. Ama ritüeller devam ediyor. İftar davetleri sosyal yaşamı canlandırıyor, bizi uzun zamandır görmediğimiz aile büyüklerimizle, akrabalarımızla, bazen komşularımızla bir araya getiriyor. Geleneksel yemekler, yöresel tatlar yeniden hatırlanıyor.

Son yıllarda özellikle kilolu olan kişiler, zayıflamak umuduyla oruç tutmaya başladı. Şunu söylemeliyim ki, bu sadece bir hayal! Kilo vermek bir yana, Ramazan düzeninde kilo almamak için bile, her zamankinden daha dikkatli olmak lazım. Uzun süre aç kaldığımız zaman, vücudumuz kendini savunmak için enerji üretmekten vaz geçer ve yediğimiz her lokmayı yağ olarak stoklamaya başlar. Buna birde zengin iftar sofraları eklenince sonuç baştan bellidir. Tabii oruç tutmak tek boyutlu bir olay değil. Manevi ve sosyal yönü var, iradeyi sınıyor, insanın özgüvenini arttırıyor. Gelgelelim, bu iradeyi iftar ve sahur sırasında da korumak gerek. Dikkat edilmezse, oruç tutmak; kalp ve damar hastalıklarını, diyabeti, mide ve sindirim sorunlarını tetikliyebilir, su ve kas kaybına yol açabilir dolayısıyla sağlığınızın bozulmasıyla sonuçlanabilir. Kilo kaybı ise neredeyse imkansız sayılır. Ancak kilonuzu korumanız mümkündür. Bunun için, yediklerimize çok dikkat etmemiz gerekir.

Orucu bozduğunuzda ilk önce su içmeli, ağır yemeklerden kaçınmalı ve lokmalarınızı iyice çiğneyerek yutmalısınız. Ayrıca yemeklerde katı yağ, unlu-yağlı soslar kullanmamaya, donmuş veya toz haline getirilmiş katkılı yiyeceklerden kaçınmaya özen göstermeliyiz.

Gelin birlikte iftarlarımız için örnek menüler hazırlayalım…

- 1 kase taze çorba (unsuz-kremasız).

Yazının Devamını Oku

Radyofrekans ile güzelleşmek artık çok kolay

6 Haziran 2016
Güzellik temasıyla rodyofrekansın hayatımıza girmesi aslında aşamalı bir gelişme ve geçişinde göstergesidir.

Amerikan Estetik Plastik Cerrahi Derneği’nin son istatistikleri bize, son yıllarda ameliyatsız yöntemlerin uygulanmasındaki artış hızının, ameliyatlı yöntemlere göre 8-9 kat daha fazla olduğunu gösteriyor. Buradaki artışın en önemli nedeni, tekniklerin etkinliğinin kanıtlanmış olması kadar iyileşme süreçlerinin hızlı oluşundaki yüksek paydır.

Güzellik temasıyla rodyofrekansın hayatımıza girmesi aslında aşamalı bir gelişme ve geçişinde göstergesidir. Her ay yeni uygulamalar ile hayatımızın tam ortasına doğru evrimini sürdüren radyofrekansın kısa tarihi bazı aşamalarında bilinmesini zorunlu kılmaktadır.

Radyofrekanslar önce monopolar RF olarak karşımıza çıktılar. Monopolar RF sistemleri içerisinde ilk geliştirilen “Thermage ThermaCool”dur. Bu ilk sistemde hasta şikayetlerinin yüksek olması ve yetersiz klinik sonuçları (yağ dokusunda istenmeyen atrofiler gibi) nedeni ile kullanımı sınırlı kalmıştır. Dışarıdan yapılan tedavi ile ultrason jelinin uygulanmasıyla deri altına giden dalgalar cildin alt tabakasını ısıtıp sıkılaştırıyordu. Ancak, ciltteki sıkılaşma zaman ile ortaya çıkıyordu. Monopolar olarak dermatolojiye giren RF zamanla aşama aşama gelişti. Bipolar, Tripolar gibi uygulama şekilleri ortaya çıktı.

Bipolar cihazların tedavisinde derinlik az olur. (6 mm kadar) Bu yüzden yüzde ve ince, hassas bölgelerde uygulama bipolar ile yapılır. Tripolar ise cilt dokusunun dört katmanına etki eden bir sisteme sahiptir. Böylece bizlere üst deride, deri altı tabakasında, deri altı yağ tabakasında ve adele dokusunda çalışma imkânı verir. Bu tedaviyle istediğimiz derinliğe, arzu ettiğimiz ölçüde ve güvenli bir şekilde ulaşırız, bu da vücudun kendi onarım mekanizmasının harekete geçirilmesini sağlar.


İsteklerin ve arzuların sınırı yok. Hastalara daha kolay ve başarılı uygulamalar yapmak için teknolojik ürünler kendilerini yenilediği gibi, biz doktorların da uygulama bakış açısı günden güne gelişiyor.

FRAKSİYONEL RF geçtiğimiz yıllara kadar hastalarımızın gözbebeğiydi. Bu uygulamada, cihaz üzerindeki 25 tane mikroiğne ile cilt altına verilen ısı ile kolajenleri harekete geçirerek ince kırışıklıklarda düzelme sağlanması hedefleniyor. İşlemde fraksiyonel radyo frekans dediğimiz 25 tane mikro iğne ile cilt altına uygulama boyunca toplam 1000 kez ısı verilir. Bu sayede ciltte gözle görünmeyen yaklaşık 25.000 adet mikro kanallar açarak yüz cildinin her sahasının taranması sağlanır.

Ve radyofrekans teknolojisi bugün daha sık kullandığımız cannulla RF’yi bizlerin hizmetine sundu. Çapları; 18, 20, 21 ve 22 mm geçmeyen bu incecik sonda ya da kanallar sayesinde en derin nokatalara kadar radyofrekanslar uygulanabiliyor. Uzunlukları 20 cm geçmeyen bu tel görünümlü ince kanallar ile kolejenler harakete geçiriliyor. Gıdı gibi büyük ve derin sarkmaların toparlanmasında başarılı sonuçlar alınıyor.

Yazının Devamını Oku