Yasemin Boran

Yasemin'ce...

17 Temmuz 1997
ÇİÇEKLERİ ÖLDÜRMEYELİM!Çiçeklere baktığınız zaman neler hissedersiniz?.. Kocaman bir çiçek tomarıyla karşı karşıya geldiğiniz zaman duygularınızın harekete geçtiğinin farkında mısınız?.. Ya sevdiğiniz, elindeki bir demet gülü size uzattığı zaman?.. Güllerden mi, yoksa çiçekleri size uzatan kişiden mi, etkilenirsiniz?.. Böyle bir durumda duygularınızın daha da yoğunlaştığının farkında mısınız?.. Şimdi bütün bunların üzerinde düşünmeyin... Bırakın işinizi, gücünüzü... Uğraştığınız her ne ise, onu... Etrafınıza bakın. Bakabileceğiniz bir bahçe bile yoksa, evinizde özenle yetiştirdiğiniz çiçeklere daha yakından, daha bir alıcı gözle bakın... Duruşuna, yapraklarına, dallarını büküşüne, herbiri ayrı bir sanat eseri olan ayrıntılarına hiçbir şey düşünmeden, kendinizi vererek, yüreğinizle bakın. Neler hissediyorsunuz?.. İçinizde birşeyler kıpırdamaya başladı mı?.. Eminim küçük de olsa bir heyecan duydunuz, enerjinizin artmaya başladığını hissettiniz. Şimdi evinizden dışarı çıkın. Bahçeniz varsa bahçede dolaşın yoksa, bir parka ya da gidebileceğiniz mesafedeki bir koruluğa gidin. Aslında kırlarda dolaşabilme şansınız varsa, bu sizin için çok daha ilginç bir tecrübe olacaktır. Çünkü, kırlarda kendiliğinden yetişmiş birbirinden farklı çok çeşitli bitki ile karşılaşabilirsiniz. Tabii bu durumda içinizde kıpırdayan duyguların sizi tamamen sarması ve hissettiğiniz heyecanın büyümesi hatta enerjinizin neredeyse taşma noktasına gelmesi mümkün olabilir. Genellikle bitkilerin yoğun olduğu bakir bölgelerde dolaşmak, insanın enerjisini ciddi bir biçimde yükselttiği gibi aynı zamanda içinin sevgiyle dolmasına, hayata daha olumlu ve yapıcı bir açıdan bakmasına yardımcı olur. Şayet böylesine bakir ve bitkilerin kendiliğinden fışkırdığı bir yere gidebilme şansınız varsa, hiç durmayın hemen hareket edin. Ve dolaşmaya başlayın. Böyle bir yerde dolaşırken yanınızda birileri varsa onlarla dertleşmek ya da uzun uzun sohbet etmek yerine kısa bir süre için kendinizi doğaya bırakmayı deneyin. Bunu yapmak hiç de zor değil. Sadece bütün dikkatinizi ve düşüncelerinizi çevrenizdeki bitkilere ve çiçeklere yöneltmeniz yeterli olacaktır. İlginizi çeken bir bitkinin önünde durup yakından inceleyin. Hiçbir şey düşünmeden öylece anlamaya, ayrıntılarını görmeye çalışın. Vee içinizden yükselen duygulara kendinizi bırakın. Olağanüstü görüntüsü karşısında heyecanlanıyorsanız, bu heyecanı bütünüyle hissedip yaşamaya çalışın. İçiniz öylesine güçlü bir enerjiyle dolacak ve etrafınızdaki herşeye karşı öylesine büyük bir sevgi duymaya başlayacaksınız ki, bütün bu duyguların sonucunda kendinizi, güçlü ve moral açıdan yükselmiş olarak hissedeceksiniz. Bu duygular içindeyken ne bir çiçeği koparmaya kıyabilirsiniz, ne de bir dalı koparmaya... Size böylesine mutluluk, coşku ve heyecan veren bir nesneyi yaralayıp öldürmeniz mümkün değil. Çünkü, onun yaşam enerjisini içinizde duyumsadınız...Böyle bir çalışma yapmaya herkesin ihtiyacı var. Farkına varabilmek için... Neleri öldürdüğünü, neleri yokettiğini anlayabilmek için... Konumuz çiçekler... Narin, korunmasız ve hayat enerjisiyle dolu çiçekler... Sadece çiçekler mi?.. Elbette ki değil... Çiçeklerle birlikte çiçek gibi çocuklar, gençler, kadınlar, insanlar... Çocuklara baktığınız zaman neler hissedersiniz?.. Güzel mi, çirkin mi, yaramaz mı, uslu mu, diye mi bakarsınız?.. Şimdi çocuklara da az önce çiçeklere baktığınız gibi bakmaya çalışın. Hiçbir şey düşünmeden, kendinizi vererek, yüreğinizle bakın. Ne kadar olağanüstü, ne kadar mükemmel ve ne kadar sevgi dolu olduklarını göreceksiniz. Üstelik onların size aktardığı enerji bitkiler kadar yoğun olacaktır. Hatta daha da fazla olabilir... Böylece onları anlayabilecek, sevgilerini size aktarmalarına yardımcı olacaksınız. Ve bunun sonucunda siz de içinizde yükselen sevgiyi onlara yansıtmaya başlayacaksınız. Bunun sonucunda doğacak yüksek anlayışa kendinizi bırakın. Hiçbir hesap kitap yapmadan, duygularınızın akışına öylece bırakın. İşte o an hayatı, varoluşu, canlılığın ne demek olduğunu anlamaya başlayacaksınız. Anladığınız zaman, çocuklara geriliminizi yansıtmayacak, onları kırmayacaksınız. Onların narin ve kırılgan duygularını, ruhlarını öldürmeyeceksiniz. Ya, kadınlar... Anlaşılmaz, duygusal, bir çiçek kadar zarif ve kırılgan varlıklar... Ya, insanlar... Aslında insanlara da yukarıda anlattığım çiçeklere baktığınız gibi bakacak olursanız, bütün anlayışınızın değiştiğini göreceksiniz. Aslında herkesin bunu öğrenmesi gerek. Çiçeklere bakmayı öğrendiğiniz zaman yavaş yavaş bu bakışınızı önce çocuklara sonra kadınlara ve daha sonra bütün bir insanlığa yöneltebilir, bakmayı öğrenebilirsiniz. Ve herkes öğrenebilir, hatta öğrenmelidir. Öğrendiklerinin sonucunda algılama ve buna bağlı olarak anlayış değişeceği için dünyanın bütün çehresi değişecektir. Tabii böyle bir anlayışa ulaştıktan sonra ne çiçekleri, ne de bir çiçek kadar ulaşılmaz ve bir çiçek kadar kolay yokedilebilen insanları öldüremeyecektir. Herkesin çiçeklere bakmayı öğrenmesi gerek, diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemince... Sadece bakıyoruz

10 Temmuz 1997
Yıllar önce araştırmacının biri Türkiye'ye gelir. Anadolu'yu dolaşır. Büyük bir hayranlık ve şaşkınlık içinde her yerden güldür güldür akan sulara bakıp ‘‘Bu sular böyle akar?..'' diye sorar... Bizimki de ‘‘Akar...'' diye cevap verir. Bunun üzerine araştırmacı, ‘‘Türkler de böyle bakar?..'' diye sormaya devam eder. Bizimkinin cevabı kısa ve özdür, ‘‘Bakar'' der... Evet, sadece bakıyoruz. Millet susuzluktan inlerken, biz de her tarafımızdan şarıldayıp akan canım suların ortasında öylece akıp gitmesini seyrediyoruz. Vee ‘‘Ne güzel akıyor'' diyoruz. Belki bir derenin akışı, bir çağlayanın dökülüşünü izlemek, duygularımızı coşturuyor. Yaşam sevinci ve heyecanı duymamıza neden oluyor. Fakaaat, şehrin tam ortasında bilmem hangi boruların değişmesi ya da döşenmesi maksadıyla kazılan toprağın altından sanki kaynak gibi fışkıran suyu gördüğünüzde ne yaparsınız?.. Hiç düşünmeden öylece bakar mısınız?.. Eminim ilk önce kirli mi, temiz mi, diye dikkatle bakıp anlamaya çalışırsınız...Peki, diyelim ki, su pırıl pırıl, tertemiz, berrak bir su... Toprağın arasından süzülüp ileri doğru fışkırıyor. O zaman ne düşünürsünüz? Üstelik bu su öyle toprağın metrelerce altından gelmiyor. Sadece bir metre kadar kazılmış bir çukurun hemen yanından akıyor. Sizce bu suyun kaynak olması ihtimali yüzde kaç?.. Hiç, değil mi?.. Peki o zaman ne yaparsınız?.. ‘‘Allah allah bu da neyin nesi?'' diye şöyle bir düşünüp sonra geçip gider misiniz?.. Ya da hiçbir şey düşünmeden öylece bakıp mı, gidersiniz?.. Düşünceniz her ne olursa olsun, ne düşünürseniz düşünün sonunda sadece bakıp gidersiniz... Nasıl bu kadar emin konuşuyorsun?.. Bizim fikrimizi, ne yapacağımızı nereden biliyorsun? şeklinde düşünenler olabilir, aranızda... Ancak, bu kadar emin bir şekilde hiçbir şey yapmadan sadece bakıp gideceğinizi söylerken, benim gibi aynı çukuru, bu çukurda basbayağı güçlü bir kaynak gibi akan suya bakanların, hiçbir tepki göstermeden sadece bakıp geçtiklerini gördüğüm için bu kadar eminim. Sonra hem ne yapacaksınız ki?.. Ya da ben ne yapabilirim ki, diye düşünüp hiçbir şey yapmamayı yeğleyip gideceksiniz. Tabii bunun için sizi suçlayamam. Çünkü, çok fazla işiniz, üstesinden gelmeniz gereken ve hatta sizi aşan sorumluluklarınız var. Ve bunlarla nasıl başa çıkabileceğinizi düşünürken bir de orada öyle kazılmış çukurun içinde ne idüğü belirsiz akan suyu mu düşüneceksiniz? Hem zaten düşünsenizde uğraşsanız da elinizden bir şey gelmez, değil mi, ya... O zaman en iyisi düşünmemek. Böylece vicdanınız ve kafanız rahat olacak. Sadece bakıp geçmek daha hayırlı... Peki, o zaman ne olacak?.. Herkes bakıp geçerse, tek bir Allahın kulu ilgilenmezse, bunun sonu neye varır diye kimse düşünmüyor mu?..Düpedüz orada, Koşuyolu Parkının hemen köşesinde açılan çukurun içinde kimse ilgilenmediği için tertemiz, canım su öyle şakır şakır akıp gidecek mi?.. Birkaç gün sonra o çukuru kapatacaklar. Üzerine toprak yığacak, asfalt dökecekler ve hiçbir şey olmamış gibi yürüyüp gidecekler. Peki o suya ne olacak? Kendi kendine duracak mı? Tabii ki, durmayacak. Şimdi aktığı gibi şakır şakır akıp toprağın derinliklerine doğru gitmeye devam edecek. Aslında gözgöre göre milli servetimizi toprağın derinliklerine sorumsuzca gönderiyoruz. Kimbilir belki de sıradan bir su işte, deyip bilinçsizce geçtiğimiz için... Hangi su borusundan patlamış da gelmiş olduğunun hiç mi hiç önemi yok. Ne olacak, suyumuz bol, istediğimiz gibi harcarız. Taa ki, susuz kalıncaya kadar... O zaman ne yaparız, bilemiyorum. Yani susuz kalınca... Sadece bakar mıyız?.. Hiç sanmıyorum?.. Peki neden şimdi sadece bakıyoruz, diye soruyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemince... Güçler yer değiştirdi

10 Temmuz 1997
Bir Akrep olan Erbakan, yine bir Akrep olan Yılmaz'a başbakanlığı devrederken, İkizler olan Çiller de başbakan yardımcılığı görevini yine bir İkizler olan Ecevit'e bıraktı... Ne kadar tuhaf bir tesadüf değil mi?.. Rastlantının bu kadarına da pes doğrusu... ‘‘Tesadüf diye birşey yoktur'' diyor C.G.Jung ve devam ediyor, ‘‘Anlamlı rastlantılar vardır...''Aslında Türkiye'nin burcuna bakacak olursanız, tesadüften daha fazlasının olduğunu kolayca görürsünüz. Türkiye'nin burcu Akrep. Başbakanın burcu Akrep. Eski başbakanının burcu da Akrep. Cumhurbaşkanının burcu ne mi?.. O da Akrep... Bu durumda önce Akrep Burcunun bugünlerdeki durumunu inceleyelim.Şu sıralarda Türkiye'nin doğum haritasındaki Güneş'in tam üzerinden Uranüs geçiyor. Uranüs'ün etkileri hem çok güçlü hem de oldukça çeşitli... Şimdi Uranüs'ün yaydığı bu farklı karkterdeki özelliklerden biz toplum olarak hangilerini çekip kullanıyoruz?.. İşte bu konunun en can alıcı noktası bu... Uranüs'ün verdiği çeşitli özelliklerin arasında, karışıklıklar, skandallar, aniden ortaya çıkan beklenmedik olaylar, alışılmışın dışında durumlar, keşifler, icatlar, toplumsal hareketler, özgürlüğe düşkünlük var...Üstelik Uranüs'ün Akrep Burcunda yükseldiğini düşünecek olursanız, özelliklerini ne kadar güçlü bir biçimde açığa çıkaracağını daha iyi anlarsınız.Evet, Uranüs Akrep Burcunda son derece güçlü. Bu yetmiyormuş gibi şu sıralarda kendi burcunda dolaşıyor ve Akrep burcuna güçlü etkiler gönderiyor. Bu durumda Türkiye'nin Akrep olduğunu gözönünde bulundurursanız, içinde bulunduğumuz durum hakkında sizin de kendiliğinden fikirleriniz oluşur...Bütün bu açıklamalardan sonra Erbakan'ın Güneş'inin üzerinden Uranüs'ün geçiyor olduğunu da belirtmek gerekiyor. Yani Türkiye'nin kaderini bir zamanlar elinde bulunduran kişinin almış olduğu etkiler ile, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumun nedenleri daha da açıklık kazanmış oluyor. Tabii bu arada sadece Erbakan ile Türkiye'nin Güneşleri aynı etkiler altında. Yoksa, astrolojik açıdan diğer gezegen ilişkilerinin hiçbir benzerliği yok. Neyse ki... Bunu hemen belirtmekte yarar görüyorum. Erbakan, Uranüs'ün etkisiyle elinde bulundurduğu görevi birden bire (Tam Uranüs özelliği) Mesut Yılmaz'a devretmek durumunda kaldı. Mesut Yılmaz ise, şu sıralar zayıf bir biçimde Uranüs etkisini alıyor. Henüz Güneşinin üzerine gelmemiş durumda. Fakat, doğum anındaki Ay'ı Jüpiter'den yoğun etkiler alıyor. Bu durum, kendi içinde yoğun bir hesaplaşma yaşamasına ve içsel enerjisinin yükselmesine neden olacak. Erbakan ve Yılmaz'ın doğum zamanları ve yıldız haritaları çok farklı olmakla birlikte her ikisinin Güneş'inin aynı burçta durmasının dışında her ikisinin Ay'ı da aynı burçta duruyor yani Aslan Burcunda. Bu durum işi daha da ilginç hale getiriyor. Hem Güneşlerinin hem de Aylarının sahip olduğu potansiyel aynı. Fakat, bu potansiyeli tamamen farklı bir biçimde açığa çıkarıyorlar çünkü, farklı etkiler altında bulunuyorlar. Örneğin, Erbakan'ın Ay'ı doğum anında Mars'tan sert etkiler alıyor. Bu durum, duyguların son derece yoğun olmasına karşılık bu duyguların öfke ve huzursuz biçimde tavırlanması ve bunun sonucunda ciddi biçimde yanlışların yapılmasına neden olur. Mesut Yılmaz'ın doğum haritasındaki Ay ise, daha yumuşak etkileri olan Venüs'le sert açı oluştururken Uranüs'ten iyi açı alıyor. Bu konum yoğun duyguları heyecanla ortaya koyabilme ve halkın ne istediğini sezgisel olarak kavrayabilme yeteneği verecektir.Çiller ve Ecevit'i astrolojik açıdan incelediğimiz zaman ise, bir başka ilginç durumla karşılaşıyoruz. Her ikisinin Güneş'leri İkizler Burcunun ilk derecelerinde bulunuyor ve şu sıralarda Pluton etkisi alıyorlar. Konunun bir başka ilginç tarafı da Türkiye'nin doğum haritasında halkı işaret eden birinci evde Pluton'un duruyor olması... Pluton, yok edici ve yeniden yaratıcıdır. Köklü değişiklikleri sembolize eder. Yeraltıyla bağlantılıdır. Yani hem ölümü hem de yer altı zenginliklerini ifade eder. Şuursuzca davranışlara neden olabileceği gibi yüksek bir bilinç halini de açığa çıkarır. Yukarıda da belirttiğim gibi her gezegenin içinde olumlu ve olumsuz özelliklerin tümü birden saklıdır. Kişi, sahip olduğu anlayış ve düşünceleriyle bu enerjilerin olumlu ya da olumsuz özelliklerini çekip kullanır. Ecevit'in doğum haritasındaki Merkür, Jüpiter ile iyi açı oluşturuyor. Bu konum ona hem zeka hem de iyi niyetli bir anlayış veriyor. Diğer etkiler ise, toplumsal değerler, özgür düşünceler ve bunları iyi ifade edebilmesini destekliyor. Pluton, Çilleri bulunduğu konumdan uzaklaştırırken, Ecevit'i de yeniden yaratıyor. Ancak, bu enerjilerin öyle hemen etkileyip geçip gittiğini düşünmeyin. Çünkü, hem Uranüs hem de Pluton girdikleri burçta oldukça uzun zaman dolaşıyorlar. Bu nedenle, ne zaman ne olacağı pek bilinmez. Bilinen bir tek şey var ki, o da aynı etkilerin böylesine farklı farklı açığa çıkmış olmasıdır. Yani biri aynı enerjinin olumsuz özelliğini çekip kullanırken diğeri olumlu özelliğini çekiyor ve kullanıyor. Bu durum, kişinin olumlu ya da olumsuz duygu, düşünce ve beklentileriyle bağlantılı, diyorum ve enerjilerin doğru kullanılmasını diliyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku