Yasemin Boran

Yasemin'ce

22 Mart 1998
Pratik hayatınızı kolaylaştırın (3)Başlığı okuyorsunuz ve bu 3 de neyin nesi, diyorsunuz. Pratik hayatı kolaylaştırmanın üç temel ilkesi mi, yoksa pratik hayatı kolaylaştıran bir sembol mü, şeklinde düşünceler içine giriyorsunuz. Sizi bütün bu düşüncelerden hemen kurtarayım. Bu 3, ne bir sembol ne de başka birşey. Sadece çarşamba günü başlamış olduğum bir dizinin üçüncü bölümü. İyi de bugün bunun ne işi var diyeceksiniz. Hemen açıklayayım; Bu dizi cuma günü bitmiş olacaktı. Fakat, cuma günü benim yazının bulunduğu yere bir ilan gelince dizinin son bölümü de güme gitti. Bu durumdan tabii ki şikayetçi değilim. Sonuç olarak bu ilanlar Hürriyet'in ilavesi olan Kelebek'in ne kadar beğenildiğini ve okunduğunu gösteriyor. Neyse, ben hiçbir şeyin yarım kalmasından hoşlanmadığım için bu diziyi bugün bitirmeye karar verdim. Tabii bu arada ‘‘Niye cumartesi değil?’’ diyenler olabilir. Çünkü, cumartesi günü Güneş burç değiştiriyordu. Böylesine astrolojik açıdan önemli bir gökyüzü olayını gününde yazmadan geçemeyeceğim için, bugüne kaldı. Her işte bir hayır vardır. Kimbilir belki de daha önce bu diziyi okumamış olanlar için yazılanlar mesaj niteliği taşıyordur ve bugün çok daha fazla istifade edenler çıkacaktır. Kimbilir, deyip kısa bir özet vererek hemen konuya gireyim. Hayat, doğduğunuz andan öldüğünüz güne kadar baştan sona ‘‘Öğrenmek’’ demektir. Evet, pratik hayatı kolaylaştırmak için öğreneceğiniz ilk temel bilginin ‘‘öğrenmek’’ olduğunu anlatmıştım.Bütün hayatımız boyunca farkına varsak da varmasak da sürekli herşeyi, gerekli gereksiz herşeyi öğrenme yolundayız. Anlasak da anlamasak da varlığımızın biricik nedeni ‘‘Öğrenmek’’ Tabii ki, hepimiz bunu biliyor fakat, yaşarken aklımızın ucuna dahi getirmiyoruz. Yani yaşadığımız her ne ise, aklımızı sepete sokmuşcasına sadece duygularımızla hareket ediyor, olayın karamsarlığına ya da mutluluğuna kapılıp gidiyoruz. Halbuki, yaşadığımız olayların tümü öğrenimimizin bir parçası. Ve biz bu bilgiden haberimiz yokmuş gibi davranıyoruz. Hepimizin bildiği en basit ve temel bilgiden haberimiz yokmuş gibi... Çünkü, inanmıyoruz. Çünkü, düşünmüyoruz. Üstelik hayatımızı düşüncelerimizle yönetiyoruz. Bu durumdan haberimiz olsa da olmasa da bu böyle. Daha doğrusu, öğrendiğimiz ve inandığımız her türlü bilgiyle düşüncelerimizi sınırlandırıp engeller yarattığımız için düşünemiyor, sonuç olarak da yönetemiyoruz. Hayatımızı şuurlu ve bilinçli bir biçimde yönetemediğimiz için de, hayatın bizi yönettiğini sanıyor ve elde ettiğimiz küçük başarıları büyük bir nimet olarak bize sunduğu yanılgısıyla yaşıyoruz. Ya da başarısızlıkları talihsizlik olarak kabullenip kaderimize boyun eğiyoruz. Bazen de isyan ediyoruz. Fakat, bu isyanlarımızın hiçbirinde düşünce yok. Sadece duygular var. Halbuki şuurunda olsak da olmasak da hayatımızı düşüncelerimizle yönetiyoruz. Düşünebildiğimiz kadarlık bir dünyamız var. Ve bu dünyanın içinde kimi zaman boğuluyor, kimi zaman eğleniyor, çoğu zaman da hapsolmuş gibi hissediyoruz. Düşüncelerimizle yarattığımız canavarlar üzerimize hücum ediyor. Sürekli bizi yok etmeye çalışan binbir çeşit olayla boğuşuyoruz. Hatta yarattığımız dünyada soluk bile alamayacak hale geliyoruz ve kahrediyoruz. Bu dünyaya neden geldiğimizi kara kara düşünüp ‘‘Gelmez olaydık’’ diyecek hale geliyoruz. Pekala, şimdi düşünmeye başlayalım; İçinde yaşadığınız dünya gerçekten o kadar mı, bildiğiniz kadar mı? İhtiyaç duyduğunuz her ne var ise, bunlar elde edilmesi mümkün olmayan şeyler mi? (Olabilecek ve olamayacak ne varsa, bütün bunları yazarak düşünmenizi tavsiye ediyorum.) Hem ihtiyacınız olup hem de elde edilmesi mümkün olmayan ne varsa, hemen bunları yeni baştan gözden geçirmeye başlayın. Ve gerçekten ihtiyacınız olup olmadığını araştırın.Sevgilinizle ilişkileriniz neden yürümüyor? Hem onu çok seviyorsunuz hem de ciddi sorunlar yaşadığınızı söylüyorsunuz. Bu durumda kendinizi ve sevgilinizi yeniden gözden geçirmeniz gerekiyor. Yani düşüncelerinizi... Beklediklerinizi ve yaşadıklarınızı... Beklentilerinizin ne kadar sağlıklı, ne kadar size uygun ve ne kadar doğal olduğunu gözden geçirmeye başlayın. Unutmayın ki, hayatınızın yolunda ilerlemenizi sağlayan en önemli unsurlardan biri kuvvetle düşündüğünüz ‘‘beklentiler’’dir, ‘‘istekler’’dir. Ve bütün bunlar öğreneceğiniz bilgiler için birer araçtır. Bu durumda ihtiyacınız olan araç ve gereçleri dikkatle saptamanız şarttır. Çünkü, malzemeler olmadan bir şey var edemezsiniz. Kendinizi var edebilmek için de araç gerece ihtiyacınız var.İçinde yaşadığınız tüm olaylar, istekleriniz ve elde ettiklerinizin hatta kaybettiklerinizin tümü öğrenmeniz için gerekli malzemelerdir. Bu nedenle ihtiyacınız olan malzemeleri dikkatle belirlemeniz gerekir. Ve herkesin ihtiyacı olan araçlar farklıdır. Bir ressamla bir yazarın ya da bir terzinin ihtiyacı olan gereçlerin farklı olması gibi her insanın ihtiyacı olan malzemeler de farklıdır. (Sürecek)
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

21 Mart 1998
Koçların dönemi başlıyorBugünden itibaren Güneş Koç Burcunda dolaşmaya başlıyor. Böylece Koç Burcunun etkisi çok daha kuvvetlenecek. Kuvvetlenecek diyorum çünkü bir süredir Merkür ve Mars'ın koç burcunda dolaşıyor olması nedeniyle Koç'un özellikleri açığa çıkmaya başlamıştı. Şimdi ise, iyice anlaşılır olacaktır. Koçlar ateş elemanının tüm özelliklerini sergilerler. Yani heyecanlı, ateşli, sabırsız, arzulu ve bitmez tükenmez gibi görünen bir enerjiye sahiptirler. Her ne kadar ateşlerin (Koç, Aslan, Yay) lideri olsalar bile ‘‘Kral’’ olmaları zordur. Daha doğrusu ‘‘Kral’’ olmaktan hoşlanmazlar. Yani oturdukları ‘‘taht’’tan sağa sola emirler vererek liderlik yapmayı sevmezler. Bir Koç daima komutan olmak ister. Ordunun başında askerleriyle birlikte savaş hattında savaşacaktır. Bir fiil ön saflarda yer alacaktır. Perde arkasından idare etmeyi zaman zaman düşünse bile dayanamaz ve öne fırlar. İçindeki ateşin dayanılmaz şiddeti Koçları gerçek bir savaşçı yapar. Sanki savaşmak için yaradılmıştır. Oturmak, izlemek ve gözlemek ona göre değildir. O her türlü tecrübeyi bizzat denemek ister. Ve dener.Üstelik önüne çıkan hemen herşeye gözü kapalı atlayabilir. Tabii ki, kararsızlıkları, sorgulamaları, harekete geçmeden önce (İyi olup olmayacağını) çeşitli düşünceleri vardır. Fakat, bu hali hiçbir zaman uzun sürmez. Ve harekete geçer. Çünkü, iyi olacağına emindir. Evet, Koçların saflık derecesinde iyimser oldukları söylenebilir. Çünkü, kendisine inanır. Herşeyi mükemmel yapacağına, başaramayacağı hiçbir şeyin olmadığına inanır. Bu inanç, fazla düşünmeden, yapıp yapamayacağını sorgulamadan harekete geçmesine neden olur. Tabii işler her zaman beklediği gibi yürümez.Büyük bir heyecan ve enerjiyle harekete geçtikten sonra karşısına çıkan terslikler, aksaklıklar onu durdurur. Bir süre karışıklıkları düzeltmek için mücadele eder. Fakat, bakar ki, hiç de beklediği gibi olmuyor. Belki uğraşsa, didinse olacak. Fakat, hiçbir zaman bir Koç'un sabrı öyle uzun uzun mücadele edebilmesine yetecek kadar engin değildir. O herşeyin bir an önce olup bitmesini ister. Günlerce aylarca aynı yerde, aynı biçimde duramaz. Bekleyemez. Ve o ilk andaki, kolları sıvayıp giriştiği sırada duyduğu heyecan yavaş yavaş azalır ve bir süre sonra tamamen söner. Artık bu konu ilgisini çekmez. Ve oradan uzaklaşır. Hem de kazancını ve kaybını düşünmeden.Evet, Koçlar hemen her konuda böylesine heyecanla, arzuyla davranır ve istekleri bittiği anda da hemen vazgeçerler. Hem de herşeyden vazgeçebilirler. Hatta aşklarından bile... Bir Koç aşık olduğu zaman bütün hücreleriyle sever. Sevdiği için yapmayacağı şey yoktur. Aklından geçen, içinden yükselen ne varsa bunların hepsini ortaya koyar. Sizi aşkıyla öyle bir sarıp sarmalar, öyle bir şımartır ki, kendinizi tamamen kaybedebilirsiniz. Tabii bu sırada sizin hoşunuza gidip gitmeyeceğini fazla düşünmeden de davranabilir. Öyle yoğun ve zaptedilmez duygular içine girebilir ki, bunları kontrol etmesi gerektiğini bile düşünmez. Zaten denetlemeye çalışsa da kontrol etmesi mümkün değildir. Böylesine şiddetli duygular hissettiği kişinin de kendisine istediği gibi davranmasını bekler. Beklentilerini söyleyebilir ya da söyleme ihtayıcı bile duymaz. Çünkü, onun için olması gerekenler kendiliğinden meydana gelmelidir. Şayet beklentileriyle karşılaşmayacak olursa, bir süre uğraşır. İstediği şekle sokmaya çalışır. Sevdiğini olduğu gibi kabul etmek ve onun her halini sevmek yerine istediği gibi olsun ister ve tabii olmaz. Bunun sonucunda giderek arzusu ve heyecanı sönmeye başlar ve bir gün aşık olmadığını anlar. Üstelik bu durum hiç de uzun sürmez. Aşık olması da aşkının bitmesi de yıldırım hızıyla gerçekleşir. Birden bire aşık olur, birden bire vazgeçer ve başka birine aşık olur. Onun bu tavrı aslında maymun iştahlılıktan kaynaklanmaz. Ya da ortaya koyduğu aşkın aldatıcı olması da değildir. Davranışları son derece içten, samimi ve doğaldır. Hissettiği gibi davranır. Ve hisleri yangın alevi gibidir. Fakat, tıpkı yangının sönmesi gibi Koç'un aşkı da sönebilir. Ona nasıl davranacağınızı bilirseniz, yangının ateşini sürekli besleyebilirsiniz. Üstelik bu hiç de zor değildir. Çünkü, Koçlar kendilerini gizlemez ve ne istediklerini saklamazlar. Onları anlamak ve aşklarının sürmesini sağlamak aslında çok kolaydır.
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

15 Mart 1998
Bitmeyen kan davasıNedir şu kan davası? Yıllarca süren, bitip tükenmeyen, koskoca bir ailenin kökünü kurutuncaya kadar devam eden?..Ölenin hayatı anında kararırken öldüren de hapsi boyluyor. Ve onun da hayatı kararıyor. Yani bu hesaplaşmadan kârlı çıkan taraf yok.Yıllar ve yıllar boyu süren kan davası sonunda ne ölen ne de öldüren, ne yaptığını biliyor. Hatta kan davasının ne sebepten çıktığı bile unutulabiliyor. Fakat, düşmanlık, düşmanca duygular sürekli besleniyor. Aileler yeni doğan bebelerini kin ve intikam fikirleriyle büyütüyorlar. Bebekler büyüyüp yetişkin olduklarında (Şayet bu sırada karşı taraftan biri çıkıp o güne kadar öldürmediyse) ellerine silah tutuşturulup kimi öldüreceği gösteriliyor. O da gidip büyük bir öfke içinde (Neden öfkelendiğini bilmeden) vuruyor. Zaten bilmesi de gerekmiyor. Düşman ya! Yeter. Düşmanlığı kızıştırmak için, öfke ve nefret duygusunu adamakıllı alevlendirip kızıştırmak için bu arada dedelerin, ninelerin, amcaların eskiden yaşadıkları kimi hikayeler anlatılıyor. Bire bin katarak ya da katmayarak anlatılan bu hikayelerde ‘‘Sebepler’’ üzerinde durulmuyor. Hatta kan davasını başlatan olayın perde arkası hiç anlatılmıyor. Varsa, yoksa, nasıl haksızlığa uğramış oldukları. Nasıl ezilip işkence gördükleri. Namuslarının nasıl iki paralık edildiği ve ardı arkası gelmeyen ‘‘nasıllar’’ üzerine kurulan öykülerle yetişen gençler, ‘‘Nasıl olur?’’ deyip yaradana sığınıp saldırıyorlar. Geçmişlerinden getirdikleri anlı şanlı kan davasından başka birşeyleri yok. Gelecekleri de elbette bunun üzerine kurulacak. Yani gelecekleri de yok. Namusunu, adını, namını kurtarmak uğruna bugünü heba ediyor, geleceklerini de yok ediyorlar. Aslında birşeyin uğrunda yaşamak güzel. İnsanın gözünü kırpmadan bütün hayatını verebileceği bir hedefi olmasından daha iyi bir durum olamaz. Fakat, burada durup çok ciddi bir biçimde düşünülmesi gerekiyor. Konu, insanın ‘‘hayatı’’ olduğu zaman günlerce hatta aylarca düşünmek gerek.Bir insanın hayatından daha değerli ne olabilir? Sadece ve sadece bir ‘‘hayat’’ o kadar. İnsan, gelecekteki hayatı için bugünkü hayatını ortaya koyabilir. Ya da bir başka ‘‘hayat’’ için. Yok ederek var olmayı düşünüyorsanız, çok yanılırsınız. Yok ettiklerinizle birlikte siz de yok olursunuz. Tıpkı kan davası süren ailelerin yok olması gibi. ‘‘Tarih tekerürden ibarettir’’ şeklindeki düşünceyi beslemek istiyorsanız, o zaman durum değişir. Geçmişin anısıyla yaşamaya devam edenlerin çocuklarına öğretecekleri başka bir şey olamaz. Tıpkı bana Yunanistan'dan mektup yazan Kosta gibi... Kosta'nın mektupları gizli bir ‘‘kin’’le dolu. Belli ki, aklı İstanbul'da kalmış, bedeni Yunanistan'da alev alev yanıyor. Susturamadığı düşüncelerini kağıtlara döküp gönderdiği mektuplarla ferahlamaya çalışıyor. Onun zamanında neler yaşadığını bilemem tabii. Fakat, bir zamanlar yaşadıklarımızın hayaliyle bugünü yaşamaya devam edecek olursak, zulümler, işkenceler, nefret ve düşmanlık duygularımızı besleyip çevremize, etrafımıza, çocuklarımıza bu duygularımızı aşılarsak, neler olabileceğini sanırım hepiniz anlıyabilirsiniz. Kan davalarının sonu gelmez. Aklı başında olan herkesin kalbinin sesini dinlemesi ve bugüne kadar edindiği bilgileri derleyip toparlayıp uzun uzun düşünmesi gerekiyor. Geçmişimizi elbette ki unutmayalım. Fakat, tarihimizi incelerken duygularımızı değil, aklımızı kullanalım. Yoksa, babasının yanlışlarını görüp eleştiren, kendisi baba olduktan sonra eleştirdiği babasının durumuna düşen çocuk gibi oluruz. Aşama yapıp gelişmek ve eleştirdiklerimizi düzeltmek yerine aynı yerde dönüp duran fakat, uzun yollar kateddiğini sanan gözü bağlı değirmen taşını döndüren beygirden farkımız kalmaz. Tarihin tekrar etmesi, bizim hiç bir gelişme göstermediğimizin işaretidir. Geçmişin anı ve bilgilerini referans olarak kullanmayı öğrenmeliyiz. Bunu da ancak, aklımızla başarabiliriz. Yoksa, kuyruğunu ısıran yılanla sembolize edilen tekrarları sonsuza kadar yaşamaya mahkum oluruz. Bitmeyen kan davasını artık bitirelim ve değirmen taşını çeviren atın gözlerindeki bağı çözelim, diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

14 Mart 1998
Urla Kent SenatosuKim demiş, bizlerin bilinçten, şuurdan uzak yaşadığımızı. Kabul, çoğu zaman duygularımızla hareket ediyoruz. Neredeyse hayatımızı belirleyen tek unsurun ‘‘duygular’’ olduğunu söyleyebilirim. Fakat, dolu dizgin koşan, koştukça coşan duygularımızı, olayların, çevremizin, çevremizdeki insanların yardımıyla dizginlemeyi öğreniyoruz. Nerede duracağımızı, nasıl bakacağımızı, aklımızla duygularımızı birleştirmeyi öğreniyoruz. İşte, öğrendiğimizin bir delili daha. ‘‘Urla kent senatosu’’Tıpkı önceki günlerde yazdığım ‘‘Marmaris kent Meclisi’’nin oluşturulduğu gibi ‘‘Urla Kent Meclisi’’de başarıyla kurulmuş ve çalışmaya başlamış. ‘‘Sonunda halkın oluşturduğu bir meclis kuruldu. Bütün Türkiye'ye önemle duyurulur.’’ Şeklinde bir giriş yaparak, çevremizi, yaşadığımız yeri korumak, güçlendirmek kısaca yaşadığımız yere sahip çıkabilmek için birlik ve beraberlik içinde bulunmanın ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Marmarisliler'in böyle bir uyanış içine girip bir ‘‘Meclis’’ oluşturmuş olduklarını heyecanla bildirirken ‘‘Marmaris Kent Meclisi’’ gibi birliklerin en kısa zamanda bütün ülkeye yayılmasını dilemiştim. İzmir-Urla'dan gönderilen ‘‘Urla Kent Senatosu’’ kuruluş, tüzük ve çalışmalarını içeren bilgiler elime ulaştığı zaman ‘‘Dileklerimin’’ gerçekleşmeye başladığını anladım. Biliyordum zaten. Tamam çok duygusalız, çok heyecanlıyız fakat, bizim akılsız olduğumuz söylenemez. Sadece akılsızlığa vardıracak derecede duygusallaşabiliyoruz, o kadar. Bunu da biliyorum. Fakat, en önemlisi bir kez aklımızla hareket etmeye karar verdiğimiz zaman, duygularımızın şiddeti ne olursa olsun ‘‘Yüreğimize taş bağlayıp’’ aklımızı kullanmayı başarabiliyoruz. Tabii bunu yapmak için yüreğimize taş bağlamamız gerekmiyor. O kadar da değil. Aslında yüreğimize taş bağlamak yerine aklımızı yüreğimizle birleştirmeliyiz. Hatta böyle yapmayı başardığımız zaman şuurumuz açılır, bilincimiz yükselir ve duygularımızı itici güç olarak kullanmayı başarabiliriz. ‘‘Bunu söylemek kolay, bir de nasıl yapacağımızı anlatsan’’ diyenler çıkabilir aranızdan. Çok da haklısınız. Ancak, size sistemli bir biçimde uygulanabilecek bir metod önerebilmem bu satırların arasında mümkün değil. Fakat, şu kadarını söyleyebilirim; ‘‘Düşünmek’’ Evet, ancak düşünmeyi öğrendiğimiz zaman duygular ile aklımızı birleştirebilir ve bilincimizi yükseltmeyi başarabiliriz. Urla Kent Senatosu'nun oluşumu, bunun en güzel örneği. Yaşadığımız yerin canlı, sağlıklı ve olması gerektiği biçimde gelişmesi sonucunda biz de yaşayabilir, sağlıklı ve canlı kalmayı başarabiliriz. Birlikten kuvvet doğar. Birleşerek güçlü olabilir ve ancak bunun sonucunda hastalıklarla başa çıkabiliriz. Urlalılar bu bilince ulaşmış ve biraraya gelerek Urla için, yaşadıkları yer için kolları sıvamışlar. Neler yapacaklarını, neler yapmaları gerektiğini ve bunları nasıl gerçekleştirebileceklerini araştırmış, incelemiş, maddeler halinde dökümünü yapmış ve harekete geçmişler. Çalışmaları gereken her alan için ayrı ayrı komisyonlar oluşturup faaliyete başlamışlar. Sağlık taramasından esnaf ve işçinin şartlarına çevrenin düzeninden zeytinliklerin ıslah edilmesi ve daha verimli hale getirilmesine kadar her konuya el atmışlar. Doğrusu çok da iyi yapmışlar. Hele o zeytinler için verdikleri mücadele saygıya değer. Zeytin hastalık ve zararlıları ile mücadele birliğini oluşturmak üzere Urla Kymakamı başkanlığında Urla belediyesi ve bütün köy ve mahalle muhtarlarının katıldığı bir toplantı düzenleyip ciddi bir birlik oluşturmuş olmaları dikkate değer bir çalışma olmuş. Sizleri yürekten kutluyor ve destekliyorum. Ayrıca herkesin desteklemesi gerektiğini düşünüyorum. Sadece İzmir ve Urlalılar'ın değil bütün Türkiyeliler'in desteklemesinin şart olduğunu söylüyorum. Urlalılar'ın düşünce, bilinç ve çalışmalarının daha güçlü bir biçimde devam etmesini dilerken Urla Kent Senatosu, Marmaris Kent Meclisi gibi birliklerin bütün ülkeye yayılıp olumlu ve yararlı çalışmalarını yaptıkları günün bir an önce gelmesini diliyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

13 Mart 1998
İsteklerin yarattığı baskıdan kurtulmakYeni bir işe girişirken endişelenmeye başlarız. Acaba olacak mı?.. Olursa nasıl olacak?... İstediğim gibi olacak mı?.. Acaba yapabilecek miyim?.. Ve buna benzer bir dizi endişe içinde kıvranırız ve bunun sonucunda bir türlü harekete geçemeyiz.Kararsızlıklar içinde en fazla bocadalığımız zamanlar, en fazla endişe duyduğumuz zamanlardır. Evet, kararsızlık endişenin kardeşidir. Endişeyi yaratan ise, düşüncelerimiz ve isteklerimizdir. İsteklerimiz çok fazla olduğu zaman endişelenmeye başlarız. Çünkü, isteğimize ulaşmak için düşüncelerimiz üzerimizde baskı yaratmaya başlar. Elbette ki, isteğimiz olmadığı zaman bir konu üzerinde çalışmak, yeni hamleler yapmak mümkün değildir. Ancak, içimizdeki istek sürekli olarak zihnimizi meşgul etmeye ve olmazsa olmaz derecesine varmaya başladığı zaman üzerimizde kuvvetli bir baskı ve buna bağlı bir gerilim yaratır. İşte bu aşamada kuvvetli isteğimiz, hareket yeteneğimizi de kısıtlamaya başlar. Bir türlü harekete geçemeyiz. Ya da çok yavaş hareket ederiz. Başarılı olmak için ne kadar fazla uğraşırsak, alacağımız sonuçlar o kadar zayıf olacaktır. Çünkü, isteğimizin yaratacağı gerilim yüzünden enerjimizi serbest bırakamayız. Enerjimiz serbest kalmadığı zaman ise, istediğimiz başarıyı yakalayamayız. Sahip olduğumuz gücümüzü tam olarak ortaya koyamayız. İsteğimizden kaynaklanan düşünce ve endişeler, enerjimizin üzerinde blokasyon yaratır. Peki, istek duyacağız fakat, duyduğumuz bu isteğin yarattığı endişeyi nasıl ortadan kaldıracağız, diye soracaksınız...Zihninizi ve bedeninizi serbest bırakarak...Endişelenmemeyi düşündüğünüz zaman endişe duygusu ortadan kalkmaz. Hatta bu durum bile gerilim yaratabilir. Önce istek duyarsınız, sonra da o doğrultuda harekete geçersiniz. İşte harekete geçeceğiniz aşama çok önemli. Bir işe başlarken düşünerek endişelenmek yerine, o işi yapmak gerekir. Ya da düşünceyle uygulama aynı anda olmalıdır. Yoksa, düşünmeye başladığınız andan itibaren endişeler de ortaya çıkacak ve hemen ardından beliren kararsızlıklar sonucu bir türlü harekete geçemeyeceksiniz. Düşünmeden olur mu?.. Diyenler çıkabilir aranızda. Elbette ki, olmaz. İstek ve düşünceleriniz harekete geçtikten bir süre sonra dikkatinizi bu noktadan uzaklaştırmalı, böylece zihninizi ve bedeninizi serbest bırakmalısınız. Harekete geçeceğiniz sırada artık ne istek ne de düşüncelerin baskısı üzerinizde bulunmamalı. Böylece enerjinizi serbest bırakabilir, önceden istediğiniz ve düşündüğünüz her ne varsa başarabilirsiniz. Eyleme geçtiğiniz an, kendinizi zorlamadan sakin ve rahat olmalısınız. Olup olmayacağını düşünmeden sadece ve sadece yapmanız gerekeni yaparsanız başarı şansınız çok yüksek olacaktır. Çünkü, yeteneklerinizi tam olarak olarak kullanabileceksiniz. Potansiyelinizin tamamını ortaya koyabileceksiniz. Bu aşamada karşınıza hiçbir engel çıkmayacaktır. Bütün engellerin üstesinden gelebilecek derecede rahat olabilmek için isteklerinizin yaratacağı baskıdan kurtulmalısınız diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku