Paylaş
Sevdiğin, ortak keyifleri hala paylaşabildiğin, Schubert’i her dem birlikte, huzurla ve benzer hevesle dinleyebildiğin, yarım asırlık bir hayat yoldaşınla…
Arkadaşlığın, sohbetin, hatta o zeminde cilveleşmelerin bile sürüyor. Güzel yaşlanmışsınız sanki…
Yine birliktesin onunla, bir konserdesin.
* * *
O konseri izlemeye gelenlerden farkın yok... Koltuğuna yerleşirken, oradaki herkes gibisin o an.
Cep telefonunu kapatmışsın, konser başlamadan önce peşin peşin öksürerek, genizden yükselebilecek bir gürültüyü baştan engellemişsin.
Herkes gibi konseri izleyip, çıkıp, evine geldiğinde… Bir bakmışsın ki, sokak kapın zorlanmış. “Neyse... Buna canımızı sıkmayalım hiç” derken, başka bir şeylerin daha değiştiğini fark ediyorsun.
O an anlıyorsun ki, artık herkes gibi değilsin(iz).
* * *
O “an”a kadar yeterince ayırt etmediğin “yaşlılık sürgünü”nde seni o “an”a kadar koruyan neyse, gitmiş.
Herkes gibi olmanı, normal bir hayatı yaşamanı sağlayan “şey”, yok olmuş.
Herkesin başına gelebilecek, ama senin başına gelmeyeceğini düşündüğün (umduğun) durum, tam karşında...
Hayat, yaşlılığın, -her an- muhtemel öncü depremini meğer konser sonrasına saklamış.
O an, meğer o anmış... Ve anlamışsın ki, artık hiçbir zaman hayat, o konseri dinlediğin andaki gibi olamayacak.
O sanki hep, ya da uzunca süre öyle-böyle süreceğini sanarak yarattığın illüzyon silinmiş artık.
Endişeleniyorsun... Ama o andan itibaren ne senin endişelerin, ne başkalarının “endişeli şefkati” artık bir işe yaramıyor.
Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak... Ve bu durumda “aşk”, işe yarayacak mı?
* * *
Michael Haneke’nin evrensel bir sorunu irdelediği Amour, bu girişin ardından seyirciyi “o hayatın” içine alıyor.
Ama izlerken, o hayata seyirci olarak kalmanız, kalan ya da geçen bir ömrü, Orson Welles’in o yaman “Sen yaşlılığın ne olduğunu bilemezsin” mottosunu, sorgulamamanız çok güç.
* * *
Haneke’yi genelde DVD’den, TV ekranından izleyebildi bir çok sinemasever.
Yıllardır, inanılmaz güçlüklere rağmen sinema sanatını, Avrupa sinemasını Ankaralı’ya ulaştıran İrfan ve İnci Demirkol, yine bir ilki gerçekleştiriyor.
Büyülü Fener, “Haneke toplu gösterimi”nde yönetmenin 7 filmini, 5-11 Nisan’da Ankaralı sinema tutkunlarıyla buluşturuyor.
Yarın, bu “büyülü hafta”ya dair küçük ipuçları vereceğim.
Paylaş