Stilsiz şehir

1960’ların sonu. Düzenlenen müzik-şiir gecesine pek de ilgili gözükmeyen “Çiçek Çocuklar” var, anca yarısı dolu amfi tiyatroda.

Sahneye, Tales of Ordinary Madness filminde Charles Bukowski’yi canlandıran Ben Gazzara çıkıyor.Geceye, izleyicilere, koyu güneş gözlükleriyle bakıyor. “Stil” diye mırıldanıyor, mikrofona. Elindeki kese kağıdına sarılı içkisinden kuvvetli bir yudum alıp, devam ediyor Bukowski:“Stil herşeydir. Stil herşeye cevaptır...Stil, aptalca veya tehlikeli şeylere yeni bir bakıştır. Aptalca bir şeyi stille yapmak tehlikelidir. Ama tehlikeli bir şeyi stilden yoksun yapmaktansa, aptalca bir şeyi stille yapmayı tercih ederim.Tehlikeli bir şeyi stille yapmak... İşte ben ona sanat diyorum.Boğa dövüşü bir sanat olabilir. Aşık olmak bir sanat olabilir. Sardalye konservesi açmak bir sanat olabilir. Ama çoğu insan bir stile sahip değildir. Çok az insan stili(ni) koruyabilir.Köpekler gördüm, bir çok adamdan daha çok stil sahibiydiler. Bununla birlikte, çoğu köpek stil sahibi değildir.Hemingway, beynini bir av tüfeğiyle duvara yapıştırdığında, o da bir stildi.Bazen insanlar size stil verir. Jandark’ın stili vardı. Yahya Peygamber, Sokrates, Sezar, Garcia Lorca...Hapiste, dışarıdakinden daha fazla stilli adamlarla tanıştım. Stil bir farktır; yapmanın, yapmış olmanın...Altı balıkçıl bir havuzda sessizce duruyor ya da sen banyodan çırılçıplak çıkıp yürüyorsun, beni görmeden...Stildir...”* * *“Ankaralı muhabbetler”de sık karşılaştığım, “Ankara’nın artık stili, kimliği kalmadı” yakınmaları, gözümün önüne hep bu sahneyi getiriyor.Kuruluşunda bir stil vardı Ankara’nın. Yetmişli yıllarda da, kenti/kentlisi ile birlikte farklı bir stili...12 Eylül darbesinin ardından, üzerinde en çok “çalışılan” şehir oldu İstanbul ile birlikte. Son 16 yıldır, zaten malum.Saçma, hatta aptalca şeyleri stil sanmak, tehlikeliydi. Fark etmedik...
Haberin Devamı

Yazarın Tüm Yazıları