Paylaş
Ve Gezi olaylarında bir ölüme, bir yaralamaya, bir saldırıya tanık olanların bir çoğunun olaydan haftalar sonra ortaya çıktığına ya da olaya hiç “bulaşmadığı”na değinmeye çalıştım.
* * *
Ömer Cansızoğlu Aylık Çevrimiçi “Açık Bilim Dergisi”nde sosyal psikoloji kavramları arasına yerleşen “Genovese sendromu (Seyirci etkisi)”ni bazen insanı buz gibi donduran satırlarıyla anlatıyor:
“Seyirci Etkisi olarak anılan bu durumun tam olarak tahlilini yapmak zor, ancak bir fenomen olarak hayatımızda yer aldığı da bir gerçek…
Kitty’in katili Winston Moseley 78 yaşında ve halen cezasını çekiyor. Kasım 2013’te şartlı tahliye komisyonu jürisi önüne çıkacak.
Sosyal psikologlar yaptıkları araştırmalarda, seyircilerin müdahale olasılığı ile seyircilerin sayıları arasında ters orantılı bir ilişki olduğunu ortaya koyuyor.
Seyircilerin olaya bireysel olarak müdahale etmemesi ve gruptaki herkesin aynı şekilde düşünmesi, müdahalenin gecikmesi, belki de hiç yapılmaması sonucunu doğuruyor.
Ayrıca -çoğunluğa uyarak- sorumluluğun yayılması da, sorumluluk hissini bireysel olarak daha aza indiriyor.
* * *
2008‘de Kaliforniya’da Sergio Aquiar aralarında arkadaşları, ailesi ve içinde bir itfaye şefinin bulunduğu bir grubun önünde iki yaşındaki oğlunu döverek öldürdü. İzleyicilerin donmuş bakışları arsında kendi oğlunu tekmeleyen adam, sonunda bir polis tarafından vurularak öldürüldü.
2010 ‘da New York’da bıçaklanan Hugo Alfredo yaklaşık bir saat yerde öylece yattı. Yanından yaklaşık 25 kişinin geçmesine rağmen hiçbir yardım ya da destek görmedi. Hatta yanından geçen bir kişi adamın fotoğrafını çektikten sonra yoluna devam etti.”
Bu duyarsızlık/kayıtsızlık mı, duyarsızlıksa bu toplumsal bir hastalık mı, sosyal apati/donukluk mu, endişe, güvensizlik, otorite fobisi mi...
* * *
Belki de korku... Öyleyse, Yann Martel’in “Pi’nin Yaşamı” romanından satırlarla getirelim yazının sonunu:
“Korku yaşamın tek gerçek rakibidir. Yalnızca korku hayatı yenebilir. Zeki, kalleş bir düşmandır. Namussuzdur, hiçbir kanuna ya da geleneğe saygısı yoktur, merhamet nedir bilmez. Bulmakta hiç güçlük çekmediği en zayıf noktanızdan vurur sizi.
İşe her zaman zihninizden başlar. Kendinizi sakin, güvende ve mutlu hissettiğiniz bir anda. Sonra ılımlı bir kuşkunun kılığına bürünerek, tıpkı bir casus gibi beyninize süzülür. Endişenlemeye başlarsınız. Mantığınız sizin için mücadele eder. Güveninizi yeniden kazanırsınız. Mantık en son teknolojik silahlarla donanmıştır. Ama inanılmaz gibi görünse de, üstün taktiklerle ve yadsınmaz zaferlere karşın, mantık tuzağa düşürülür. Kendinizi giderek zayıf ve kararsız hissedersiniz. Kuşkunuz dehşete dönüşür.
Sonra korku, bir şeylerin çok kötü gittiğinin farkına varan bedeninize yönelir. Akciğerleriniz birer kuş gibi uçup gitmiş ve bağırsaklarınız bir yılan gibi sürüklenmeye başlamıştır bile. Kulaklarınız sağır olur. Kaslarınız, sıtmaya yakalanmış gibi ürperir, dizleriniz ise dans ediyorlarmışçasına titrer. Fazla aceleci kararlar verirsiniz. En son müttefiklerinizi göz ardı edersiniz: Umut ve güven. İşte o anda kendinizi bozguna uğratırsınız. Yalnızca bir izlenim olan korku, sizi yenmeyi başarır.”
Paylaş