Paylaş
Çünkü bu ülkenin yakın tarihi, öyle deneyimlerle ciltleri doldurur.
Takip eder, telefonunu dinler, döver, işkence yapar, öldürür, asar...
Olmadı sürer, işinden, evinden, yurdundan eder devlet...
Mevsim -darbe- normalleridir.
“Derin”ini ise akla bile getirmeyin; kurarsanız, evden çıkamazsınız.
* * *
Üstüne üstlük devlet, “baba”dır bizim otorite sahnemizde.
Varsa, sevgisi bile korku üzerindendir.
Sever de, döver de...
“Devlet Baba”, çoktan dedelerin dedesi, büsbüyükbaba olmuştur artık ama...
Hala, öptürür elini-eteğini, basar şamarı...
Arlanmaz.
* * *
Ortaoyuncular, nal gibi gamalı haçlarıyla Gestapo-SS üniformalarını giyip Beyoğlu’na çıkmıştı bir zamanlar.
Milleti -o kıyafetle- çevirip “kimlik kontrolü” yaptılar da, kimse “Yahu noluyoruz, siz de kimsiniz Nazi Nazi” demedi.
Gösterdi kimliğini tıpış tıpış.
Bu korku, bu aralar bir dolandırıcılık zincirinin ana motivasyonu.
Telefonunuz çalıyor, arayan “polis”.
“PKK hesabınızı kullanmış...” diyor özetle.
Sonra bir “savcı”yla da konuşuyorsunuz, sözde...
Yandı gülüm, keten helva...
* * *
Birdenbire, geçmişte çoğu evde “baba”nın eve gelme saatlerinde yaşanan o korku sarıyor içinizi.
Çocuğu göğüs kafesine hapseden, o endişe, yerli-yersiz o suçluluk duygusu nüksediyor sanki:
“Kötü bir şeyler olacak”...
Telefon kapanına yakalanan, PKK’dan değil, devletin onu öyle ya da böyle örgüt yandaşı, yatakçısı, bişeysi olarak “etiketlemesinden” korkuyor aslında.
Çünkü otorite, Kafka’nın Dava'sı, Şato’sundaki gibi neyle suçlandığını bile bilmeden, hayatına çökmüştür bu ülkede, on binlerce insanın.
Otoritenin koyu gölgesindeki “ o yaşam” onu tutuklamış, “tutuk” kalmıştır.
* * *
Yakın çevremde en az 8-10 kişiyi aradılar aynı yöntemle... Aklıselim anlarına denk geldi yutturamadılar.
Telefonu “dan” diye kapatmayıp bir yanıt verenler, “Siz hangi karakol, emniyet merkezinden arıyorsanız söyleyin, biz oraya gelelim...” demişler genelde.
O zaman karşısı kapatmış zaten.
* * *
Ama muhtemelen o tanıdık devlet korkusuyla boş bulunanlar da oldu çevremizden.
Kimi 10-15 bin lira kaptırdı, kimi 100-200 bin lira... Kredi çekip, bu parayı verenler de oldu, yaratılan panikle...
Zehir gibi zeki, entelektüel insanlar mı istersiniz, yargının zirvesinden bürokratlar, genel müdürler, akademisyenler mi...
Basından, vali yardımcılarının, koca profesörlerin bu tuzağa düştüğünü okuduk.
Dolandırılan Prof. Dr. Canan Karatay, ne demişti:
“Bu ülkede terörle suçlanmak demek hayatınızın kararması anlamına geliyor. Devlete yardım etme hissiyle hareket ettik...”
* * *
Devlet, otorite korkusu, otoriteye karşı “suçluluk duygusu” da yaratıyor bir çok örnekte.
Evinde “yasak”, “örgüt işi” sayılabilecek kitap vardır, seçimlerde bilmem kime oy vermiştir, sosyal medyada iki muhalif söz twitlemiştir, bir gösteriye alkış tutmuştur...
Yani hayatında paralel-terelel vardır paronayaları...
Haksız mıdır korkusu; açtığı pankart, okuduğu kitap, hatta selam verdiği konu-komşusu nedeniyle hayatı kararan insanların hikayesi “resmi tarihi”dir bu ülkenin.
Ve böylesi bir korku, önce aklı, mantığı, iradeyi kelepçeler.
ACİLEN NE YAPILMALI?
Çevremizden dolandırılanların tümünün, basında, hatta emniyetin cep mesajlarında çeşitli uyarıların yer almasına rağmen, böyle bir mevzuyu daha önce duymadıklarını öğrendik.
Televizyonda “kamu spotu” denilen bir uygulama var malum.
Ama bazen Yeşilay’ın nargilesini, Keloğlan’ı bile spota çıkaran o uyarıcı-eğitici filmler arasında bu konuya rastlamadım.
Var da ben izlememişsem, daha sık yayınlanmalı derim.
Yoksa, acilen böyle bir uyarı, kamu spotu ya da çok izlenen dizilerin vb. altında “akan yazı” olarak yer almalı.
Paylaş